Uzundere şelalesi Aybastı ilçesine bağlı Uzundere köyünde bulunuyor ve
Türkiye’nin en yüksek şelalesi olduğu söyleniyor. Toplam yüksekliğinin
kademeleriyle birlikte 120 m civarında olduğunu internetteki bir kaynaktan
öğrendim.
Ne kadar doğru bilmem. Bu şelaleye de bu satırları yazana kadar iki kez (Mart ve Nisan 2014) gittik. Bunu özellikle hep belirtmek istiyorum. Çünkü, bir yer hakkında yazı yazmadan önce aslında amacım birkaç kez gidip, gerçekten elimde kayıda değer bir materyal olduğundan emin olduktan sonra kalemi elime almak. Ancak bu maalesef her zaman mümkün olamıyor.
Ne kadar doğru bilmem. Bu şelaleye de bu satırları yazana kadar iki kez (Mart ve Nisan 2014) gittik. Bunu özellikle hep belirtmek istiyorum. Çünkü, bir yer hakkında yazı yazmadan önce aslında amacım birkaç kez gidip, gerçekten elimde kayıda değer bir materyal olduğundan emin olduktan sonra kalemi elime almak. Ancak bu maalesef her zaman mümkün olamıyor.
Şelaleye ilk gidişimizde hava kısmen
güneşli, kısmen kapalıydı. Ordu’da Mart sonu ve Nisan ayında “Mart pusu” denen
bir doğa olayı gerçekleşiyor. Hadise şöyle: Sabah kalktığınızda günlük güneşlik
bir hava ile uyanıyorsunuz. Tam ne güzel bir gün olacak diye denize
baktığınızda deniz yönünden yaklaşmakta olan yoğun bir sis tabakası geliyor ve
yarım saat içinde tüm koyu kaplıyor. Hava bir anda kapıyor, soğuyor ve tüm keyfiniz
kaçıyor. Ama bu durum bazen hemen yakındaki Perşembe sahilini
etkilemeyebiliyor. Dahası, sis tabakası kalın olmadığından, Boztepeye
çıktığınızda sis örtüsü altındaki Ordu’yu görebiliyorsunuz (Resim 73).
Resim 73. Boztepe mevkiinden Mart pusu altındaki Ordu. |
Dönelim biz şelaleye. Aybastı’yı geçip Uzundere köyüne doğru yaklaştıkça,
yol tamamen toprak yol olmaya başlamıştı. Bu sorun değildi ama biz gelmeden
önce yağmur da yağmıştı. Aracım patinaj yapmaya ve kaymaya başlamıştı. Çamurda
kaymaktan kısa tepeleri bile çıkamaz hale gelmiştik ve yağmur yine yağmaya
başlamıştı. Çok yol gelmiştik ama sanki daha da gitmemiz gerekiyordu. Bu sırada
köy evlerinin arasında bir yerdeydik. Ordu bölgesindeki seyahatlerimde
vazgeçilmez yol arkadaşım Bora hemen arabadan inip orada oturan insanlara
şelaleye ne kadar yol olduğunu sormaya gitti. Ben ise aracımın çamurdaki
performansının kötü olduğunu bildiğim için acaba ısrar etmeyip geri mi dönsek
diye düşünüyordum. Yanımda iki kişi
(Bora Aşar ve Dr. Ersan Çelik) vardı ve onları risk altına atmak
istemiyordum.
Meğerse bizim arkadaşlar yürümeye de meraklıymış. Şelaleye 45 dakikalık
yürümelik yol olduğunu öğrendikten sonra tabana kuvvet gitmeye başladık. Ben dize
kadar balıkçı çizmelerimle iki arkadaşa kıyasla çok sosyetik kalıyordum. Onlar
çamurdan korunmak için pantolonlarının paçalarını çoraplarını içine sokmak
durumunda kalmışlardı. Yani kendime bir profesör kıyağı çekmiştim. Ama ne
kıyak...
Bir tepeden aşağıya indikten sonra aşağıda bir köyün olduğunu gördük. Sanıyorum
bu işte o Uzundere köyüydü. Çok sakindi. Neredeyse kimse ortalıkta yoktu (Resim
74).
Resim 74. Uzundere köyü. |
Yolda oynayan bir çocuk gördüm. Elinde ağaç dallarından yapılmış bir ok ve yay tutuyordu. Bu aslan parçasına bana bir poz vermesini rica ettim. Beni kırmadı (Resim 75).
Resim 75. Uzundere köyündeki çoçuk. |
İçim aslında bu sırada bir hayli burkulmuştu ve bir sonraki gidişimde de bu
duygunun pek de yersiz olmadığını anladım. İkinci gidişimde de aynı çocuğu aynı
oyuncak ile gördüm. Muhtemelen tek oyuncağı elindekiydi. Köyün içinden geçip
yukarıya doğru yola koyulduk. Üstteki yolda bir adam ve muhtemelen onun kızı
olan bir kız çocuk karşılaştık. Onlar da yürüyorlardı. Yolu sorduk. “Birşey
değil, on dakikalık bir yol” dediler. Sevindik, biraz daha hızlı yürümeye
başladık. Hava serin sayılırdı, montsuz gezilecek gibi değildi. Düşündüm. Şu
ana kadar keçe-külah gezindiğim köyler arasında henüz “paltosu” olan bir tek
insanla karşılaşmamıştım. En fazla üstüste iki kazak giyebiliyorlardı. Araba
olmadığı için de hep yürüyorlardı genci, yaşlısı. Hatta -şaka değil tamamen
gerçek- 2014 yerel seçimlerinde Mesudiye ilçesinde bir köydeki muhtar seçimini
kazanan adayın, seçime günler kala bir minibüs satın alıp köylüyü taşıdığı için
kazanabildiğini öğrendim. Yani anlayacağın sevgili dostum, durum sandığın gibi
değil. Hani neden yumuşacık sıcak yatağında köylerdeki o insanlara kızıp, parayla
oyunu satıyor diye eleştiriyorsun, kızıyorsun ya, lütfen çaresiziklerini bir
daha düşün. Düşünelim ve çaresize çare olalım. Gül ağacından masalarda
arkadaşlarınla memleketi kurtarmayı bırakıp, önce gerçekle tanışmak lazım. Bir
çoğumuz onları, onlar da büyükşehirliyi hiç bilmiyor, emin olun. Bu insanların
cebinde nakit 100 lirası olan %10 kesinlikle değildir. Teknoloji yok denecek
düzeyde, kim buraya gelip, ülke ve dünya hakkında ne diyorsa doğru sanki o.
Ancak, 2014 yerel seçimlerinden sonra dikkatimi çeken bir nokta da insanlarda
tarif edemediğim bir çekingenliğin olmasıydı. Daha önceden bir yabancıyı
gördüklerinde sanki daha rahat oluyorlarmış gibi geliyordu bana. Hatta ikinci
gidişimizde yolda kalın kaşlı, mavi gözlü bir amca görüp portresini çekmek
istedim (Resim 76). Fotoğrafını birilerine vereceğimden korktu. Tam anlamadım
söylediklerini, bizi acaba kim zannetmişti? Zaten gider-ayak bir iki kare
çektikten sonra hemen uzaklaşıp, “çekeceksen arkadan çek” dedi ve ineklerinin
yanına gitti. Bu gerçekten buralarda görmeye alışık olmadığım bir insan
manzarasıydı.
Resim 76. Portresini çekmeme izin verdikten sonra
ineklerinin yanına giden amca.
|
Yolumuza devam ettik. Bir süre daha gittikten sonra uzaktan şelalenin sesi
gelmeye başladı. Yol bitmişti. Tamamen çim olan bir patikadan yürüyorduk ve
şiirsel bir ambiyansı vardı. Bora ve Ersan önden hızlıca giderken, ben de oradaki
çiçeklerin fotoğrafını çekmeye çalışıyordum.
Resim 76. Uzundere şelalesine yaklaşırken şelalenin sesini duuyabileceğiniz kadar yakındaki patika yol. |
Maalesef nefes nefese kaldığım için doğru düzgün birşeyler yakalayamadım.
Yola devam edip onların gittiği çok dar patikadan tırmanıp, şelalenin üst
kısmına çıktım. Uzundere şelalesine ilk seyahatimizde sadece üst kademesinden
fotoğraf çekebildim (Resim 77). Açıkça kaç kademesi var tam bilmiyorum ama
üstteki kısmından fotoğraf çektikten sonra alt kısmına ortalama 50-70 derecelik
eğimli bir yamaçtan inerek ulaşmaya çalıştım. Biraz zor oldu ama tam indiğimde
de yağmur ve şiddetli dolu indirmeye başladı.
Dolu öylesine yoğun bir şekilde yağıyordu ki şelalenin sesi ayırt
edilemiyordu. Bence cennet böyle birşey olmalıydı. İnanılmaz keyifliydim ama
yanımda şemsiyem olmadığı için fotoğraf makinam ıslanmadan nasıl çekim
yapacağımı düşünüyordum. Bu arada da Bora ve Ersan’ın ruh hali benden bir hayli
farklıydı. Üzerlerindeki tüm giyecekleri “sucuk” gibi ıslanmış ve öylesine su
ile doymuştu ki elbiselerinden su damlıyordu. Saçları başlarına yapışmış ve
sürekli su damlaları yüzlerinden aşağıya damlıyordu. Sadece ıslanmamış,
üşümüşlerdi. “Gidelim artık hocam” dediler, çok acıklı baktılar. Ama bir sürü
yol gelmiştik ve işi yarım bırakmak istemiyordum. Ben de ilk defa- nasıl olduysa-
“bir kare çekmeden ayrılmam. Bir agaç kovuğunda birkaç dakika saklanın” dedim
ama çekim yapmak yoğun doludan bu mümkün olamadı. Zaten ağaç kovuğu da yoktu. Tamamen
iliklerimize kadar ıslanmış bir halde 45 dakika geri arabaya yürüdük. Hava da
iyice soğumuş ve kar da bazı yerlerde yağmaya başlamıştı. Arabaya vardığımızda
oradaki bir anneden havlu istedik, kurulanıp arabaya bindik ve geri döndük. Tam
bir maceraydı. Çok ıslanmıştık, üşümüştük ama bir o kadar da keyif almıştık.
Arabadaki klimayı sonuna kadar açıp kuruduk ve ısındık. Soğuktan üşüyen
kulaklarımız da ısınıp ateşten kıpkırmızı oldu, şişti. Bir de neden böyle bir
işe kalkıştığımızı anlasaydık keyfimize diyecek olmazdı ama gönül her sorunun
cevabını vermiyor dostum.
Şelaleye ikinci ziyaretimizde ise hava parçalı bulutluydu ve Bora ile
Perşembe yaylasından oraya geçmiştik. Yol açık olduğu için şelalenin çok
yakınına kadar arabayla gittik ve hemen yürüyüp alt kademeye indik. Uzundere
şelalesi’nin alt kademesi benim Ordu’da gördüğüm en zarif şelale. Çevresinde
olabildiğince fotoğraf çekmeye çalıştım (Resim 78-81). Tabi buralarda şelale
fotoğrafı çekmek Ankara Güven parkta fıskiye fotoğrafı çekmeye benzemiyor.
İnanılmaz bir haz. Çekimleri tamamladıktan sonra yine yağmur yağmaya başladı.
Neyse ki bu sefer yarım kalan işimi tamamlamış olmuştum. İçim rahattı. Telaş
etmeden yavaş yavaş dönüş için yola koyulduk.
Resim 78. Uzundere şelalesi. |
Resim 80. Uzundere şelalesi. |