Şavşat Arsiyan yaylasından
döndüğümüz akşam Artvin’e vardığımızda sağnak yağışla karşılaşmamız ertesi gün
için çok da iyi bir haberci değildi. Acaba Artvin’deki süremizi dolduruyor
muyduk?
Ramazan’da doğru dürüst yemek yiyecek bir restorantın bulunmadığı ve altı üstü bir pastanenin bulunduğu bu şehirde akşam bir tanıdığınızın evine ziyarete gitmiyorsanız acaba ne yapıyordunuz? İnanın biz de artık sıkılmaya başlamıştık, çünkü şehirde akşam yapılabilecek sosyal bir aktivite göremiyorduk. Belki vardı ama biz bulamamıştık. Yine de o akşam Artvin’de konakladık.
Ramazan’da doğru dürüst yemek yiyecek bir restorantın bulunmadığı ve altı üstü bir pastanenin bulunduğu bu şehirde akşam bir tanıdığınızın evine ziyarete gitmiyorsanız acaba ne yapıyordunuz? İnanın biz de artık sıkılmaya başlamıştık, çünkü şehirde akşam yapılabilecek sosyal bir aktivite göremiyorduk. Belki vardı ama biz bulamamıştık. Yine de o akşam Artvin’de konakladık.
Ertesi sabah kalktığımızda hava
kapalıydı ve sanki açmaya da hiç niyeti yoktu. Öyle ki buraya kadarmış dedirtti
bize. Yağmur yağacaktı ve bundan kesin emindik. Artvin’e gelip de Macahel’e
gitmemek olmaz dedik ve hemen hava iyice bozmadan yola bir an önce çıkmaya
karar verdik. Macahel zaten “must go” listemizde vardı. Arsiyan yaylasından
sonra teknik olarak oraya gitmek bizim için çok da zor birşey olamazdı. Onu
sona bırakmıştık, çünkü Artvin’e giderken Borçka’dan sola sapılarak oraya
gidiliyor. Biz Artvin’den ayrılırken bu şekilde Borçka’dan geçerek Macahel’e
gitmeyi, sonra da buradan tekrar çıkarak sahil yolundan Hopa’ya inmeyi ve Rize
Kaçkarlar bölgesine gitmeyi düşünmüştük.
Toparlandık. 2 gece konakladığımız
üniversitenin mütevazi misafirhanesinden ayrılarak Borçka tarafına yöneldik.
Tüm yol boyunca hava kapalıydı. Borçka’ya geldiğimizde sağa doğru Macahel
(Camili) yol ayırımını gördük (Şekil 78).
Şekil 78. Borçka’dan geçerken Macahel (Camili) yol ayırım tabelası. |
Macahel ve Camili aslında aynı bölgeyi
tarif ediyor ama detayda tam olarak değil. Asıl Gürcü ismi Macahel,
sonradan bu ad bir kenara atılarak 6 köyden bir tanesinin ismiyle (Camili)
anılır olmuş. Bu yazıda orijinalini koruyarak Macahel diye yazacağım. Biz daha
önceden Macahel’de nerede konaklayabiliriz diye bir araştırma yapmıştık ve TEMA
vakfının bir misafirhanesinin olduğunu öğrenmiştik. Ne zaman oradaki ilgili
kişiyi telefonla arasak akşam saat 5’ten sonra gelmeyin çok sis oluyor önünüzü
göremezsiniz, kaza olur diye bize
uyarıda bulunuyordu. Haklıydı. Karadeniz’i ve özellikle de buraların huyunu
bilmeyen bir insan için kesinlikle tehlike unsurunun olduğu yol koşulları
gerçekleşiyor diyebilirim. Tehlike yolun kendisinde değil, çünkü düzgün ve
genişçe bir asfalt yol var. Sorun birazdan göreceğiniz gibi belirli bir yerden
sonra oluşan yoğun sis.
Borçka en güneşli günde bile göze bir türlü güzel görünemeyen bir yer. Tabi
bu benim görüşüm. Sebebi ise -her ne hikmetse- derenin dibine kurulmuş çok
katlı çirkin yapılaşma. Çok yağmur alan Borçka’da bakımsızlık yaygın
karşılaştığınız bir sorun. Köprüden geçerken daha önceki bir gelişimizde Borçka
Karagöl’e gitmeyişimiz aklıma geliyor. Bu köprü dere
tabanından ortalama 10 m yüksekliğinde. Ben bir doktor abimizle Artvin’e ilk
gelişimizde Borçka Karagöl’e gitsek mi?
diye bir an düşünüp bu köprüden geri dönmüştük. O zaman iyi ki geri dönmüştük,
çünkü biz oradan ayrıldıktan 2 saat sonra yukarıdan sel suları gelerek bu
köprüyü aşacak düzeye gelmişti. Olay haberlerde bile verilmişti. Buraları böyle
işte. Hiçbir zaman bilemezsin. Su sakin görünür, yukarılarda şiddetli bir yağış
meydana gelir, aşağılarda sel veya sele benzer görüntülerin olmasına yol açar.
Düşünüyorum da sular kimbilir kaç günde yatışmıştır. Bu tip konularda
Karadeniz’de en meşhur yer yanılmıyorsam Giresun. Giresun’u nedense hep sel
alır. Ben Giresun’un Kümbet yaylasına giderken sel sularının yuttuğu yollardan
geçmiş ve “su” denen şeyin kimi zaman nasıl yıkıcı bir kuvvete dönüşebileceğini
bizzat görmüştüm. Giresun ve yaylaları hakkında da yeri geldiği zaman
yazılarımız olacak. Şimdilik doğu Karadeniz’de bir süre geçirmeye devam edelim.
Köprüyü geçtikten sonra Muratlı, (Borçka) Karagöl ve Camili yol ayırımı
var. Aslında Muratlı’da kendi su altında fakat minaresi suyun dışında kalmış
bir cami var ve müezzin ezan vakti kayıkla bu minareye gidip ezan okuyormuş.
Bizim bu hadiseyi görecek kadar zamanımız yok. Hava kapalı olduğundan biz çok
oyalanmak istemiyoruz. Her an yağmur yağabilecek gibi duruyor. Yolda
olabildiğince durmamaya gayret ediyoruz ama bir de benim şu yol boyunca sürekli
fotoğraf çekme isteğim olmasa... yolun başlarında birkaç yerde anlam
veremediğim pankartlar görüyorum (Şekil 79,80). Bu insanlar neyi, neden
istemiyorlardı acaba? Hükümet senin ayağına kadar “hizmet” getiriyor! Sen değil
miydin istihdam istiyoruz, iş istiyoruz diyen? İşte dileğin kabul oldu. Bu
nankörlük neden? Kaldı ki HES bu kadar kötü bir şey mi ki? demiyoruz, demiyoruz.
Ben bugüne kadar Karadeniz’de birçok HES ve inşaatı gördüm. Biliyorum bu
insanların neye karşı çıktıklarını ama çabalar ne kadar karşılık bulacak?
Mahkemelerde kendi evlerinin çevresindeki doğa bir HES inşaatıyla yok olmasın
diye kimi
Şekil 79. HES istemiyoruz. Duyan var mııı? |
Şekil 80. Bir tane daha HES istmiyoruz pankartı.
|
zaman güvenlik
güçleri tarafından tartaklanan, dövülen, yaralanan bu insanlar, taleplerini
gerçekleştirebilecek mi yoksa yine para babaları mı kazanacak sorusunun
cevabını önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Ancak şu var ki son 12 yılda 4400 derenin
HES inşaatlarından dolayı kuruduğu belirtilen ülkemizde, en azından
Karadeniz’de benim görebildiğim kadarıyla halk pek kazanamamış.
Dağlara doğru kıvrılan bir vadinin içinden gidiyoruz. Yolun bir kısmında
akan bir nehir görmek buralarda çok normal (Şekil 81).
Şekil 81. Daha yolun başlarında sağ tarafımızdan akan bir nehir. |
Bu nehir görüntüsüne ben
bugüne kadar hiç alışamadım. Beni hep heyecanlandırdı ve gözümü okşadı. Buraya
o “canlı” hissini inanılmaz katan bir görüntü. Kimisi sevmez belki ama yağmurlu
günlerde dağlardaki sis de benim için estetiktir. Bu arada yolda önünden
geçtiğimiz evlerin bahçelerinde klasik olarak yine mısır, fasülye gibi “temel
besin” ürünlerinin ekilmiş olduğunu görüyoruz. Burada sıvasız ev sayısı nedense
çok ama arada ahşap evleri de görmek mümkün (Şekil 82).
Şekil 82. Yol boyunca yamaçtaki evlerden örnekler. |
Vadi boyunca ilerleyip, tepelere
doğru tırmanmaya başladıktan sonra yolda o bölgede arıcılık yapıldığına dair
işaretler belirmeye başlıyor (Şekil 83). Tepelere doğru tırmanmaya devam
ediyoruz. Herhalde yarım saate yakın bir zamandır
Şekil 83. Yolda karşılaştığımız arı kovanlarından... |
tırmanıyoruz. Dönüp arkamıza baktığımızda geride
kalan vadinin görüntüsü insanın hatırlayacağı cinsten (Şekil 84). Buraları
gerçekten çok güzel. Ayrıca şu ana kadar yol boyunca bizi korkutacak herhangi
bir olumsuzlukla karşılaşmadık. Yol gayet düzgün iki şerit asfalt yol ve keskin
virajlar yok. Çevremizdeki bütün yamaçlar ağaçlarla bezenmiş durumda. Kim bilir
sonbaharda buraları rengarenk oluyordur. Bir de o zamanlar gelmek gerek.
Şekil 84. Geride bıraktığımız vadi. |
Yol bir anda bir tepenin olduğu yere
ulaşıyor. Bu tepe biraz farklı bir yer, çünkü burada bir tesis var. Dikkatimizi
çekiyor ve bir anda filmi geriye sarıp bize yapılan yol tarifini hatırlıyoruz.
Bize denmişti ki bir tepeye varacaksınız, orada sis görüyorsanız sakın devam
etmeyin, geri dönün. Evet. Burası o tip bir yerdi. Sanki bir geçitti, çünkü
sanki yolun kenarında uzaktan görünen gişe gibi yapılar vardı (Şekil 85).
Şekil 85. Macahel’e giderken yol boyunca dikkat edilmesi gereken en kritik tepe. |
Buradan ilk defa geçtiğimiz için çok
emin olamıyoruz ama dönerken burası olduğundan yüzde yüz emin olduğumuz dikkat
edilmesi gereken yer burası. Bakıyoruz. Sis yok. Sanki olsa gitmeyeceğiz. Devam
ediyoruz. Yolda hemen ufak ufak sis görmeye başlıyoruz. Sağ tarafımızda ise
kalan manzara tek kelimeyle muhteşem (Şekil 86). Şu anda bu satırları yazarken
oralarda olmayı ne özlüyorum biliyor musun? Sanki o geçitten sonra başka bir
diyara geçmiş gibiyiz ve fark kesinlikle hissediliyor. İlk defa iyi ki hava
kapalı diyorum, çünkü tepelerdeki sis bende sanki
Şekil 86. O tepeyi aştıktan kısa bir süre sonra sağ
tarafımızdaki manzara.
|
bir başka boyutta
tattığım veya tatmak istediğim duygular uyandırıyor (Bu yaşamda şu ana kadar
olmadığı kesin). İleride aşağılarda birbirinden çok da uzakta olmayan evler görüyoruz
(Şekil 87).
Şekil 87. Karşı yamaçtaki medeniyet belirtileri. |
Yol boyunca geleneksel evlerden oluşan görsel bir şölen var. Biz o
tepeden aşağıya doğru yavaş yavaş iniyoruz. Ortalıkta hiç mi hiç ses yok.
Evlerin çok estetik olduklarını söyleyemeyeceğim ama çevreleri düzenli ve temizdi.
Bir de orta Karadeniz’de sık görmeye alıştığımız serenderlerden burada da vardı
(Şekil 88).
Şekil 88. Yol boyunca yerleşim. |
Adını bilmediğimiz bir yerleşim alanından geçiyorduk. Burası ya bir kasaba
ya da daha yüksek olasılıkla bir köydü. Artık iyiden iyiye tepenin alt
bölümlerine ulaşmaya başladık. Bir ara burası Macahel olabilir mi? diye
düşündük ama ortada Camili diye bir tabela da yoktu. Dolayısıyla yola devam ettik.
Artık yeni ve dar bir vadiye ulaşmıştık (Şekil 89).
Sağ tarafımızda gürül gürül
nehir akıyordu. Macahel’e yaklaşmış olmamız gerekiyordu. Herhalde bu vadiden
çıkınca karşımıza çıkacaktı. Ve öyle de oldu. Karşımızda son derece gösterişsiz
olarak Camili belirdi (Şekil 90). Bu arada da yağmur neredeyse yağacaktı, an
meselesiydi. Yol bizi doğrudan o yerleşim bölgesinin içine götürüyordu ve
burası Camili denen yerdi. Peki neden Camili denmiş? Birazdan, çünkü şimdi son
birkaç gündür hayatımın bir parçası olan birşey yapmam gerekiyor:
Türkiye-Gürcistan sınırındaki bir başka son karakola gidip, selam biz geldik
demek ve komutan ve askerlerle sohbet etmek (Şekil 91).
Şekil 89. Geçtiğimiz vadi. |
Şekil 90. Macahel. |
Şekil 91. Macahel’deki Gürcistan sınırı.
|
Arabayı parkedip
iniyoruz. Ben doğrudan karşımdaki askere doğru gidiyorum, biliyorum ki biz
gitmesek o gelecek. Asker gülümseyerek karşılıyor. Geliş sebebimizi açıklıyoruz
ve doğrudan komutanın odasına doğru yöneliyoruz. Alıştık artık dostum. Burasının
turistik bir yer olması karakolu etkilemiş. Komutan bizi çok sıcak karşılıyor
ve -bize eksik olmasın- Macahel hakkında
detaylı bilgi veriyor. Bir turistin bilmesi gereken tüm bilgileri bir anda
almış oluyorsunuz. Masasının önünde bölgenin tanıtımına katkıda bulunan
broşürler görüyorum ve bazıları hakkında sorular soruyorum. Burada arıcılığın
olduğunu zaten yıllardır biliyordum. Eniştem vaktiyle Türkiye’deki arıcılık
projesinde çalışırken Türkiye’nin her yerinde ve burada da çalışmıştı.
Arıcılığın ne kadar özenli ve katkısız, doğal yöntemlerle yapıldığını anlatıyor
bize. Komutan o bölgede bazı yabancı turistlerin endemik bitki ve böcek
hırsızlığından bahsetti. Bu gerçekten çok önemli bir konu. (Bu konuda
sayfalarca yazabilirim ama kendimi tutuyorum. Burada yazdıklarım tamamen benim
görüşüm olup, hatalı olabilir. Ayrıca, kimseyi etkileme niyetim bulunmamaktadır).
Senin turist sandığın adamların bir kısmı senden çaldığı tohumu üretip, sanki
kendisine aitmiş gibi bu tohumu yurt dışında patentliyor, biliyor musun? Hadi onu bırak..
Sen genetiği değiştirilmiş, tohum vermeyen domatesi yiyip genetik yapın yavaş
yavaş yokedirken, neredesin? Sana “toplu katliam yapılırken” bu arada bunlar da
toprağındaki tohumunu çalıyorlar. Senin soyunu yavaş yavaş kurutuyorlar,
farkında mısın? Anlamadın, çünkü katliam olsa canım yanar diyorsun herhalde... Bütün
bunlar yetmiyormuş gibi bir de senin kendi toprağında yüzyıllardır üremekte
olan örneğin, doğal domatesini üretmene yasak var. Böyle acı bir dönem
geçiriyoruz işte dostum. Peki ne tavsiye ederim? En azından bu orijinal,
güvenilir tohumlardan edin, sakla ve sonraki nesile büyük bir emanet olarak
ver. Çocuğunun çeyizine koy gerekirse. Bunu unutma!
Komutan konuşurken Bora müsade alıp
dışarı çıkıyor. Ben komutanı biraz daha dinliyorum. Maral şelalesine gitmek
istiyorum ama utanıp kendisine yolu soramıyorum. En iyisi dışarıda birisine
sorarım diyorum. Kendisine çok teşekkür ettikten sonra müsaade istiyorum.
Dışarı çıktığımda Bora’nın hemen köşedeki Camili bakkalının önünde bir grup
insanla konuştuğunu görüyorum (Şekil 92). Burası tam olarak Şekil 91’daki yolun
başında hemen sağda kalan binada
bulunuyor. Hemen yanlarına gidiyorum. Buradaki insanlar çok düzgün konuşan
ve akıllı kişiler.
Aralarında bir kişi muhtar ve bize özellikle orada hükümetin yaptığı sanıyorum
şimdilik 13 tane olan ve suyu tamamen kurutana kadar devam edecek olan HES
projeleriyle mücadelelerini anlatıyor. Şekil 92’deki amca (Mevlüt Özaydın) ise
henüz bilmiyoruz ama başlı başına bir efsane. Hep güleryüzlü. Karadeniz aksanlıyla
konuşuyor ve konuşmaya başladığında herkesin onun daha çok konuşmasını istiyor.
Aslında buradakiler kim bilir onu kaç kez dinlemişlerdir ama sanki ilk defa
dinliyormuş gibiler. Bora Gürcü kökenli olduğundan, amca ile derin bir Gürci sohbetine
dalıyor. Ben ise hayranlıkla izliyorum. Amca anlatıyor: Macahel aslında 18
köyden ibaretmiş, Cumhuriyet ilanı olup, sınır çekilince 6sı (Camili, Düzenli,
Efeler, Kayalar, Maral ve Uğur köyleri) bu tarafta kalmış. Macahel bölgeye
verilen genel isim. Burada kalan altı köyden birisi Camili (eski adı Hertvis). Tabi
karşı tarafta kalanlar arasında amcanın akrabaları var. Dinlediğimiz hikaye, güneydoğu
sınırında duyduğumuz hikayelerin Gürcistan sınırında olanlarından... Karşı
taraf hristiyan, buradakiler müslüman. Böyle olunca Hertvis, Camili olmuş bir
anda. Neden Camili? İşte diyor parmağıyla gösterip, biraz yukarıdaki Cami yüzünden.
Biraz daha konuştuktan sonra biz camiye hemen bir gidip gelelim, müsaadenizle
diyoruz. Şekil 92’e göre hemen sağda yukarıya doğru uzanan yolun üstünde
görünüyor bu cami (Şekil 93-95). Özelliği ise ahşaptan olması...
Şekil 93. Yolun tepesindeki meşhur cami. |
Şekil 94. Cümle kapısı. |
Caminin kapı işçiliği “ilginçti” (bu konudaki
düşüncelerimi yazmıyorum). Belki de Gürcü mimar tarafından yapılmış eski bir
binaya sonradan minare ekleyerek (Şekil 95) cami yapmışlardı. Zaten minare yapıya
ait değilmiş gibi duruyordu. Girişindeki görüntü kirliliği de bir başka konu. Bu
kadar özensiz mimari özellikteki bir cami neden, kimin izniyle yapılır ve bir
yerin adını değiştirmesi için nasıl aracı olarak kullanılabilir anlayamadım.
Aşağıya doğru inerken çevreme bakıyorum (Şekil 96). Burayı bu kadar özel
yapan şey nedir? Karadenizde 50.000 km’den fazla gezmişim, bakıyorum ve aradaki
farkı anlıyorum. Öncelikle burası UNESCO tarafından 2005 yılında “Dünya Biyosfer
Rezervi Ağına” eklenmiş. Peki Karadeniz’de buna benzer yerler varken neden
burası? Örneğin, daha dün gittiğimiz Arsiyan yaylası burasından daha çok
“rezerv”? Karadenizde bu şekilde birçok yer var ama burası ilginç bir şekilde coğrafik olarak çukur bir alanda bulunuyor. Macahel yerleşim olarak bu dağların arasında kalmış. Dolayısıyla lokal bir iklimlenme olmuş.
Şekil 95. Minare. |
Macahel bakkalının olduğu yere tekrar
gelip, Maral şelalesine giden yolu öğreniyoruz. Arabaya binip yola koyuluyoruz.
Gittiğimiz yön için zaten bir tabela konmuş ve yolda kaybolma olasılığı yok.
İlerlerken bir tesisin önündeki yok çalışmasıyla karşılaşıyoruz. Bora’ya dur bu
araba bundan ötesine gitmez, ben bir inip bakayım diyorum. Çalışmalar yüzünden
yol sırf bataklık gibi çamur olmuş ve insek bile buradan tekrar çıkmamız
imkansız, hele bir de yağmur yağarsa ikinci ikametgahımız burası olur dedim
kendime. Ne yapacagız? diye sordu bana. Dönüp bizi oraya götürecek bir araç
bulacağız dedim. Öylece geldiğimiz yolu geri döndük. Bakkalın önünde oturan
kişilere tekrar gidip derdimizi anlattık. Orada yeni gelmiş olan bir
arkadaşları hemen gayet kibar bir şekilde ben sizi götürürüm dedi. Mevlüt amca
da bir anda ayaklandı. İyi o zaman yolda beni halamda bırak ne zamandır
görmedim dedi (tabi aksanla). Bir bir anda 4 kişi Maral şelalesine doğru yola
koyulduk. Annemin küçükken yabancıların arabasına binme oğlum öğüdü burada
tabi ki bir anda buharlaştı. Ancak sonradan anladım ki bizi arabasına davet
eden kişiyi uzaktan da olsa tanıyormuşum. Eniştemden arıcılık konusunda eğitim
almış.
Şekil 96. Yamaçlardaki manzara.
|
Mevlut amca gibi burada meşhur olan
ve sıklıkla televizyonda belgesellere çıkartılan bir Adnan dede varmış. Adnan
dede 80lerini aşmış durumda. Kendisini göremedik ama o da çok konuşkanmış.
Bloga video yükleme şansım olsa Mevlüt amca ile yaptığımız video çekimiyle
sizleri başbaşa bırakmayı isterdim ama bu mümkün olamayacak. Mevlüt amcayla da
TRT ve başka kanallar (?) bugüne kadar röportaj yapmış. Yaşayan efsane yani... Araba
ile ilerlerken Mevlut amcayla biraz daha derin konularda konuşabiliriz diye
ümit ediyorum (Şekil 97). Örneğin, Macahel’deki çok sesli koro... Evet...
Burada yaş ortalaması 70’in üstündeki erkeklerin oluşturduğu bir böyle grup var.
Sorduğumda Salı günleri çalıştıklarını (Biz Çarşamba günü gitmiştik) söylediler
ve hemen ardından ben soramadan kimse için toplanmazlar, zaten çok yaşlılar denildi.
Ben bu grubun daha önceden çekilmiş bir videolarını görmüştüm. Gerçekten tam
anlamıyla nefisti. Belgesel tadında bir olay. Akordiyon eşliğinde hem çoğunluğu
Gürcü türkülerinin oluşturduğu bir repertuvar izliyorlar hem de buna folklorik
oyunlarla eşlik ediyorlar. Ne fotoğrafı çekilir diye düşünmüştüm ama mümkün
Şekil 97. Mevlüt amca...
|
olamadan
buharlaşıyor (tabi şimdilik). Bu grup bir de her yıl düzenlenen şenliklere
katılıyormuş. Macaheldeki şenliklerin ise her yıl Ağustos’un ikinci haftasında
yapıldığını öğrendik. Örneğin, bu sene 16 ağustosta yapılacakmış. Bu arada biz
en azından 10 dakikadır ilerliyoruz ve yavaş yavaş Macahel’in içine doğru
ilerleyen bir vadiden yukarıda doğru tırmanmaktayız. Çevremiz yemyeşil... Tamam
geldik diyor bizi götüren Özden kardeşimiz (Şekil 98). Mevlüt amca inerek
halasının evine doğru gidiyor. Dönerken beni alın diyor.
Şekil 98. Mevlüt amcayı bıraktığımız yer... |
İlerlerken durup bir fotoğraf çekmek
istiyorum (Şekil 99). İlerledikçe, yükseliyoruz. Biliyorum, Maral şelalesi
Karadeniz’in en yüksek şelalelerinden ama ne kadar tırmanacağız. Özden bey
buraları avucunun içi gibi biliyor. Bize bir yere kadar yol var ondan sonra 500
m kadar yürümemiz gerek diyor. Zaten bizim şelalelere giderken alışkın
olduğumuz bir yöntem. Biz zaten onu düşünüyoruz, bizim için çektiği zahmeti...
Bugüne kadar gördüğüm gerçek: bir yol şelalenin hemen dibine kadar gidiyorsa,
bil ki o şelale bozulmuştur. Maalesef gerçek bu, çünkü birileri gider orada
mangal yapar, orası tesis olur sonra da sizlere ömür...
Şekil 99. Arkada bıraktığımız manzara...
|
Ortalama tek şeride inen stabilize
bir yolda bir süre ilerledikten sonra Maral şelaleleri dinlenme tesislerinin
olduğu geçite geliyoruz. Özden bey arabayı parkediyor ve birlikte bir patikayı
takip edip şelaleye doğru ilerliyoruz (Şekil 100). Şelale yolu oldukça
şirin diyebileceğim bir yol. Çok dar olmayan bir patikadan ilerlerken
Şekil 100. Maral şelalesinde patikada ilerlerken. |
Özden bey bir ağaca
işaret ederek, hocam işte karakovan balı bu kovanlarda oluyor diyor. Ağaca bakıyorum (Şekil 101).
Bulunduğu yer en azından 40 derece eğimli bir yamaç ve topraktan çıkış yeri bulunduğumuz
patikadan en az 15 metre aşağıdadır. Bir kişi bu ağaca nasıl ulaşır da bu balı
toplayabilir? Özden bey hemen cevabını veriyor... Özel bal toplayıcılar varmış.
Karadeniz tarzanı diyebileceğimiz bu kişilerin ellerinde halatlar önce patikaya
yakın ağaca halatı atıp ona tırmanıyor, sonra o ağaçtayken bir yanındakine ve
sonrakine derken ilgili ağaca ulaşıyor ve oradan da balı topluyor. Tabi geliş
yolu da kolay değil. İşte kara kovan balı deyip geçmemek lazım. Doğal olduğuna
şüphe yok ama toplanmasının da bu kadar zor olduğunu bilmiyordum.
Şekil 101. Ağaçtaki kovan. |
Patikada ortalama 10 dakikadan biraz
fazla ilerledikten sonra merdivenlerle inilen bir bölüme oradan da bir tesise
varıyoruz (Şekil 102). Tesiste şelalenin apaçık karşıdan görülebileceği bir
platform yapılmış. Gerek yolda kullanılan malzemeler gerekse de işçilik gözü
kesinlikle yormayan doğa dostu görünümde. Tesis ise şelalenin haşmetiyle
kıyaslanınca çok büyük değil. Maral şelalesi Skogafoss kadar geniş eni olmasa
da kesinlikle estetik bir şelale. Tabi bu söylediğim Temmuz ayı için geçerli.
Yoksa baharın ilk aylarında buraya gelseniz, şelalenin debisinin çok fazla
olduğunu görürdünüz. Ortalama 65 yükseklikten kademesiz olarak dökülüyor. Oraya
kadar geldiğinize değecek bir şelale ve Macahel’e giderseniz buraya uğramanızı
öneririm. Birkaç dakika şelalenin video ve fotoğraflarını buradan çektikten
sonra aşağıya inmek istediğimi söylüyorum (Şekil 103).
Şekil 102. Şelaleye yaklaşırken. |
Bora ve Özden bey orada
kalıyor, ben tek başıma iniyorum. Burası aşağıdaki şelaleye kadar nispeten daha
dik ve biraz daha risk faktörü içeren bir iniş. Ancak bu bahsettiğim risk,
örneğin Ordu’daki 120 metrelik Uzundere şelalesine giderken yaşadığınız riskli
inişler gibi değil, çünkü orada tesis ve tutunacak birşeyler dahi yok. Şelaleden
gelen pulverize sudan dolayı her taraf yosunlu ve kaygan. O bakımdan burada şöyle
bir öneride bulunmak isterim: Öncelikle riskli ve yaralanma ihtimalinizin
olduğunu düşündüğünüz yerlere girmeyin veya gitmeyin. Amaç gezmek, görmekse
tabi... Benim gibi her açıdan fotoğraf çekerek ölümsüzleştirmek gibi bir
fanteziniz varsa bu gerçeklik değişmez. Şelaleler tehlikeli yerlerdir,
unutmayınız.
Aşağıya inmek, çıkmaktan daha
zordur. Dolayısıyla inerken karşılaştığım zorlukla çıkarken karşılaşmayacağımı düşünüyorum.
Olabildiğince kaymayacak yerlere bastığımdan ve kopmayacak (trabzan dahil)
yerlere tutunduğumdan emin olmaya çalışıyorum ve bunu “her adımda” yapmaya
çalışıyorum. Bir hata bir kazaya sebep olabilir. Birkaç dakikada aşağıya
iniyorum. O güzel şelale tam karşımda ve etrafımızda başka kimse yok. Bu çok
değişik ve özel bir duygu. Suya gireceğimi hesapladığım için ayağıma dize kadar
bot giymiştim. Bazen su
Şekil 103. Maral şelalesi (Tesisten görünüm). |
Şekil 104. Maral şelalesi |
Şekil 105. Maral şelalesi. |
birbiri ardından
geliyor. Aşağıda sanıyorum 10 dakika kadar fotoğraf çektikten sonra yukarı
çıkıyorum. Bora ve Özden bey tesiste oturuyorlar (Şekil 106). Bora, tamam mı
hocam? diyor.
Tamam diyorum,
çünkü artık kaç tane şelale gezdikten sonra bende görsel doyum seviyesinin
hangi dozda oluştuğunu defalarca yaşamışım. Umarım siz de bunun gibi değil ama
çok az kişinin gittiği ve sanki ilk siz bulmusunuz gibi sizi heyecanlandıran
şelalelere gidersiniz. Ben gittim. O çok özel bir duygu. O zaman hayran kalacak
ve unutmayacağınız görsel bir zevk alacaksınız.
Kalkıyoruz ve arabaya doğru
ilerliyoruz, sonra da arabayla Mevlüt amcayı alıyoruz. Arabada Camili’ye doğru
ilerlerken Mevlüt amca bizi kırmıyor ve kendisiyle -ilk defa fotoğraf
makinasının kamerasıyla da olsa- röportaj yapıyoruz. Tripodu kuruyoruz, kamera
bağlı, bir görsen halimizi belgesel çekiyoruz sanırsın (Şekil 107). Arkada
Macahel’in sisli tepeleri, yağmur damlaları arada hafifçe yüzüne dokunuyor ve
karşında doğu Karadeniz aksanıyla bölgeyi ders anlatır gibi açıklayan bir amca.
Mesleği mi değiştirsek? 10-15 dakika kadar Mevlüt amcayla sohbet derken, fırsat
budur deyip arada Gürcüce türkü bile söyletiyoruz. Bu keyifli dakikalar yağmurun
artmasıyla sonlanıyor ve ekipmanı toplayıp yola koyuluyoruz. Yağmur olayı pek
hoşumuza gitmiyor, çünkü Macahel’de gece konaklama konusunda henüz karar vermiş
değiliz. Başladığımız programın çok önünde olduğumuz için benim bir acelem yok.
Camili’ye vardığımızda muhtar ve
Mevlüt amcayla biraz daha sohbet edip civarda görebileceğimiz yerleri
soruyoruz. Önceden Gürcistan kraliçesinin yaşamış olduğu Efeler köyüne
gitmemizi öneriyorlar. Gidip-gelelim diyoruz. Yola koyulduğumuz da çok değil
birkaç dakika içinde işin rengi bir anda değişiyor. Yağmur öylesine
şiddetleniyor ki Efeler köyün gitsek bile arabadan inip nasıl gezebiliriz
endişesi bizi sarıyor.
Bora, bu bölgeden
çıkmayı öneriyor. Ben de koşulların gerçekliği düşünüldüğünde bundan makul bir
teklif olmayacağını bildiğimden
Şekil 106. Tesisin nispeten mütevazi olan ve bu fotoğrafın bakış açısına göre sağ tarafından şelalenin görülebildiği platformunda Bora ve Özden bey. |
tamam diyorum. Belli ki Macahel bölgesine
tekrar gelip, daha derinlemesine incelememiz gerekecek. Bu sefer kültürel
açıdan. Bir taraftan göremediğimiz koro, ramazan sebebiyle soramadığımız lokal
yiyecekler, ağustosun 2. haftasında yapılan şenlik ve çevre köyler derken iş
kısmen tamamlanabilmişti. Ancak buralarda geçirdiğimiz zamanı ne kadar etkin
kullanmış olduğumuzu bilemezsiniz. Bazen facebookda 20 günde 4500 km Türkiyede
gezen bayanın çektiği video gibi haberler görüyorum. Bu da bir şey mi? diyesim
geliyor
çünkü biz sadece bu gezide 5 günde 4500 km gezdik ve bu yolun herhalde
500 km veya daha fazlası stabilize yoldu. Özellikle Artvin’den sonraki kısımda gece
uyumayı da nerdeyse bıraktım. Sonuç olarak buna da şükür demekten başka bir
çaremiz yoktu. Bu inanın bir “yol terbiyesidir”.
Şekil 107. Mevlüt amcayla röportaj yaparken |
Şekil 108. Geçite yaklaşırken sis. |
Şekil 109. Geçitteki sis. |
Dönerken yolda sis vardı ve o geçit
bölgesine yaklaştığımızda sisin arttığını gördük (Şekil 108, 109).
Burada karşılaştığımız sis Karadeniz’in başka bölgelerinde gördüğümüz sisten
daha fazla değildi. Görüş mesafesi 10 m ve üstündeydi. Dolayısıyla gündüz
saatlerinde çok problem olacağını sanmıyorum. Ama gece ve özellikle kış
gecelerinde işler değişir.
Peki buradan sonra nereye? Batıya
Rize’ye doğru gideceğiz. Akşam Rize’de konaklamayı düşünüyoruz ama önce
Arhavi’de uğramamız gereken yolda bir şelale var: Mençuna şelalesi...