17 Nisan 2014 Perşembe

Ordu/Çiseli Şelalesi


            Bu satırları yazmaya başlamadan hemen önce ablam bana başımıza Tayfun Talipoğlu kesildin diyor. Bunu bir iltifat olarak kabul ediyorum. Aslında bu şelaleye gitmek gibi özel bir plan ile yola çıkmamıştım. Benim fotoğraf çekme isteklerimi karşılamak için kendine iş çıkaran sevgili Bora, 2013 yılı Nisan ayında bir gün “saçma” atan arkadaşlarının derede balık avlayacaklarını ve bizim de onlarla buluşup birlikte bir gün geçirebileceğimizi söyledi. Kaçar mı? Ordu merkezden sabah yola çıkıp Fatsa yolunda bekleyen arkadaşlarıyla buluştuk ve anayoldan dağlık kesime doğru saptık. Kısa bir yol aldıktan sonra bir su değirmeninde durduk (Resim 40 ve 41). Değirmen derenin kenarına kurulmuştu. Orada kimsecikler yoktu. İçindeki değirmen muhtemelen mısır çekmek için kullanılıyordu. Buralarda böyle zaten. 
 
 
Resim 40 ve 41. Su değirmeninin içi ve kenarından dereye doğru akan su.
Bir başka gezimizde Ohtamış şelalesine giderken yine dere kenarına kurulmuş bir değirmene rastlamıştık. 100 yılı aşkın aktif olarak çalıştırılıyordu, mısır unu elde etmek için...Tabii Nisan ayı olduğu için artık bahar gelmeye ve inanılmaz bir hızla ortalık yeşermeye başlamıştı. Benim Türkiye’de görmüş olduğum diğer yerlerden farklı olarak burada bahar aylarında oluşan yeşil bir başka diyebilirim. Vahşi, deli bir yeşil... arada sarı gibi tonların olabilmesi imkansız olan, göz alan bir yeşil. Aşağıda dere akıyor ve kenarlarında orman yapı hakim. Ağaçlar ve dallar bazı yerlerde o kadar sık ki arasından geçemiyorsunuz (Resim 42 ve 43). 
 
Resim 42. Gittiğimiz dere.
Resim 43. Derenin etrafındaki bitki örtüsü.
Hatırlıyorum o gün yağmurlu bir gündü ve taşların üstü de kaygandı. Bazen dere kenarında yürümek zor olabiliyordu. Bora’nın arkadaşları hemen hazırlanıp dereye balık tutmaya gittiler. Ben de elimde fotoğraf makinamla peşlerinden ıslak taşlardan hoplaya zıplaya birşeyler yakalamaya (Resim 44 ve 45). Ben ne yapıyorum demekten kendimi alamıyordum aslında, kendime de çok güldüm. İyi ki kayıp bir yerimi kırmadım. Biraz yorucu ama bir o kadar da zevkli bir işti. O gün yüzlerce kare bu iki balıkçıyı çektim. Mebrur Hatunoğlu hocam kızmasın, etraflarından dolanıp en iyi açıyı arama şansım yoktu. Nasılsa makinada film yoktu, dijitaldi, shutter life’da da binlerce kare. Bizde bahane çok canım.
Resim 44. Dere balıkçliğında son hazırlıklar...
Resim 45. Saçma atan iki usta balıkçı arkadaştan biri.

  Bu iki balıkçının bir saatten fazla süren uğraşlarıyla tutulan dere balıklarını hemen derede temizledikten sonra pişirip yedik (Resim 46). Gittiğim yerlerle ilgili her yazdığım yazıda yemekten bahseden beni bilmeyen yamyam zanneder. Sanki ne bulsak yiyormuşuz, kara deliğiz. Hayır öyle değil. Yaşanandan ayrı olmamak, olayı kendi enerjisiyle, frekansıyla dolu dolu yaşamak, sadece bu. Yeri gelir ellerimle yaptığım somon füme, yeri gelir küçük dere balığı...
Resim 46. Ekip dere kenarında balıkları yerken. Küçük bir piknik sofrası diyelim.
Yolumuza devam ettik. Yolun ötesinde çok güzel bir şelale olduğunu söylediler. Gidelim dedim ama yol biraz uzundu. Yağmurdan dolayı da oldukça çamur vardı. Bir yerlerde benim arabayı bırakmıştık ve o gün kendisi de klarnet yapım ustası olan ve Ordu’nun dünyaca ünlü klarnet yapım ustası Ahmet Özdemir’in torunu Erman Özdemir’in arabasıyla, inişli-çıkışlı bir yoldan ilerleyip “o uzaktaki köye” vardık. Keşke elimde bir fotoğrafı olsaydı. Öylesine yoğun yeşillikli bir bölgeydi ki, sanki tek kaşı olan dar alınlı adam gibiydi! Oraya gelmeden hemen önce durduğumuz bir alabalık çiftliğinin sahibi bazen araba geçmediğinde yolun bitkiler tarafından örtülme tehlikesi yaşadığını ve yolu açmaları gerektiğini anlatmıştı. Şaka değil. Kendi de yolunu vaktiyle böyle açmıştı ve açık tutmak için temizliyordu. İşte Ordu’nun en uzaktaki Karaoluk köyünün altında bir yerlerde o şelaleye vardık. Çok yüksek değildi ama kendi göre bir edası vardı (Resim 47 ve 48). Sanıyorum yüksekliği 7-8 metre kadardı. Debisi de çok değildi.


Resim 47 ve 48. Çiseli şelalesi.


Şelalenin hemen yanında bir yol çalışması vardı. Söylenene göre turistik amaçlı olarak bir yürüme yolu yapılacakmış. Aslında şu ana kadar gittiğim şelalelerde neredeyse hiç yolun olmayışından ve hatta ulaşımın yıldırıcı olmasından pek de şikayetçi olmadım. Arabamın ve üstüm başımın da toz toprak olmasından hep keyif aldım. Benimle olanlar gayet iyi bilir. Neden derseniz. Derim ki “herkes gitmesin”. Herkes gidince bir süre sonra oraları bozuluyor ve “maddi değer” artışıyla kapitalizmin kurbanı oluyor. Gidebilenler gitsin, gidemeyenler fotoğraflarına baksın. Açıkçası bu tip yerleri olabildiğince görüntülemeyi kafaya koydum, çünkü buralarının ileride kalmayacağından eminim. Yok edilecek ve ciddi kuraklık olacak. Yahu her  yeri su, dere olan Ordu nasıl olur böyle demeyin. Ordu’nun derelerini hiç söylemeyin. Yok etmek kolay. Sen masanın bir ayağını keser gibi doğadaki bir şeyi değiştir veya ortadan kaldır, ekolojik denge kalmasın. Derede balık avlayan o iki balıkçı arkadaş ilk gittiğimiz yerde kendi köy evlerinin yukarıda olduğunu, kendilerinin çocukluklarından beri o derede balık avladıklarını ve derenin debisinin ve balık sayısının ciddi oranda son yıllarda azaldığını söyledi. Düşünün kaç yılda oluyor bu...