2014 yılı Ocak ayında Ankara’daki iç bunaltan sisli ve soğuk havadan kaçıp,
güneşli ve nispeten daha sıcak olan Ordu’ya hafta sonu kaçamağı yaptım. Daha
önceden gidemediğim Çaybaşı ilçesindeki Kazankaya ve Kapılı’daki Kapılı
şelalerini görüntülemeye gittim. Kazankaya şelalesine ulaşabilmek için Ünye’den
sapıp dağlara doğru 40 km kadar gittikten sonra da Çaybaşı’na vardım. Meğerse
herkesin bildiği bir şelale imiş Kazankaya. Yolu öğrendikten sonra köy yolunun
en sonunda kadar gitmem gerekti. Sonu dediğim, köy yolu da bitiyordu. Neyseki
şanslıydım, medeniyet bitmemişti. Orada, şelalenin seslerini
duyabilecebileceğiniz kadar yakında bir köy evi ve beni gören bir çift göz
vardı. Sesini duyabildiğim ama aşağılarda bir yerlerde olan şelaleye rehbersiz
gitmek açıkçası yapmak istemeyeceğim birşeydi. Çünkü yerler kısmen karlı ve bir
hayli çamurlu-kaygan olduğundan inerken aşağıya yuvarlanma riski vardı.
Kısacası “yemedi”. Ordu’nun dağlık bölgelerindeki halk inanılmaz yardımsever ve
cana-yakındır. Evinde bir ekmeği olsun size çıkarıp verir. Oralarda inanın
böyle şeyler çok önemli, çünkü bazen bir ekmek alabilmek için bir saat yürüyen
insanlar var. Böyle insanları görünce içim hep sızlıyor. Bir ömür boyu maddi
kazanımı bazılarının bir günlük faiz gelirine yaklaşamayacak bu insanlarla
konuşmak ve zaman geçirmek bana diğerlerinden her zaman daha fazla keyif
vermiştir. Gelelim şelaleye- lafı uzattık yine. Ev sahibi beni aşağıya ince bir
patikadan indirdikten sonra kayalardan atlayarak şelaleye kadar götürdü.
Ayakkabısı basit lastik kalıp tarzında olmasında karşın belli ki kayalardan
atlamak konusunda hızı ve performansı inanılmazdı (Resim 34 ve 35).
Resim 34 ve 35. Kazankaya şelalesinin hemen üst kısmında yaşayan çift. Adamcağız benimle gerçekten çok ilgilendi. |
Şelaledeki manzara gerçekten süperdi (Resim 36-38). Resim yavan kalıyor.
Yolu olmayan, bir rehberle gitmeyi göze alacağınız bakir bir yere gittiğinizde
antartikayı keşfetmişsiniz gibi bir duyguya kaplıyorsunuz. Veya en azından ben
öyle oldum, özellikle bu şelalede. Eminim bir çoğunuz gitmeyecektir. O bakımdan
paylaşmak istedim, gitmiş gibi olun. Umarım buraları da birilerine peşkeş
etmezler. Gördüğüm kadarıyla su olan her yere HES yapılıyor Karadenizde. Oysaki
sadece benim gibi yalın bir vatandaşın bile rahatça görebileceği gibi HESlerin
alt bölgelerinde ciddi ölçüde su debisindeki azalmaya bağlı olarak bitki örtüsü
değişiyor ve alabalık popülasyonu azalıyor. Yani getirdikleri, her tarafı su
olan Ordu’da kimin için ne ise,
götürdükleri hiç şüphesiz daha şimdiden çok fazla. İleride burada su kalmayacak
diye düşünüyorum.
Resim 36 ve 37. Kazankaya şelalesi. |
Resim 38. Kazankaya şelalesinde yukarıdan bakış. |
Resim 39. Kapılı’daki şelalelerden bir tanesi. |
Kapılıdaki şelalelere ulaşmak için 14 km kadar daha gitmem gerekti. Aslında
biraz yorulmuştum ama şelale serüvenlerinin insanda yarattığı duygu karmaşasını
artık biliyorum. Önce merak, sonra “öf ne zaman varacağız”, sonra da “vay vay
vayy”. Kapılıdaki yol giderek kötüleşen bir köy yolu. Oradaki insanlara sabır
diliyorum. İnsanlara bol bol trafik cezası kesebilmek için “duble yol”
yapanlar, keske oradaki halka normal bir yol yapabilseler. İnanın bu mütevazi
sayılabilecek doğa serüvenlerim sırasında öyle yollardan geçtim ki benzerlerini
daha önce Hindistan’ı anlatan belgesellerde görmüştüm. Korku filmi gibi. Diğer
şelale iki kademeli yapıda, çünkü ortasından yol geçiyor (Resim 39). Alttaki
kısmına inmedim. Yol daha karlı, çamurlu ve kaygandı. Etrafta yardım edecek de
kimse yoktu. Belki yazın bir daha birileriyle gidebilirim diye düşündüm.
Kapılı şelalerine giderken yol boyunca kısmen karlı yerleşim alanlarından
geçtim. Burası kıyı kesimine göre daha yüksek rakımda ve içeride olduğundan,
kar yağdığı zaman kolay kolay kalkmıyor. Özellikle güneş görmeyen yamaçlarda
uzun süre karın kaldığını biliyorum. Ordu’da tüm orta Karadenizde olduğu gibi
birbirine çok yakın köy evleri görmek pek mümkün görünmüyor. Aileler içinde
sıklıkla gelişen problemler dağınık yerleşime yol açmış. Şimdilerde maddi
durumu daha iyi olan aileler betonarme ev yapıyorlar. Ama aslında orijinal olan
taa Kalkolitik çağdan bu yana ahşap veya daha sonraları ortaya çıkan altı taş
üstü ahşap olan evler. Bu evlerin sayısı giderek azalıyor, çünkü koruma altına
da alınmıyor.