Mezitlerden geçtikten sonra Bursa’nın tabiat güzellikleri
kadar, aldığı göç de kanatimce dikkat çekici. Zira, bazı Türk boylarının, Osmanlıların,
ve nispeten yakın geçmişte doğu Karadeniz bölgesinden göç eden Gürcülerin
Uludağ’ın etekleri diyebileceğimiz Aksu, Alaçam, Cumalıkızık gibi köylerin
bulundukları bölgelere gelip, buraları kendilerine yeni vatan olarak seçtiklerini
duyuyoruz.
Özellikle Alaçam köyündeki iklimin Karadenize benzerliğinden, köyün Artvinli/Gürcü atalarının buraya yerleşmeye karar verme sebeplerini “keşfi” bir tecrübeyle anlamıştım. Benim için tarifsiz ve çok değişik bir duyguydu. İşte bu şirin mi şirin Alaçam köyüne şu ana kadar iki kez gittim ve sizlerle tecrübelerimi bu blogda paylaştım. Bunların ikincisinde, Alaçamdan Uludağ’ın göllerine çıkmadan önceki gün Cumalıkızık köyünde bir gece geçirdim…
Özellikle Alaçam köyündeki iklimin Karadenize benzerliğinden, köyün Artvinli/Gürcü atalarının buraya yerleşmeye karar verme sebeplerini “keşfi” bir tecrübeyle anlamıştım. Benim için tarifsiz ve çok değişik bir duyguydu. İşte bu şirin mi şirin Alaçam köyüne şu ana kadar iki kez gittim ve sizlerle tecrübelerimi bu blogda paylaştım. Bunların ikincisinde, Alaçamdan Uludağ’ın göllerine çıkmadan önceki gün Cumalıkızık köyünde bir gece geçirdim…
2014 yılı Temmuz ayının birinci
günüydü ve Ramazan ayının henüz başıydı. Gündüz Gölyazı bölgesini gezdikten
sonra, Ankara karayolunun 10. kilometresinde Cumalıkızık tabelasını kaçırmamaya
çalışarak sağ şeritten ilerliyordum. Bu bölgede yerleşim tam bir karmaşa. Bir
tarafta raylı sistem yetmiyormuş gibi birbirleriyle yarışırcasına giden
dolmuşlar, arabalar var.
Resim 51. Cumalıkızık’a yaklaşırken yamaç manzarası. |
Başını
diğer tarafa çevirdiğinde ise binlerce tabelanın olduğu çarpık yapılaşmalı
görüntü keşmekeşi bulunuyor. Ve ben de burada “Cumalıkızık” yol ayırımı
tabelasını kaçırmamaya çalışıyorum. Yol ayırımından güneye Uludağ yamaçlarına kıvrılarak
giden yol 3 km sonra bu şirin olduğu söylenilen Osmanlı köyüne sizi ulaştırıyor.
Köye vardığımda akşam gün batımı yaklaşıyordu ve yamaçlardaki bulutlar yavaş
yavaş kızıllaşmaya başlıyordu (Resim 51). Ben ise arkamda bıraktığım şehir
karmaşasından kurtulmanın verdiği hafiflikle sanki karşı yamaçtan paraşütle
atlamış gibiydim.
Kuruluşu 1300’lü yıllara dayanan ve
halen kullanılan ve restore edilmiş 180 civarında ev olan bu köy, UNESCO’nun
desteğini almış durumda. Köy, Yıldırım belediyesine bağlı ve hemen girişinde sağda
bir mezarlık ve duvarlarının önünde bir tabela var (Resim 52).
Resim 52. Köyün girişindeki tabela. |
Zemin
bir anda Arnavut kaldırımına dönüşüyor. Orjinal hali nasıldı bilemiyorum ama
bazı ara sokakların uzun zamandır böyle olduğu belli. Buraya birilerinin ödenek
aktardığını görüyorsunuz, çünkü normal bir köyden çok daha bakımlı görünüyor.
Arabayı bırakacak bir yer ararken, hemen soldaki bir okulun bahçesinin park
amacıyla kullanıldığını görüyorum (Resim 53).
Resim 53. Park amacıyla kullanılan okul bahçesi. |
Arabayı park edip iniyorum ki
yanımda beliren adam “yalnız ödemeyi hemen alıyoruz” demez mi! Köy değil miydi
burası kardeşim? Sen büyükşehir otoparkçı uyanıklık seviyesine burada nasıl
ulaşabildin? Bir anda büsbütün keyfim kaçıyor. Veriyorum hemen üç kuruşluk park
ücretini. Aslında arabaya atlayıp gidesim geliyor ama kendimi tutuyorum.
Sırt çantamı alıp konaklayacağım
otele doğru yürüyorum. Köy meydanı, çevresinde benzer şekilde boyanmış evlerle
çevrelenmiş ve içinde çınar ağaçları bulunan genişçe bir alan. Burada büyük bir
kısmı kapanmış, bir kısmı da kapanmakta olan tezgahlar görüyorum (Resim 54 ve
55).
Buradaki evlerin restore edildikleri çok belli ve bunu köylülerin
kendi olanaklarıyla yapmadığını bir bakışta anlıyorsunuz. İlerideki sokağın
arasından geçerek ilerliyorum ve bu arada da çevremdeki ev manzaralarının
fotoğraflarını çekiyorum (Resim 56-58). Genellikle 1-2 katlı ahşap veya altı
taş üstü ahşap olan cumbalı evler karşınıza çıkıyor. Birbirine benzer mimari ve
canlı renkler birçok insanın ne kadar ilgisini çekiyor olsa ki bu kadarcık
değişiklik bile bir köye turistik kimlik kazandırmaya yetebiliyor. Hemen
ileride solda konaklayacağım oteli görüyorum (Resim 59).
Resim 54. Köy meydanı. |
Resim 55. Köy meydanında tezgahını toplayan bir bayan. |
Resim 56. Cumalıkızık köyü evleri. |
Resim 57. Cumalıkızık köyü evleri. |
Resim 58. Cumalıkızıkta bir sokak |
Resim 59. Konaklayacağım otel. |
Üzerinde
filanca dizinin çekildiği otelde kahvaltı yaptınız mı gibi köy kültürüyle
bağdaşmayan, ticari ve yakışıksız bir tabela görüyorsun. Diyorum ki etti
ikiii…Otele girip odama hemen eşyamı koymak istiyorum. Oteldekiler siz yukarıda
bir çay içerken biz odanızı hazırlayalım diyorlar. Tamam diyorum ve otelin
restorant bölümünün üst katına çıkıyorum (Resim 60-62). Çay içerken çevremde
gördüklerimi çekiyorum. Evler hep dipdibe. Bir rüzgar geçecek aralık
bırakılmamış. Bulunduğum yerden bir türlü dağları görebileceğim bir açı
yakalayamıyorum. Nedense bir büyükşehir ticari havasını burada bir köyde
koklamak beni çok rahatsız ediyor. Başıma naylon poşet geçirilmiş gibiyim.
Aslında benim için çoktan bitmiş olan bir filmi izlemek için kendimi
zorluyorum. Odamın hazır olduğunu söylüyorlar. Karşı tarafa geçip odaya
eşyalarımı bırakıyorum (Resim 63).
Resim 60. Restorantın üst bölümü. |
Tam
çıkacağım, görevli “oda ücretini önden alıyoruz” demez mi? Etti üüüç. Vallahi
işbilmezliğin bu kadarı olur diyorum. Oda ücretini takdim ediyorum. Kendimi
dışarı atıp sokaklarda birkaç fotoğraf çekeyim diyorum. Sokakların arasında
yürürken sol tarafımda bir kalabalık görüyorum. Herhalde orada bir fırın var.
Elinde Ramazan pidesiyle aşağıdan yaklaşan bir amcaya doğru objektifi
doğrultuyorum. Çok geçmeden fotoğrafını çektiğim için beni azarlıyor. Şekeri
düşmüş herhalde.
Resim 61. Bulunduğum yerde gördüklerim... |
Resim 62. Bulunduğum yerde gördüklerim... |
Resim 63. Konakladığım oda. |
Aşağıya doğru ilerleyip fırına yaklaşıyorum.
İçerisi mis gibi pide kokuyor. Aslında içeriye girmeye çekiniyorum. Herhalde
fotoğraf çekmek istesem beni yine birisi azarlar diyorum.
Binaların
arasında yukarıdan geçen elektrik telleri giderek rahatsız etmeye başlıyor.
Buraya dünyanın parası giriyor neden elektrik kabloları yerin altına inmemiş
diyorum. Örneğin doğru dürüst yolu bile olmayan, “dağ başındaki” Pokut ve Sal yaylalarında kablolar yerin altına alınmış. Bu köy bu kadar turistik görünürken
acaba neden böyle bir düzenleme yapılmamış? Biz turist olarak neden bu görüntü
kirliliğini çekmek zorundayız gibi soruları kendime sormak durumunda kalıyorum.
Her karede çirkin bir elektrik kablosu görünüyor. Yahu boşver diyorum Murat,
burası da böyle işte. En güzel çıkabilecek fotoğraf bile bu sebepten
çirkinleşiyor. Ve ben sanki tüm bunlar benim eksikliğim veya hatammış gibi bu
kusurları örtecek bir açı yakalamaya çalışıyorum ama olmuyor.
Gün batımı yaklaştıkça otele gidip
akşam yemeği için birşeyler yiyeyim diyorum. Belli ki oradakilerin hepsi
oruçluydu. Ben de orada bir köşe masaya oturdum. İftar olmasıyla birlikte
sofralarda bir hareketlilik belirdi. Ben de işletme sahibinin önerdiği 10 üzerinden
7 verebileceğim güveçte köfte yedim (Resim 66).
Resim 64. Aşağıda bir fırın var herhalde. Zaten mis gibi ekmek kokuyor. |
Resim 65. Köydeki fırın. |
Resim 66. Akşam yemeğim güveçte köfte. Tamı tamına 4( köfte). |
Yemekten sonra bir süre masada
oturup oradaki bir kişiyle beni pek de açmayan bir şekilde sohbet ettik. Çıkıp
bir hava alayım dedim ama sokaklar karanlıktı (Resim 67). Yahu ne yapacaktım
ben? Sanki herşey günübirlikçiler için düzenlenmişti. Burada gece hiçbir
faaliyet yoktu. Yine restorantın üst kısmına biraz oturayım bari dedim. Bir
süre sonra artık kimse kalmadığı için odaya geçtim.
Resim 67. Nispeten aydınlık sayılabilecek bir sokak görüntüsü. |
Gece daha yeni başlıyordu ama
haberim yoktu. Oda çok havasızdı. Acaba burada sivrisinek mi var? dedim kendime.
Ertesi gün Uludağ’a gidecektim. Boşver pencereyi açma dedim. Ancak
sivrisinekten kaçan ben acaba geceyi nasıl geçirecektim. Oda çok havasızdı yahu
ve nedense uyuyamıyordum. Bir dakika… yatak yorgan da acayip kötü kokuyordu.
Yandım! Acaba yerde mi yatsam? Gece ilerliyordu. Saat 1:30 olmuş hala bende
uykudan eser yoktu. Derken dışarıdan bir ramazan davulcusu ritimle çalmaya
başladı. Davulun sesinden biraz uzakta olduğunu anlayabiliyordum. Neyseki köy
büyükçe birazdan uzaklaşır dedim. Tam tersine davulcu yaklaştı ve -göremedim
ama- eminim ki otelin tam önünde dükkanı kurdu. Odada çalsa hiç farkı olmazdı
inanın. Israrla hepimizi sokaklara dökmek istercesine olağanca hızıyla davula
vuruyordu. Kardeşim bak ileride de müslümanlar var onlara da biraz davul çal dedim
ama nafile. Yarım saat kulaklarımızı sağır ettikten sonra uzaklaştı. Davulun da
etkisiyle benim gözler rakununki gibi olmuştu. Uyumak imkansızdı. Derken kısa
bir sessizlik oldu. Hadi fırsat bu uyu artık dedim. Ardından bozuk hoparlörden
sabah ezanı okunmaya başladı. Müezzin saba makamında …esselatü hayrün minnen nevm… derken içimden zaten uyuyamadık ki
kardeşim dedim. Yarın sabah nasıl Uludağ’a gidecektim. Şimdiden 10 sıfır
yeniktim. Gün ağarmaya kuşlar ötmeye başlamıştı ki içim geçmiş.
Sabah
7:30 gibi kalktım, duş aldım. Ramazan olduğu için kahvaltı yapabilme şansım
yoktu, çünkü işletme sahipleri ve çalışanlar ortada yoktu. Kameramı alıp biraz
dolaştım. Şu ana kadar -aslında beklentim çok düşük olmasına karşın- işler bir
türlü rast gitmemişti. Olsundu, bazen böyle olurdu. Belki de Ramazan ayından
böyleydi. Dolaşırken burayı meşhur eden camiyi (Resim 68) ve dün pekçoğunu
göremediğim evleri gördüm (Resim 69). Evlerin çevresindeki elektrik kablolarının
görüntüyü ne kadar çirkinleştirdiği gün ışığında daha çok belli oluyordu.
Ayrıca sokaklarda varoş sayılabilecek metruk ev veya bahçeler vardı.
Resim 68. Cumalıkızık cami. Elektrik kablolarına dikkat. |
Aslında burada ortalama 100 yıllık
Zekiye Hatun çeşmesi vardı. Köyde kime sorduysam bilemedi ve yanlış bildiğimi
söylediler. Sonuçta beni yukarıda bir çeşmeye yönlendirdiler ki bu çeşme kesinlikle
o değildi (Resim 70).
Resim 70. Köydeki bir çeşme. |
Bir de burada “cin aralığı” diye
geçen dar bir aralık var. Oraya doğru gittim ama sonra yahu ne işim var cinle
deyip geri döndüm (Resim 71).
Resim 71. Cin aralığına doğru giderken. |
Bir başka sokaktan yukarıya
dağlara doğru yönelmek istedim ama tüm yolların üst kısımı demir kapılarla kapalıydı.
Dağlara doğru çıkmak imkansızdı. Özellikle kapatılmıştı. Yani ne köy ferahtı ne
de köyün ulaşamadığın arka bölümü. Yarı açık cezaevi gibi… Burası ahududları
ile ünlüydü ama ortada ne ahududu vardı ne de görebileceğin ahududu bahçesi.
Hatta kahvaltıda bile önüme ahududu ile ilgili hiçbir şey gelmedi. Işbilmezlikten
ve muhtemelen üç kuruşu hesap ettiklerinden diye düşünüyorum. Yani akşam
yemeğinde müşteriye 4(dört) köfte verip doymasını bekleyen bir zihniyetten sabah
kahvaltısında ne beklemek lazım? İnanın buradan çıktıktan sonra Alaçam köyüne
gittim. Orada Uludağ’a çıktıktan sonra Necati Bey (Masklavi, Alaçam köyü)
bana ahududu şerbeti ikram etti (Resim 72). Uludağ’ın gölleri ve Alaçam Köyü ile
ilgili yazılarıma bakarsanız aradaki uçurumu açıkça görebilirsiniz. Ayrıca
ayrılırken de 2 kutu taze toplanmış ahududu hediye etti. Yani konakladığım
otelde isteseler ikram ederlerdi dostum. Ayıp. Ama Cumalıkızıkta herşey hesap-kitaplıydı…
Otele dönüp kahvaltı yaptım. Ramazan olduğu için afyonu patlamamış olan
çalışanlar nasıl olabildiyse kahvaltı hazırlayabilmişlerdi ve gerçekten güzeldi
(Resim 73). Özel birşey var mıydı diye sorsanız cevabım kesinlikle yoktu olur
ama yine de güzeldi. Çay benim için demlenmişti ve tazeydi. Zaten Cumalıkızıka
kahvaltı için gelenleri hep duymuştum. Ramazanda bile güzel bir kahvaltı varsa
başka zaman acaba nasıl olurdu diye sormaktan kendimi alamadım.
Resim 72. Alaçam köyünde Uludağ’ın göllerine çıktıktan sonra Necati Bey’in eşinin ikram ettiği cevizli börek, kiraz ve ahududu şerbeti. |
Resim 73.
Sabah kalvaltısının bir kısmı…
|
Kahvaltımı bitirdikten sonra hemen
oradan ayrıldım. Buraya ilk ve son gelişimdi. Memnun olabilmek için bu kadar
kendimi zorlamama karşın benim için hayalkırıklığı olmuştu burası. Köyün
sokaklarının arasından arabama doğru ilerlerken hissettiklerimi tekrar gözden geçirdim ve sadece
kendimi bağlayacak şu sonuca vardım (siz farklı düşünebilirsiniz):
Buraya
sadece günübirlik kaçamak için gelinir, en fazla birkaç saat kalınır.
Burada
konaklayacak sadece bir otel var ve yatak-yorganı (bana göre) kötü kokuyor.
Burada
kahvaltı yapmak keyifli. Bir de o meşhur ahududu olsa ortalıkta.
Buradaki
köylünün gözünü para bürümüş dostum ve çok kabalar. Güleryüz denen şeyin esamesi
yok. Esnaflık nedir bilmiyorlar. Özellikle turistik anlamda bir yaklaşım
kesinlikle yok. Eğitim şart.
Sokaklarındaki elektrik kabloları kaldırılmadıkça, Cumalıkızık sahip olması gereken ambiyansa asla kavuşamayacak.
Sokaklarındaki elektrik kabloları kaldırılmadıkça, Cumalıkızık sahip olması gereken ambiyansa asla kavuşamayacak.
4.ve 5. maddelerde
belirttiğim konuların, benim yaşam süremde gerçekleşebileceğine inanmıyorum. Burada
bir gün geçireceğime Alaçam köyüne giderim.