27 Ocak 2015 Salı

Bursa/Cumalıkızık köyü

Mezitlerden geçtikten sonra Bursa’nın tabiat güzellikleri kadar, aldığı göç de kanatimce dikkat çekici. Zira, bazı Türk boylarının, Osmanlıların, ve nispeten yakın geçmişte doğu Karadeniz bölgesinden göç eden Gürcülerin Uludağ’ın etekleri diyebileceğimiz Aksu, Alaçam, Cumalıkızık gibi köylerin bulundukları bölgelere gelip, buraları kendilerine yeni vatan olarak seçtiklerini duyuyoruz.
Özellikle Alaçam köyündeki iklimin Karadenize benzerliğinden, köyün Artvinli/Gürcü atalarının buraya yerleşmeye karar verme sebeplerini “keşfi” bir tecrübeyle anlamıştım. Benim için tarifsiz ve çok değişik bir duyguydu. İşte bu şirin mi şirin Alaçam köyüne şu ana kadar  iki kez gittim ve sizlerle tecrübelerimi bu blogda paylaştım. Bunların ikincisinde, Alaçamdan Uludağ’ın göllerine çıkmadan önceki gün Cumalıkızık köyünde bir gece geçirdim…
       2014 yılı Temmuz ayının birinci günüydü ve Ramazan ayının henüz başıydı. Gündüz Gölyazı bölgesini gezdikten sonra, Ankara karayolunun 10. kilometresinde Cumalıkızık tabelasını kaçırmamaya çalışarak sağ şeritten ilerliyordum. Bu bölgede yerleşim tam bir karmaşa. Bir tarafta raylı sistem yetmiyormuş gibi birbirleriyle yarışırcasına giden dolmuşlar, arabalar var. 
Resim 51. Cumalıkızık’a yaklaşırken yamaç manzarası.
 Başını diğer tarafa çevirdiğinde ise binlerce tabelanın olduğu çarpık yapılaşmalı görüntü keşmekeşi bulunuyor. Ve ben de burada “Cumalıkızık” yol ayırımı tabelasını kaçırmamaya çalışıyorum.  Yol ayırımından güneye Uludağ yamaçlarına kıvrılarak giden yol 3 km sonra bu şirin olduğu söylenilen Osmanlı köyüne sizi ulaştırıyor. Köye vardığımda akşam gün batımı yaklaşıyordu ve yamaçlardaki bulutlar yavaş yavaş kızıllaşmaya başlıyordu (Resim 51). Ben ise arkamda bıraktığım şehir karmaşasından kurtulmanın verdiği hafiflikle sanki karşı yamaçtan paraşütle atlamış gibiydim.

       Kuruluşu 1300’lü yıllara dayanan ve halen kullanılan ve restore edilmiş 180 civarında ev olan bu köy, UNESCO’nun desteğini almış durumda. Köy, Yıldırım belediyesine bağlı ve hemen girişinde sağda bir mezarlık ve duvarlarının önünde bir tabela var (Resim 52).
Resim 52. Köyün girişindeki tabela.




Zemin bir anda Arnavut kaldırımına dönüşüyor. Orjinal hali nasıldı bilemiyorum ama bazı ara sokakların uzun zamandır böyle olduğu belli. Buraya birilerinin ödenek aktardığını görüyorsunuz, çünkü normal bir köyden çok daha bakımlı görünüyor. Arabayı bırakacak bir yer ararken, hemen soldaki bir okulun bahçesinin park amacıyla kullanıldığını görüyorum (Resim 53).
Resim 53. Park amacıyla kullanılan okul bahçesi.
    Arabayı park edip iniyorum ki yanımda beliren adam “yalnız ödemeyi hemen alıyoruz” demez mi! Köy değil miydi burası kardeşim? Sen büyükşehir otoparkçı uyanıklık seviyesine burada nasıl ulaşabildin? Bir anda büsbütün keyfim kaçıyor. Veriyorum hemen üç kuruşluk park ücretini. Aslında arabaya atlayıp gidesim geliyor ama kendimi tutuyorum.

   Sırt çantamı alıp konaklayacağım otele doğru yürüyorum. Köy meydanı, çevresinde benzer şekilde boyanmış evlerle çevrelenmiş ve içinde çınar ağaçları bulunan genişçe bir alan. Burada büyük bir kısmı kapanmış, bir kısmı da kapanmakta olan tezgahlar görüyorum (Resim 54 ve 55). 
    Buradaki evlerin restore edildikleri çok belli ve bunu köylülerin kendi olanaklarıyla yapmadığını bir bakışta anlıyorsunuz. İlerideki sokağın arasından geçerek ilerliyorum ve bu arada da çevremdeki ev manzaralarının fotoğraflarını çekiyorum (Resim 56-58). Genellikle 1-2 katlı ahşap veya altı taş üstü ahşap olan cumbalı evler karşınıza çıkıyor. Birbirine benzer mimari ve canlı renkler birçok insanın ne kadar ilgisini çekiyor olsa ki bu kadarcık değişiklik bile bir köye turistik kimlik kazandırmaya yetebiliyor. Hemen ileride solda konaklayacağım oteli görüyorum (Resim 59).

           


Resim 54. Köy meydanı.
Resim 55. Köy meydanında tezgahını toplayan bir bayan.
Resim 56. Cumalıkızık köyü evleri.
Resim 57. Cumalıkızık köyü evleri.
Resim 58. Cumalıkızıkta bir sokak






Resim 59. Konaklayacağım otel.
Üzerinde filanca dizinin çekildiği otelde kahvaltı yaptınız mı gibi köy kültürüyle bağdaşmayan, ticari ve yakışıksız bir tabela görüyorsun. Diyorum ki etti ikiii…Otele girip odama hemen eşyamı koymak istiyorum. Oteldekiler siz yukarıda bir çay içerken biz odanızı hazırlayalım diyorlar. Tamam diyorum ve otelin restorant bölümünün üst katına çıkıyorum (Resim 60-62). Çay içerken çevremde gördüklerimi çekiyorum. Evler hep dipdibe. Bir rüzgar geçecek aralık bırakılmamış. Bulunduğum yerden bir türlü dağları görebileceğim bir açı yakalayamıyorum. Nedense bir büyükşehir ticari havasını burada bir köyde koklamak beni çok rahatsız ediyor. Başıma naylon poşet geçirilmiş gibiyim. Aslında benim için çoktan bitmiş olan bir filmi izlemek için kendimi zorluyorum. Odamın hazır olduğunu söylüyorlar. Karşı tarafa geçip odaya eşyalarımı bırakıyorum (Resim 63).
Resim 60. Restorantın üst bölümü.



Tam çıkacağım, görevli “oda ücretini önden alıyoruz” demez mi? Etti üüüç. Vallahi işbilmezliğin bu kadarı olur diyorum. Oda ücretini takdim ediyorum. Kendimi dışarı atıp sokaklarda birkaç fotoğraf çekeyim diyorum. Sokakların arasında yürürken sol tarafımda bir kalabalık görüyorum. Herhalde orada bir fırın var. Elinde Ramazan pidesiyle aşağıdan yaklaşan bir amcaya doğru objektifi doğrultuyorum. Çok geçmeden fotoğrafını çektiğim için beni azarlıyor. Şekeri düşmüş herhalde.
Resim 61. Bulunduğum yerde gördüklerim...

Resim 62. Bulunduğum yerde gördüklerim...


Resim 63. Konakladığım oda.


     Aşağıya doğru ilerleyip fırına yaklaşıyorum. İçerisi mis gibi pide kokuyor. Aslında içeriye girmeye çekiniyorum. Herhalde fotoğraf çekmek istesem beni yine birisi azarlar diyorum.

Binaların arasında yukarıdan geçen elektrik telleri giderek rahatsız etmeye başlıyor. Buraya dünyanın parası giriyor neden elektrik kabloları yerin altına inmemiş diyorum. Örneğin doğru dürüst yolu bile olmayan, “dağ başındaki” Pokut ve Sal yaylalarında kablolar yerin altına alınmış. Bu köy bu kadar turistik görünürken acaba neden böyle bir düzenleme yapılmamış? Biz turist olarak neden bu görüntü kirliliğini çekmek zorundayız gibi soruları kendime sormak durumunda kalıyorum. Her karede çirkin bir elektrik kablosu görünüyor. Yahu boşver diyorum Murat, burası da böyle işte. En güzel çıkabilecek fotoğraf bile bu sebepten çirkinleşiyor. Ve ben sanki tüm bunlar benim eksikliğim veya hatammış gibi bu kusurları örtecek bir açı yakalamaya çalışıyorum ama olmuyor.

      Gün batımı yaklaştıkça otele gidip akşam yemeği için birşeyler yiyeyim diyorum. Belli ki oradakilerin hepsi oruçluydu. Ben de orada bir köşe masaya oturdum. İftar olmasıyla birlikte sofralarda bir hareketlilik belirdi. Ben de işletme sahibinin önerdiği 10 üzerinden 7 verebileceğim güveçte köfte yedim (Resim 66). 
Resim 64. Aşağıda bir fırın var herhalde. Zaten mis gibi ekmek kokuyor.

Resim 65. Köydeki fırın.
Resim 66. Akşam yemeğim güveçte köfte. Tamı tamına 4( köfte).
 Yemekten sonra bir süre masada oturup oradaki bir kişiyle beni pek de açmayan bir şekilde sohbet ettik. Çıkıp bir hava alayım dedim ama sokaklar karanlıktı (Resim 67). Yahu ne yapacaktım ben? Sanki herşey günübirlikçiler için düzenlenmişti. Burada gece hiçbir faaliyet yoktu. Yine restorantın üst kısmına biraz oturayım bari dedim. Bir süre sonra artık kimse kalmadığı için odaya geçtim. 
Resim 67. Nispeten aydınlık sayılabilecek bir sokak görüntüsü.



Gece daha yeni başlıyordu ama haberim yoktu. Oda çok havasızdı. Acaba burada sivrisinek mi var? dedim kendime. Ertesi gün Uludağ’a gidecektim. Boşver pencereyi açma dedim. Ancak sivrisinekten kaçan ben acaba geceyi nasıl geçirecektim. Oda çok havasızdı yahu ve nedense uyuyamıyordum. Bir dakika… yatak yorgan da acayip kötü kokuyordu. Yandım! Acaba yerde mi yatsam? Gece ilerliyordu. Saat 1:30 olmuş hala bende uykudan eser yoktu. Derken dışarıdan bir ramazan davulcusu ritimle çalmaya başladı. Davulun sesinden biraz uzakta olduğunu anlayabiliyordum. Neyseki köy büyükçe birazdan uzaklaşır dedim. Tam tersine davulcu yaklaştı ve -göremedim ama- eminim ki otelin tam önünde dükkanı kurdu. Odada çalsa hiç farkı olmazdı inanın. Israrla hepimizi sokaklara dökmek istercesine olağanca hızıyla davula vuruyordu. Kardeşim bak ileride de müslümanlar var onlara da biraz davul çal dedim ama nafile. Yarım saat kulaklarımızı sağır ettikten sonra uzaklaştı. Davulun da etkisiyle benim gözler rakununki gibi olmuştu. Uyumak imkansızdı. Derken kısa bir sessizlik oldu. Hadi fırsat bu uyu artık dedim. Ardından bozuk hoparlörden sabah ezanı okunmaya başladı. Müezzin saba makamında …esselatü hayrün minnen nevm… derken içimden zaten uyuyamadık ki kardeşim dedim. Yarın sabah nasıl Uludağ’a gidecektim. Şimdiden 10 sıfır yeniktim. Gün ağarmaya kuşlar ötmeye başlamıştı ki içim geçmiş.

       Sabah 7:30 gibi kalktım, duş aldım. Ramazan olduğu için kahvaltı yapabilme şansım yoktu, çünkü işletme sahipleri ve çalışanlar ortada yoktu. Kameramı alıp biraz dolaştım. Şu ana kadar -aslında beklentim çok düşük olmasına karşın- işler bir türlü rast gitmemişti. Olsundu, bazen böyle olurdu. Belki de Ramazan ayından böyleydi. Dolaşırken burayı meşhur eden camiyi (Resim 68) ve dün pekçoğunu göremediğim evleri gördüm (Resim 69). Evlerin çevresindeki elektrik kablolarının görüntüyü ne kadar çirkinleştirdiği gün ışığında daha çok belli oluyordu. Ayrıca sokaklarda varoş sayılabilecek metruk ev veya bahçeler vardı.

Resim 68. Cumalıkızık cami. Elektrik kablolarına dikkat.
 
Resim 69. Cumalıkızık sokaklarında dolaşırken.

Aslında burada ortalama 100 yıllık Zekiye Hatun çeşmesi vardı. Köyde kime sorduysam bilemedi ve yanlış bildiğimi söylediler. Sonuçta beni yukarıda bir çeşmeye yönlendirdiler ki bu çeşme kesinlikle o değildi (Resim 70).
Resim 70. Köydeki bir çeşme.
Bir de burada “cin aralığı” diye geçen dar bir aralık var. Oraya doğru gittim ama sonra yahu ne işim var cinle deyip geri döndüm (Resim 71). 
Resim 71. Cin aralığına doğru giderken.


Bir başka sokaktan yukarıya dağlara doğru yönelmek istedim ama tüm yolların üst kısımı demir kapılarla kapalıydı. Dağlara doğru çıkmak imkansızdı. Özellikle kapatılmıştı. Yani ne köy ferahtı ne de köyün ulaşamadığın arka bölümü. Yarı açık cezaevi gibi… Burası ahududları ile ünlüydü ama ortada ne ahududu vardı ne de görebileceğin ahududu bahçesi. Hatta kahvaltıda bile önüme ahududu ile ilgili hiçbir şey gelmedi. Işbilmezlikten ve muhtemelen üç kuruşu hesap ettiklerinden diye düşünüyorum. Yani akşam yemeğinde müşteriye 4(dört) köfte verip doymasını bekleyen bir zihniyetten sabah kahvaltısında ne beklemek lazım? İnanın buradan çıktıktan sonra Alaçam köyüne gittim. Orada Uludağ’a çıktıktan sonra Necati Bey (Masklavi, Alaçam köyü) bana ahududu şerbeti ikram etti (Resim 72). Uludağ’ın gölleri ve Alaçam Köyü ile ilgili yazılarıma bakarsanız aradaki uçurumu açıkça görebilirsiniz. Ayrıca ayrılırken de 2 kutu taze toplanmış ahududu hediye etti. Yani konakladığım otelde isteseler ikram ederlerdi dostum. Ayıp. Ama Cumalıkızıkta herşey hesap-kitaplıydı… Otele dönüp kahvaltı yaptım. Ramazan olduğu için afyonu patlamamış olan çalışanlar nasıl olabildiyse kahvaltı hazırlayabilmişlerdi ve gerçekten güzeldi (Resim 73). Özel birşey var mıydı diye sorsanız cevabım kesinlikle yoktu olur ama yine de güzeldi. Çay benim için demlenmişti ve tazeydi. Zaten Cumalıkızıka kahvaltı için gelenleri hep duymuştum. Ramazanda bile güzel bir kahvaltı varsa başka zaman acaba nasıl olurdu diye sormaktan kendimi alamadım.
Resim 72. Alaçam köyünde Uludağ’ın göllerine çıktıktan sonra Necati Bey’in eşinin ikram ettiği cevizli börek, kiraz ve ahududu şerbeti.




Resim 73. Sabah kalvaltısının bir kısmı…

Kahvaltımı bitirdikten sonra hemen oradan ayrıldım. Buraya ilk ve son gelişimdi. Memnun olabilmek için bu kadar kendimi zorlamama karşın benim için hayalkırıklığı olmuştu burası. Köyün sokaklarının arasından arabama doğru ilerlerken  hissettiklerimi tekrar gözden geçirdim ve sadece kendimi bağlayacak şu sonuca vardım (siz farklı düşünebilirsiniz):

      Buraya sadece günübirlik kaçamak için gelinir, en fazla birkaç saat kalınır. 
      Burada konaklayacak sadece bir otel var ve yatak-yorganı (bana göre) kötü kokuyor. 
      Burada kahvaltı yapmak keyifli. Bir de o meşhur ahududu olsa ortalıkta. 
     Buradaki köylünün gözünü para bürümüş dostum ve çok kabalar. Güleryüz denen şeyin esamesi yok. Esnaflık nedir bilmiyorlar. Özellikle turistik anlamda bir yaklaşım kesinlikle yok. Eğitim şart.   
   Sokaklarındaki elektrik kabloları kaldırılmadıkça, Cumalıkızık sahip olması gereken ambiyansa asla kavuşamayacak. 
     4.ve 5. maddelerde belirttiğim konuların, benim yaşam süremde gerçekleşebileceğine inanmıyorum. Burada bir gün geçireceğime Alaçam köyüne giderim.