Şelale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şelale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2016 Pazartesi

İzlanda: Gullfoss, Seljalandsfoss ve Skogafoss



GeyserStrokkur’dan ayrıldıktan sonra kuzeydoğuya doğru devam ettik. 10-15 dakika kadar uzakta bu bölgenin en güzel şelalelerinden biri olan Gullfoss’a gidecektik (Şekil 19). Bundan sonra yaptıklarımızın çok büyük bölümü planımızın içindeydi. Yola çıktıktan kısa bir süre sonra yoldaki asfalt kayboldu ve kısmen düzgün denilebilecek stabilize yola dönüştü.
 
Şekil 19. Gullfoss (F). Haritadan dikkat edilirse şelaleden akan suların ilerideki bir buzul gölünden geldiği görülebilir.
 
Şekil 20. Lupinus nootkatensis çiçekleri ve arkada buzullar.
“Reykjavik’tenReykjavik’e Büyük İzlanda Turu” yazımda bahsetmiş olduğum Lupinus nootkatensis veya Alaskan Lupine çiçeklerinin olduğu geniş alanlar arkada yukarıdaki haritada görülen buzulla birlikte görülüyordu (Şekil 20). Çiçeklerin görüntüsü gerçekten arkadaki buzul ve temmuzda esen buz gibi rüzgarla öylesine uyum içindeydi ki. Moralimizi her ne kadar çok etkilemese de bir anda fırın gibi olan Ankara’dan (36 derece) gündüz en yüksek sıcaklığın 13-15 derece olan bir yere gelmiştik. Ancak, buradaki 13 derece bile Ankara’daki 13 derece gibi hissedilmiyordu inanın. Belki buzul bölgesinden esen rüzgardan olsa gerek. Tabi içimize sadece termalleri giymiş değildik. Yürüyen lahana gibi kat kat giyinip olabildiğince esen rüzgardan korunmaya çalışıyorduk. Seyahatimizin hemen başında hava değişiminden soğuk algınlığı geçirmemek için bir iki gün önlem almakta fayda vardı. Çiçeklerin olduğu bölgede fotoğraf çekip ilerledik. Yolumuzun sağ tarafında gösterişsiz bir yol ayırımıyla Gullfoss şelalesine ulaşılıyordu. Biz bunu ilk oradan geçtiğimizde göremedik, çünkü tabela bile yoktu. Herhalde 15 dakika kadar daha ilerledikten sonra yol yavaş yavaş stabilize yola dönüştüğünde geçmiş olacağımızı düşünüp geri döndük. Arabayı sürerken pencereyi açtım. Benim gibi şelale delisi mutlaka ona yaklaşırken sesini duyar dedim. Öyle de oldu. Çok yaklaşıp geçtiğimizde arkamızda kaldı dedim. Yine döndük. O gösterişsiz ve ilerisinde küçük bir tesis olan alanı gördük (Şekil 21).
Şekil 21. Gullfoss’a giderken yürüyüş yolu.
Herhalde dedik burası. Park ettik. Oradaki bir kişiye hemen sorup onayladım. Doğruydu. İleriye doğru uzanan ahşap bir yürüyüş yolu şelaleye götürüyordu. Buraya beton dökmeyi (!) akıl etmemişti İzlandalı. Aşağıdan şelalenin giderek artan sesi ve yukarıdaki fotoğraftan da görülebileceği gibi şelaleden saçılan pulverize su uzaktan görülüyordu. Belli ki büyük bir şelaleydi. Ben İzlanda’ya gelirken gidilecek yerler listesine birçok şelale ekledim. Bunlardan sadece iki tanesi için anayoldan sapıp ilave gitmek gerekiyordu. Biri buydu. Diğeri de kuzeydeki Dettifoss. O gerçekten muazzam bir şelale. Şelaleye vardığımızda oldukça sert ve soğuk bir rüzgarın olduğunu, kimi yerde sizi sarsabileceğini söyleyebilrim. Karşıdan gelen pulverize su yağmuru altında fotoğraf çekmek neredeyse imkansızdı. Kamerayı bir an için çıkarıp fotoğraf çekip hemen, kurulayıp tekrar saklıyordum, çünkü anında hem objektif hem de body ıslanıyordu bu mesafeden (Şekil 22).
Şekil 22. Gullfoss.
Henüz seyahatimizin başında kameramda bu yoğun pulverize su yağmurunda bir arıza gelişmesinden çekindiğim için sadece bunun gibi birkaç fotoğraf çektim. Yedek kameram vardı ama yine de risk almak istemedim. Oradan ayrıldık. Şimdi buradan sonra artık güneye doğru hareket edecek ve Seljalandsfoss şelalesine gidecektik. Evet, bugün biraz şelaleli bir gün olacaktı, çünkü bu bölgede İzlanda’nın ünlü şelalelerinden birkaç tanesi var. Hava kapalı ve hafif yağmurluydu. Bir tesiste durup kahve içtik. Keyfimiz yerindeydi. Güneye indikten sonra artık halkaya oturmuş olacaktık. Seyahatimiz nispeten basitleşecekti. En azından Höfn’e kadar hangi yola sapmamız gerektiğini hiç düşünmeyecektik. Çünkü öyle bir yol rotamızın üzerinde yoktu. Bu seyahatte İzlanda’nın dağlık bölgelerine özellikle Landmannalaugar’a gitmeyi istememe karşın aracımız müsait olmadığı için gitmedik. Ancak, zamanımız daha geniş olsaydı sadece oraya giden ve örneğin Jökulsarlon bölgesinden kalkan turlar vardı. Seljalandsfoss’a giden yol görsel olarak çok eğlenceli olmasa da çok sık insanda Karadeniz’de dolaşıyormuşsunuz hissi uyandırıyor.
Şekil 23. Gullfoss-Seljalandsfoss arası rota. Reykholt üzerinden biraz daha kısa bir yol.
Seljalandsfoss ve bundan daha büyük olan Skogafoss yolda ilerlerken görülebilecek şelaleler. Asla kaçırmazsınız. Ben yine de bu yazıda her iki şelaleye ait birçok fotoğraf koyup bu ifademi pekiştireceğim (Şekil 24).
Şekil 24. Seljalandsfoss anayoldan böyle görünüyor. Nispeten “zarif bir şelale”.
Şelale fotoğraflarının en büyük faydası onların neye benzediklerini hafızaya almak ve böylelikle hemen tanımak. Yine de ben daha önceden Seljalandsfoss’un birçok fotoğrafını görmeme karşın, böyle uzaktan çekilmiş bir fotoğrafını görmediğimden uzaktan hamsiyi gören Karadeniz’li gibi acaba Samsun mu yoksa Perşembe hamsisi mi hemen ayırt edemedim. Ancak, bu şelale dünyadan birçok fotoğrafçının uğrak yeri... Seljalandsfoss, birkaç yıl önce patlayan ve adının telafuz güçlüğüyle ünlenen Eyjafjallajökull yanardağının buzulunun devamı olan Seljalands nehrininden kaynaklanan ve ortalama 60 m kadar yüksekten dökülen bir şelale. Yoldan sola doğru ayrılan bir tali yol ile otoparka ulaşılabiliyor. Tahmin edebileceğiniz gibi burada oldukça fazla turist var. Çok büyük olmamakla birlikte otoparkın yanında tuvalet de var ama tesis olarak çok birşey beklemeyin. Toprak bir yürüyüş yolu ile şelalenin yanına ve oradan da merdivenlerle şelalenin arka bölümüne rahatlıkla geçebilmek mümkün (Şekil 25 ve 26). Burada biraz ıslanırsınız ama Gullfoss kadar sanmam. Çok estetik ve zarif bir şelale. Keşke biz buraya geldiğimizde hava güzel olsaydı... Burada 15 dakika kadar dolaşıp fotoğraf çektikten sonra yola devam ediyoruz.
Şekil 25. Seljalandsfoss ve yanındaki merdivenler. Şelalenin arka böümüne geçenleri de görebilirsiniz biraz yakın çekim.
Ortalama 30 km kadar doğuda bizi bekleyen Skogafoss’a doğru ilerliyoruz. Skogafoss, Skoga nehrinin denize dökülme noktasında ve denize oldukça yakın sayılabilecek genişçe (25) ve 60 m yüksekliğinde bir şelale. İzlandadaki birkaç fantastik şelale arasında belki de turistlerin buraya çok gelmesinin de etkisi olarak en meşhur şelalesi diyebilirim. Şelaleye daha yaklaşırken size koca bir merhaba diyor (Şekil 28). Burası sanki panayır alanı gibi (Şekil 29). Coldplay şurada bir konser yapsa yıkılırdı İzlanda diye düşündüm. Her yerde çadırlar ve turistler dolu. Büyük çoğunluğu genç turistler. Yaş ortalamaları 20-35 arasında kişiler. Daha gençler de var, hem de çok. Zaten artık giderek doğuya yer değiştirdiğimizden yaşlı turist, özellikle turist kafileleri adeta birdenbire buharlaştı. Skogafoss gerçekten çok güzel ve seyretmeye doyamayacağınız bir şelale. Burası İzlandalılar arasında da çok popüler. Düğün fotoğrafı
Şekil 26. Seljalandsfoss kısmen arka yukarıdan bakış.
Şekil 27. Skogafoss’a gidiş...
 
Şekil 28. Skogafoss.

Şekil 29. Skogafoss.
 
çektirmek için yaz kış buralara gelen çiftler çok. Şelalenin düştüğü yere çok yaklaşamıyorsunuz, çünkü inanılmaz pulverize su bulutu sizi bir saniyeden kısa sürede sırılsıklam yapabiliyor. Yan tarafında yukarıya uzanan bir merdiven var. Merdiven benden 10 tam not aldı. Her mevsim için yapılmış, sağlam ve asla kaymayacak bir tasarım (Şekil 30). Burada yürüyüş yolunun hemen başında içinde tuvaletinin de bulunduğu ve oradaki kampingcilere hizmet eden bizdeki sokak tostcularına benzeyen bir iki tesis olmakla birlikte, buranın hemen çevresinde birçok otel var. Ben de işte bu şelalenin cazibesiyle buradaki otellerden birisinde konaklama ayarlamıştım. Zaten doğuya doğru gidildikçe, otel seçenekleri apansız düşüyor ve çoğu 2 veya 3 yıldızlı olan, bir ailenin işlettiği adının otel olarak booking.com’da geçen “evler”. Yani banyo-tuvalet olayı bir anda müşterek oluyor. Evet öyle şekerim. Buralara geleceksen bunu bilesin. Ben, örneğin Skogafoss’daki belkide en doğrudüzgün ve büyük görünen ve otel görünümlü otelden (2 yıldızlı- Hotel Edda Skogar) booking.com’da rezervasyon yapmama karşın, otelde orada bu gerçekle karşılaşınca (sonradan göreceklerimi bilemeyeceğimden) önce kısa süreli bir şaşırdım. Resepsiyondaki görevliye bir hata olup olmadığını sorduğumda sadece otelde değil, ülkenin birçok yerindeki otelde durumun böyle olduğunu söyledi. Yapacak birşey yoktu. Kadir abi de durumu yadırgadı başta ama burası böyleydi. Banyo ile ilgili daha değişik fantazi yerler de gördük, yeri gelince anlatırım. Otele girdiğimizde saat 22:00 geliyordu ve acayip acıkmıştık. Restorantına girip yemek yiyelim dedik. Kapalı olduğunu söylediler. Ama nasıl olduysa, evet nasıl olduysa resepsiyondaki kızın etkisiyle midir anlamadım, şef bizim için bir sofra yaptı. Bu normalde İzlanda da gerçekleşmesi herhalde hiç beklenemeyecek bir olaydır. İnanın, İzlanda’nın geri kalanında kısa sürede bu kadar iyi hazırlanmış bir yemek yemedik. Peki ne yedik? Zannetmeyin ki ülkemizdekilerle karşılaştırılabilir düzeyde birşey olsun. Bu mümkün değil. Bunları burada yazayım hemen. Öncelikle tereyağlı ekmek. Aaa öyle demeyin şimdi. Burada çok önemli. Sanıyorum bir tane tereyağı markası var o da Smjör. Tadı fena değil, Karadenizdekilerle aşık atamaz ama fena değil. Tereyağlı ekmek ve yanında çorba: genellikle koyun eti bulunan sebzeli çorba buranın altın standart yemeği. Ama bugün biz çok şanslıydık. Peynir tabağıyla gelmişti. Ayrıca, gravlax gibi muamele dilmiş Arctic Char (Salvelinus Alpinus) servis ettiler (Şekil 31). Tadı gravlaxtan daha yavan. Bize söylemediler tabi ki ama sonradan biz öğrendik, bunların hepsi bazı fyordlarda gözlerden uzak havuzlarda yetiştirilen balıklar. Yani İzlanda’ya gidip havuz balığı yedik. Bir tesadüf olsa gerek diye düşündük ama öyle olmadığını gördük. İzlandalılar çevrelerindeki denizlerden avladıkları balıkları satıyorlar. Yanlış olmasın ama nerdeyse TAMAMINI. “Balıkçı kasabasına” gidip, denizde avlanmış balıkları bizzat “görüp” “havuz balığı” yemek zorunda kalabilirsiniz. Biz yaşadık bunu. İleride yazacağım. E o zaman ben balığa çıkıp yakalasam da yesem? Onu da yaptık anlatacağım. Bu oteldeki tabağı özellikle anlatıyorum. İşte bu smoked denen ama olmayan, daha çok gravlaxa benzeyen alabalık ile buraya özgün Cin ve tonik içiyorlar. Cin-Balık yani Rakı-Balık gibi. Kombinasyon fena değil ama benim tarzım değil. Devam edecek...
Şekil 30. Skogafoss merdiven detayı.
 
Şekil 31. Cin-alabalık.
 

11 Şubat 2015 Çarşamba

Ordu/Uzundere Şelalesi

    
 Uzundere şelalesi Aybastı ilçesine bağlı Uzundere köyünde bulunuyor ve Türkiye’nin en yüksek şelalesi olduğu söyleniyor. Toplam yüksekliğinin kademeleriyle birlikte 120 m civarında olduğunu internetteki bir kaynaktan öğrendim.

11 Kasım 2014 Salı

Artvin/Arhavi: Mençuna şelalesi



            

     Macahel’den Hopa’ya doğru ilerlerken havanın iyice sislenmesini Artvin’deki süremizin dolduğuna bir işaret olarak sayıyoruz.

3 Kasım 2014 Pazartesi

Artvin/Macahel: Camili köyü ve Maral şelalesi


     Şavşat Arsiyan yaylasından döndüğümüz akşam Artvin’e vardığımızda sağnak yağışla karşılaşmamız ertesi gün için çok da iyi bir haberci değildi. Acaba Artvin’deki süremizi dolduruyor muyduk?

13 Temmuz 2014 Pazar

Sinop/Erfelek Tatlıca Şelaleleri


Ağırlıklı olarak Rize Kaçkarlar ve Artvin’in yaylalarını gezmeyi planladığımız seyahatimizi yarıda keserek geri dönmek zorunda kalıyoruz. Trabzon’dan Ordu’ya dönerken öylesine yoğun yağmur yağan bölgelerden geçiyoruz ki bazen silecekler yetişmekte zorlanıyor.

2 Mayıs 2014 Cuma

Trabzon/Sidiksa


Sidiksa
         2014 yılı Nisan ayında gitme fırsatımızın doğduğu bu köye asıl gidiş sebebimiz bir meslektaşımızın köyü olması. Geçtiğimiz iki sene (2012-2014) Ordu ili ve çevresindeki tabiat güzelliklerini olabildiğine gezmeye çalıştığım için doğuya doğru hareket etmenin de vaktinin geldiğini çoktan düşünüyordum.

30 Nisan 2014 Çarşamba

Ordu/Posküden Şelalesi


 Posküden Şelalesi
Görünüyor ki karanlıktan uzanan kirli bir el tarafından bu gürül gürül akan nehirler ve şelalelerin yokedilişleri, kimi küçük hesapçıların bundan sonraki düşlerini gerçekleştirmeleri için önemsiz bir aşama olduklarından, hatırlanmayacak. Korkarım ki, ekolojik dengenin değiştirilmesiyle yok olan onca canın hesabı hiçe sayılacak ve bir aymazlık ve açlıkla doğa katliamı devam edecek.

17 Nisan 2014 Perşembe

Ordu/Çiseligöl Şelalesi

        Perşembe yaylasının içlerinde bulunan bu şelaleye ulaşım için çok düzgün bir yol olduğu söylenemez. Bu şelaleye bu yazıyı yazana kadar iki kez gittim ve burada en son gidişimdeki (Nisan 2014) fotoğrafları paylaşacağım.
Perşembe yaylasına sevgili Bora ile geceden gittik ve yaylaya çok yakın bir tesiste kaldık. Tesise vardığımızda akşam 8:30 civarındaydı. Bu seyahatimizde dikkatimizi çeken ilginç nokta Aybastı’ya girerken Bebek sahilindeki gibi yürüyen hatta eşorfmanları çekip spor yapan insanlardı Hem şaşırdık hem sevindik. Ayrıca, kasabada kızlı-erkekli çekirdek çıtlatan, sokakta muhabbet eden gençleri görmek de güzeldi. Zira en son belediye seçimlerinde Ordu kaybedilen iller arasında yer alıyor.
            Kalacağımız tesiste kısa bir çay molası verip konaklayacağımız dağ evimizi gördükten sonra hemen Perşembe yaylasındaki Gaga tepesine gittik. Şanslıydım. Hava açık ve yıldızlar parlıyordu. Yarım ay vardı ama o kadar da olsundu. Soğuk bir yana, öylesine şiddetli bir rüzgar vardı ki yıldızların fotoğrafını çekebilmek için tripodun ayaklarına önce kramponlarını bağladım, ayak boyunu en kısaya getirip toprağa dibine kadar sapladım ve sırtımı rüzgara vererek, fotoğraf makinama ve tripoda siper olmaya çalıştım. İhtişam anlatılmaz yaşanır diyorlar ya, oradaki manzaranın ihtişamını, hele o soğuk ve rüzgarla karışık haliyle anlatamam. Nefisti. Bir saatten biraz fazla o bölgede kaldıktan sonra tesise döndük (Resim 61,62).

Resim 61 ve 62. Perşembe yaylasında yıldız hareketleri.


Ordu/Ohtamış şelalesi ve Ulugöl

   Aktarılan bazı bilgilere göre Ohtamış şelalesi Karadeniz’in en yüksek şelalesi ama başka kaynaklara göre de Uzundere köyündeki şelale en yükseği. 30 metreden dökülen bu şelale, Ordu’nun Ulubey ilçesine bağlı Ohtamış köyünde bulunuyor. Bu şelaleye bir kez yazın, bir kez de sonbaharda olmak üzere iki kez gittim. Bu yazıya sonbahardaki seyahatimle ilgili fotoğrafları koyuyorum.
Ordu merkezden Ulubey yoluna çıktıktan sonra, yol boyunca ilerlerken sonbahar renklerinin cümbüşü hakimdi. Sıklıkla karşılaştığımız fındık bahçeleri de turuncu-sarı renklere dönüşmeye başlamıştı (Resim 49-51). Zaten bu sene (2013) Karadenizdeki kuraklıktan dolayı fındık ocaklarının bir kısmı henüz yazın ortasında kavrulmuştu. Fındıktan üç kuruş para kazanmayı hayal eden köylü de çareyi yağmur duasına çıkmakta bulmuştu. Pek işe yaramamıştı ama...
Resim 49. Ohtamış şelalesine giderken yol boyu sonbahar renkleri.

Resim 50 ve 51. Ohtamış şelalesine giderken yol boyu.

Ordu/Kazankaya ve Kapılı Şelaleleri

2014 yılı Ocak ayında Ankara’daki iç bunaltan sisli ve soğuk havadan kaçıp, güneşli ve nispeten daha sıcak olan Ordu’ya hafta sonu kaçamağı yaptım. Daha önceden gidemediğim Çaybaşı ilçesindeki Kazankaya ve Kapılı’daki Kapılı şelalerini görüntülemeye gittim. Kazankaya şelalesine ulaşabilmek için Ünye’den sapıp dağlara doğru 40 km kadar gittikten sonra da Çaybaşı’na vardım. Meğerse herkesin bildiği bir şelale imiş Kazankaya. Yolu öğrendikten sonra köy yolunun en sonunda kadar gitmem gerekti. Sonu dediğim, köy yolu da bitiyordu. Neyseki şanslıydım, medeniyet bitmemişti. Orada, şelalenin seslerini duyabilecebileceğiniz kadar yakında bir köy evi ve beni gören bir çift göz vardı. Sesini duyabildiğim ama aşağılarda bir yerlerde olan şelaleye rehbersiz gitmek açıkçası yapmak istemeyeceğim birşeydi. Çünkü yerler kısmen karlı ve bir hayli çamurlu-kaygan olduğundan inerken aşağıya yuvarlanma riski vardı. Kısacası “yemedi”. Ordu’nun dağlık bölgelerindeki halk inanılmaz yardımsever ve cana-yakındır. Evinde bir ekmeği olsun size çıkarıp verir. Oralarda inanın böyle şeyler çok önemli, çünkü bazen bir ekmek alabilmek için bir saat yürüyen insanlar var. Böyle insanları görünce içim hep sızlıyor. Bir ömür boyu maddi kazanımı bazılarının bir günlük faiz gelirine yaklaşamayacak bu insanlarla konuşmak ve zaman geçirmek bana diğerlerinden her zaman daha fazla keyif vermiştir. Gelelim şelaleye- lafı uzattık yine. Ev sahibi beni aşağıya ince bir patikadan indirdikten sonra kayalardan atlayarak şelaleye kadar götürdü. Ayakkabısı basit lastik kalıp tarzında olmasında karşın belli ki kayalardan atlamak konusunda hızı ve performansı inanılmazdı (Resim 34 ve 35).

16 Nisan 2014 Çarşamba

Ordu/Perşembe Yaylası


Perşembe Yaylası
            Bazı yaylaların kimyası farklı dostum. Kim ne derse desin böyle... Hani yağmurda yürürken ensenden sırtına doğru süzülen su bir anda seni uyandırır ya bazı yaylaları gördüğünde bir anda gözün fal taşı gibi açılır. O bakımdandır ki bu kısa yazıyı okurken aceleye getirme. Keyifli bir filmi izlerken ne yapıyorsan onu yap derim.