3 Kasım 2014 Pazartesi

Artvin/Macahel: Camili köyü ve Maral şelalesi


     Şavşat Arsiyan yaylasından döndüğümüz akşam Artvin’e vardığımızda sağnak yağışla karşılaşmamız ertesi gün için çok da iyi bir haberci değildi. Acaba Artvin’deki süremizi dolduruyor muyduk?
Ramazan’da doğru dürüst yemek yiyecek bir restorantın bulunmadığı ve altı üstü bir pastanenin bulunduğu bu şehirde akşam bir tanıdığınızın evine ziyarete gitmiyorsanız acaba ne yapıyordunuz? İnanın biz de artık sıkılmaya başlamıştık, çünkü şehirde akşam yapılabilecek sosyal bir aktivite göremiyorduk. Belki vardı ama biz bulamamıştık. Yine de o akşam Artvin’de konakladık.
        Ertesi sabah kalktığımızda hava kapalıydı ve sanki açmaya da hiç niyeti yoktu. Öyle ki buraya kadarmış dedirtti bize. Yağmur yağacaktı ve bundan kesin emindik. Artvin’e gelip de Macahel’e gitmemek olmaz dedik ve hemen hava iyice bozmadan yola bir an önce çıkmaya karar verdik. Macahel zaten “must go” listemizde vardı. Arsiyan yaylasından sonra teknik olarak oraya gitmek bizim için çok da zor birşey olamazdı. Onu sona bırakmıştık, çünkü Artvin’e giderken Borçka’dan sola sapılarak oraya gidiliyor. Biz Artvin’den ayrılırken bu şekilde Borçka’dan geçerek Macahel’e gitmeyi, sonra da buradan tekrar çıkarak sahil yolundan Hopa’ya inmeyi ve Rize Kaçkarlar bölgesine gitmeyi düşünmüştük.
         Toparlandık. 2 gece konakladığımız üniversitenin mütevazi misafirhanesinden ayrılarak Borçka tarafına yöneldik. Tüm yol boyunca hava kapalıydı. Borçka’ya geldiğimizde sağa doğru Macahel (Camili) yol ayırımını gördük (Şekil 78). 
Şekil 78. Borçka’dan geçerken Macahel (Camili) yol ayırım tabelası.
Macahel ve Camili aslında aynı bölgeyi tarif ediyor ama detayda tam olarak değil. Asıl Gürcü ismi Macahel, sonradan bu ad bir kenara atılarak 6 köyden bir tanesinin ismiyle (Camili) anılır olmuş. Bu yazıda orijinalini koruyarak Macahel diye yazacağım. Biz daha önceden Macahel’de nerede konaklayabiliriz diye bir araştırma yapmıştık ve TEMA vakfının bir misafirhanesinin olduğunu öğrenmiştik. Ne zaman oradaki ilgili kişiyi telefonla arasak akşam saat 5’ten sonra gelmeyin çok sis oluyor önünüzü göremezsiniz, kaza olur diye bize uyarıda bulunuyordu. Haklıydı. Karadeniz’i ve özellikle de buraların huyunu bilmeyen bir insan için kesinlikle tehlike unsurunun olduğu yol koşulları gerçekleşiyor diyebilirim. Tehlike yolun kendisinde değil, çünkü düzgün ve genişçe bir asfalt yol var. Sorun birazdan göreceğiniz gibi belirli bir yerden sonra oluşan yoğun sis.
Borçka en güneşli günde bile göze bir türlü güzel görünemeyen bir yer. Tabi bu benim görüşüm. Sebebi ise -her ne hikmetse- derenin dibine kurulmuş çok katlı çirkin yapılaşma. Çok yağmur alan Borçka’da bakımsızlık yaygın karşılaştığınız bir sorun. Köprüden geçerken daha önceki bir gelişimizde Borçka Karagöl’e gitmeyişimiz aklıma geliyor. Bu köprü dere tabanından ortalama 10 m yüksekliğinde. Ben bir doktor abimizle Artvin’e ilk gelişimizde  Borçka Karagöl’e gitsek mi? diye bir an düşünüp bu köprüden geri dönmüştük. O zaman iyi ki geri dönmüştük, çünkü biz oradan ayrıldıktan 2 saat sonra yukarıdan sel suları gelerek bu köprüyü aşacak düzeye gelmişti. Olay haberlerde bile verilmişti. Buraları böyle işte. Hiçbir zaman bilemezsin. Su sakin görünür, yukarılarda şiddetli bir yağış meydana gelir, aşağılarda sel veya sele benzer görüntülerin olmasına yol açar. Düşünüyorum da sular kimbilir kaç günde yatışmıştır. Bu tip konularda Karadeniz’de en meşhur yer yanılmıyorsam Giresun. Giresun’u nedense hep sel alır. Ben Giresun’un Kümbet yaylasına giderken sel sularının yuttuğu yollardan geçmiş ve “su” denen şeyin kimi zaman nasıl yıkıcı bir kuvvete dönüşebileceğini bizzat görmüştüm. Giresun ve yaylaları hakkında da yeri geldiği zaman yazılarımız olacak. Şimdilik doğu Karadeniz’de bir süre geçirmeye devam edelim.
Köprüyü geçtikten sonra Muratlı, (Borçka) Karagöl ve Camili yol ayırımı var. Aslında Muratlı’da kendi su altında fakat minaresi suyun dışında kalmış bir cami var ve müezzin ezan vakti kayıkla bu minareye gidip ezan okuyormuş. Bizim bu hadiseyi görecek kadar zamanımız yok. Hava kapalı olduğundan biz çok oyalanmak istemiyoruz. Her an yağmur yağabilecek gibi duruyor. Yolda olabildiğince durmamaya gayret ediyoruz ama bir de benim şu yol boyunca sürekli fotoğraf çekme isteğim olmasa... yolun başlarında birkaç yerde anlam veremediğim pankartlar görüyorum (Şekil 79,80). Bu insanlar neyi, neden istemiyorlardı acaba? Hükümet senin ayağına kadar “hizmet” getiriyor! Sen değil miydin istihdam istiyoruz, iş istiyoruz diyen? İşte dileğin kabul oldu. Bu nankörlük neden? Kaldı ki HES bu kadar kötü bir şey mi ki? demiyoruz, demiyoruz. Ben bugüne kadar Karadeniz’de birçok HES ve inşaatı gördüm. Biliyorum bu insanların neye karşı çıktıklarını ama çabalar ne kadar karşılık bulacak? Mahkemelerde kendi evlerinin çevresindeki doğa bir HES inşaatıyla yok olmasın diye kimi  
Şekil 79. HES istemiyoruz. Duyan var mııı?
Şekil 80. Bir tane daha HES istmiyoruz pankartı.

zaman güvenlik güçleri tarafından tartaklanan, dövülen, yaralanan bu insanlar, taleplerini gerçekleştirebilecek mi yoksa yine para babaları mı kazanacak sorusunun cevabını önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Ancak şu var ki son 12 yılda 4400 derenin HES inşaatlarından dolayı kuruduğu belirtilen ülkemizde, en azından Karadeniz’de benim görebildiğim kadarıyla halk pek kazanamamış.
Dağlara doğru kıvrılan bir vadinin içinden gidiyoruz. Yolun bir kısmında akan bir nehir görmek buralarda çok normal (Şekil 81). 
Şekil 81. Daha yolun başlarında sağ tarafımızdan akan bir nehir.
Bu nehir görüntüsüne ben bugüne kadar hiç alışamadım. Beni hep heyecanlandırdı ve gözümü okşadı. Buraya o “canlı” hissini inanılmaz katan bir görüntü. Kimisi sevmez belki ama yağmurlu günlerde dağlardaki sis de benim için estetiktir. Bu arada yolda önünden geçtiğimiz evlerin bahçelerinde klasik olarak yine mısır, fasülye gibi “temel besin” ürünlerinin ekilmiş olduğunu görüyoruz. Burada sıvasız ev sayısı nedense çok ama arada ahşap evleri de görmek mümkün (Şekil 82).
Şekil 82. Yol boyunca yamaçtaki evlerden örnekler.

            Vadi boyunca ilerleyip, tepelere doğru tırmanmaya başladıktan sonra yolda o bölgede arıcılık yapıldığına dair işaretler belirmeye başlıyor (Şekil 83). Tepelere doğru tırmanmaya devam ediyoruz. Herhalde yarım saate yakın bir zamandır 
Şekil 83. Yolda karşılaştığımız arı kovanlarından...

tırmanıyoruz. Dönüp arkamıza baktığımızda geride kalan vadinin görüntüsü insanın hatırlayacağı cinsten (Şekil 84). Buraları gerçekten çok güzel. Ayrıca şu ana kadar yol boyunca bizi korkutacak herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmadık. Yol gayet düzgün iki şerit asfalt yol ve keskin virajlar yok. Çevremizdeki bütün yamaçlar ağaçlarla bezenmiş durumda. Kim bilir sonbaharda buraları rengarenk oluyordur. Bir de o zamanlar gelmek gerek. 
Şekil 84. Geride bıraktığımız vadi.
             Yol bir anda bir tepenin olduğu yere ulaşıyor. Bu tepe biraz farklı bir yer, çünkü burada bir tesis var. Dikkatimizi çekiyor ve bir anda filmi geriye sarıp bize yapılan yol tarifini hatırlıyoruz. Bize denmişti ki bir tepeye varacaksınız, orada sis görüyorsanız sakın devam etmeyin, geri dönün. Evet. Burası o tip bir yerdi. Sanki bir geçitti, çünkü sanki yolun kenarında uzaktan görünen gişe gibi yapılar vardı (Şekil 85). 
Şekil 85. Macahel’e giderken yol boyunca dikkat edilmesi gereken en kritik tepe.

          Buradan ilk defa geçtiğimiz için çok emin olamıyoruz ama dönerken burası olduğundan yüzde yüz emin olduğumuz dikkat edilmesi gereken yer burası. Bakıyoruz. Sis yok. Sanki olsa gitmeyeceğiz. Devam ediyoruz. Yolda hemen ufak ufak sis görmeye başlıyoruz. Sağ tarafımızda ise kalan manzara tek kelimeyle muhteşem (Şekil 86). Şu anda bu satırları yazarken oralarda olmayı ne özlüyorum biliyor musun? Sanki o geçitten sonra başka bir diyara geçmiş gibiyiz ve fark kesinlikle hissediliyor. İlk defa iyi ki hava kapalı diyorum, çünkü tepelerdeki sis bende sanki 


Şekil 86. O tepeyi aştıktan kısa bir süre sonra sağ tarafımızdaki manzara.
bir başka boyutta tattığım veya tatmak istediğim duygular uyandırıyor (Bu yaşamda şu ana kadar olmadığı kesin). İleride aşağılarda birbirinden çok da uzakta olmayan evler görüyoruz (Şekil 87). 
Şekil 87. Karşı yamaçtaki medeniyet belirtileri.
Yol boyunca geleneksel evlerden oluşan görsel bir şölen var. Biz o tepeden aşağıya doğru yavaş yavaş iniyoruz. Ortalıkta hiç mi hiç ses yok. Evlerin çok estetik olduklarını söyleyemeyeceğim ama çevreleri düzenli ve temizdi. Bir de orta Karadeniz’de sık görmeye alıştığımız serenderlerden burada da vardı (Şekil 88).
Şekil 88. Yol boyunca yerleşim.
 Adını bilmediğimiz bir yerleşim alanından geçiyorduk. Burası ya bir kasaba ya da daha yüksek olasılıkla bir köydü. Artık iyiden iyiye tepenin alt bölümlerine ulaşmaya başladık. Bir ara burası Macahel olabilir mi? diye düşündük ama ortada Camili diye bir tabela da yoktu. Dolayısıyla yola devam ettik. Artık yeni ve dar bir vadiye ulaşmıştık (Şekil 89). 
Sağ tarafımızda gürül gürül nehir akıyordu. Macahel’e yaklaşmış olmamız gerekiyordu. Herhalde bu vadiden çıkınca karşımıza çıkacaktı. Ve öyle de oldu. Karşımızda son derece gösterişsiz olarak Camili belirdi (Şekil 90). Bu arada da yağmur neredeyse yağacaktı, an meselesiydi. Yol bizi doğrudan o yerleşim bölgesinin içine götürüyordu ve burası Camili denen yerdi. Peki neden Camili denmiş? Birazdan, çünkü şimdi son birkaç gündür hayatımın bir parçası olan birşey yapmam gerekiyor: Türkiye-Gürcistan sınırındaki bir başka son karakola gidip, selam biz geldik demek ve komutan ve askerlerle sohbet etmek (Şekil 91).
Şekil 89. Geçtiğimiz vadi.

Şekil 90. Macahel.


Şekil 91. Macahel’deki Gürcistan sınırı.
Arabayı parkedip iniyoruz. Ben doğrudan karşımdaki askere doğru gidiyorum, biliyorum ki biz gitmesek o gelecek. Asker gülümseyerek karşılıyor. Geliş sebebimizi açıklıyoruz ve doğrudan komutanın odasına doğru yöneliyoruz. Alıştık artık dostum. Burasının turistik bir yer olması karakolu etkilemiş. Komutan bizi çok sıcak karşılıyor ve -bize  eksik olmasın- Macahel hakkında detaylı bilgi veriyor. Bir turistin bilmesi gereken tüm bilgileri bir anda almış oluyorsunuz. Masasının önünde bölgenin tanıtımına katkıda bulunan broşürler görüyorum ve bazıları hakkında sorular soruyorum. Burada arıcılığın olduğunu zaten yıllardır biliyordum. Eniştem vaktiyle Türkiye’deki arıcılık projesinde çalışırken Türkiye’nin her yerinde ve burada da çalışmıştı. Arıcılığın ne kadar özenli ve katkısız, doğal yöntemlerle yapıldığını anlatıyor bize. Komutan o bölgede bazı yabancı turistlerin endemik bitki ve böcek hırsızlığından bahsetti. Bu gerçekten çok önemli bir konu. (Bu konuda sayfalarca yazabilirim ama kendimi tutuyorum. Burada yazdıklarım tamamen benim görüşüm olup, hatalı olabilir. Ayrıca, kimseyi etkileme niyetim bulunmamaktadır). Senin turist sandığın adamların bir kısmı senden çaldığı tohumu üretip, sanki kendisine aitmiş gibi bu tohumu yurt dışında patentliyor, biliyor musun? Hadi onu bırak.. Sen genetiği değiştirilmiş, tohum vermeyen domatesi yiyip genetik yapın yavaş yavaş yokedirken, neredesin? Sana “toplu katliam yapılırken” bu arada bunlar da toprağındaki tohumunu çalıyorlar. Senin soyunu yavaş yavaş kurutuyorlar, farkında mısın? Anlamadın, çünkü katliam olsa canım yanar diyorsun herhalde... Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de senin kendi toprağında yüzyıllardır üremekte olan örneğin, doğal domatesini üretmene yasak var. Böyle acı bir dönem geçiriyoruz işte dostum. Peki ne tavsiye ederim? En azından bu orijinal, güvenilir tohumlardan edin, sakla ve sonraki nesile büyük bir emanet olarak ver. Çocuğunun çeyizine koy gerekirse. Bunu unutma!
       Komutan konuşurken Bora müsade alıp dışarı çıkıyor. Ben komutanı biraz daha dinliyorum. Maral şelalesine gitmek istiyorum ama utanıp kendisine yolu soramıyorum. En iyisi dışarıda birisine sorarım diyorum. Kendisine çok teşekkür ettikten sonra müsaade istiyorum. Dışarı çıktığımda Bora’nın hemen köşedeki Camili bakkalının önünde bir grup insanla konuştuğunu görüyorum (Şekil 92). Burası tam olarak Şekil 91’daki yolun başında hemen sağda kalan binada bulunuyor. Hemen yanlarına gidiyorum. Buradaki insanlar çok düzgün konuşan
 
Şekil 92. Bora Macahel’den birileriyle sohbet ederken.
ve akıllı kişiler. Aralarında bir kişi muhtar ve bize özellikle orada hükümetin yaptığı sanıyorum şimdilik 13 tane olan ve suyu tamamen kurutana kadar devam edecek olan HES projeleriyle mücadelelerini anlatıyor. Şekil 92’deki amca (Mevlüt Özaydın) ise henüz bilmiyoruz ama başlı başına bir efsane. Hep güleryüzlü. Karadeniz aksanlıyla konuşuyor ve konuşmaya başladığında herkesin onun daha çok konuşmasını istiyor. Aslında buradakiler kim bilir onu kaç kez dinlemişlerdir ama sanki ilk defa dinliyormuş gibiler. Bora Gürcü kökenli olduğundan, amca ile derin bir Gürci sohbetine dalıyor. Ben ise hayranlıkla izliyorum. Amca anlatıyor: Macahel aslında 18 köyden ibaretmiş, Cumhuriyet ilanı olup, sınır çekilince 6sı (Camili, Düzenli, Efeler, Kayalar, Maral ve Uğur köyleri) bu tarafta kalmış. Macahel bölgeye verilen genel isim. Burada kalan altı köyden birisi Camili (eski adı Hertvis). Tabi karşı tarafta kalanlar arasında amcanın akrabaları var. Dinlediğimiz hikaye, güneydoğu sınırında duyduğumuz hikayelerin Gürcistan sınırında olanlarından... Karşı taraf hristiyan, buradakiler müslüman. Böyle olunca Hertvis, Camili olmuş bir anda. Neden Camili? İşte diyor parmağıyla gösterip, biraz yukarıdaki Cami yüzünden. Biraz daha konuştuktan sonra biz camiye hemen bir gidip gelelim, müsaadenizle diyoruz. Şekil 92’e göre hemen sağda yukarıya doğru uzanan yolun üstünde görünüyor bu cami (Şekil 93-95). Özelliği ise ahşaptan olması...
 
Şekil 93. Yolun tepesindeki meşhur cami.
Sokaktan yukarı doğru tırmanıyoruz. Macahel çok sakin bir yer ama çook... Ortalıkta gürültü diye birşey yok azizim. Aynen Karadeniz’in diğer köyleri gibi. Caminin yanına gelirken, iki bayanın muhtemelen Gürcüce konuştuğunu görüyoruz. Bizi görünce nedense biraz rahatsız olup çekiniyorlar. Turist olduğumuz her halinden belli ve burası çok fazla sayıda (içinde hırsızın da olduğu) turistin geldiği meşhur bir yer. Demek henüz tam alışamamışlar. Oysaki biz kimsenin hangi dil ile birbiriyle iletişimde bulunacağına karışacak kişiler değiliz, yeterki lisan insanca olsun. Bu arada fotoğraflara bakıp buralarının küçük, basit yerler olarak sakın görmeyin. Yukarıda, vaktiyle Gürcistan kraliçesinin ikamet ettiği Efeler köyü var. Ayrıca, amcaya önceden sorduğum kütük ev yapan marangozların olduğu Düzenli köyü var. Kütük ev yapımını burada çok iyi ypıyorlarmış. Benim de böyle bir niyetim olduğundan bizzat yerinde görmek istedim. Mevlüt amca beni oradaki “Caper” (muhtemelen Cafer) ustaya yönlendirdi Görmeyi çok istedim ama maalesef gidemedik.
Şekil 94. Cümle kapısı.
          Caminin kapı işçiliği “ilginçti” (bu konudaki düşüncelerimi yazmıyorum). Belki de Gürcü mimar tarafından yapılmış eski bir binaya sonradan minare ekleyerek (Şekil 95) cami yapmışlardı. Zaten minare yapıya ait değilmiş gibi duruyordu. Girişindeki görüntü kirliliği de bir başka konu. Bu kadar özensiz mimari özellikteki bir cami neden, kimin izniyle yapılır ve bir yerin adını değiştirmesi için nasıl aracı olarak kullanılabilir anlayamadım.
Aşağıya doğru inerken çevreme bakıyorum (Şekil 96). Burayı bu kadar özel yapan şey nedir? Karadenizde 50.000 km’den fazla gezmişim, bakıyorum ve aradaki farkı anlıyorum. Öncelikle burası UNESCO tarafından 2005 yılında “Dünya Biyosfer Rezervi Ağına” eklenmiş. Peki Karadeniz’de buna benzer yerler varken neden burası? Örneğin, daha dün gittiğimiz Arsiyan yaylası burasından daha çok “rezerv”? Karadenizde bu şekilde birçok yer var ama burası ilginç bir şekilde coğrafik olarak çukur bir alanda bulunuyor. Macahel yerleşim olarak bu dağların arasında kalmış. Dolayısıyla lokal bir iklimlenme olmuş.
Şekil 95. Minare.
            Macahel bakkalının olduğu yere tekrar gelip, Maral şelalesine giden yolu öğreniyoruz. Arabaya binip yola koyuluyoruz. Gittiğimiz yön için zaten bir tabela konmuş ve yolda kaybolma olasılığı yok. İlerlerken bir tesisin önündeki yok çalışmasıyla karşılaşıyoruz. Bora’ya dur bu araba bundan ötesine gitmez, ben bir inip bakayım diyorum. Çalışmalar yüzünden yol sırf bataklık gibi çamur olmuş ve insek bile buradan tekrar çıkmamız imkansız, hele bir de yağmur yağarsa ikinci ikametgahımız burası olur dedim kendime. Ne yapacagız? diye sordu bana. Dönüp bizi oraya götürecek bir araç bulacağız dedim. Öylece geldiğimiz yolu geri döndük. Bakkalın önünde oturan kişilere tekrar gidip derdimizi anlattık. Orada yeni gelmiş olan bir arkadaşları hemen gayet kibar bir şekilde ben sizi götürürüm dedi. Mevlüt amca da bir anda ayaklandı. İyi o zaman yolda beni halamda bırak ne zamandır görmedim dedi (tabi aksanla). Bir bir anda 4 kişi Maral şelalesine doğru yola koyulduk. Annemin küçükken yabancıların arabasına binme oğlum öğüdü burada tabi ki bir anda buharlaştı. Ancak sonradan anladım ki bizi arabasına davet eden kişiyi uzaktan da olsa tanıyormuşum. Eniştemden arıcılık konusunda eğitim almış. 

Şekil 96. Yamaçlardaki manzara.
        Mevlut amca gibi burada meşhur olan ve sıklıkla televizyonda belgesellere çıkartılan bir Adnan dede varmış. Adnan dede 80lerini aşmış durumda. Kendisini göremedik ama o da çok konuşkanmış. Bloga video yükleme şansım olsa Mevlüt amca ile yaptığımız video çekimiyle sizleri başbaşa bırakmayı isterdim ama bu mümkün olamayacak. Mevlüt amcayla da TRT ve başka kanallar (?) bugüne kadar röportaj yapmış. Yaşayan efsane yani... Araba ile ilerlerken Mevlut amcayla biraz daha derin konularda konuşabiliriz diye ümit ediyorum (Şekil 97). Örneğin, Macahel’deki çok sesli koro... Evet... Burada yaş ortalaması 70’in üstündeki erkeklerin oluşturduğu bir böyle grup var. Sorduğumda Salı günleri çalıştıklarını (Biz Çarşamba günü gitmiştik) söylediler ve hemen ardından ben soramadan kimse için toplanmazlar, zaten çok yaşlılar denildi. Ben bu grubun daha önceden çekilmiş bir videolarını görmüştüm. Gerçekten tam anlamıyla nefisti. Belgesel tadında bir olay. Akordiyon eşliğinde hem çoğunluğu Gürcü türkülerinin oluşturduğu bir repertuvar izliyorlar hem de buna folklorik oyunlarla eşlik ediyorlar. Ne fotoğrafı çekilir diye düşünmüştüm ama mümkün

Şekil 97. Mevlüt amca...

olamadan buharlaşıyor (tabi şimdilik). Bu grup bir de her yıl düzenlenen şenliklere katılıyormuş. Macaheldeki şenliklerin ise her yıl Ağustos’un ikinci haftasında yapıldığını öğrendik. Örneğin, bu sene 16 ağustosta yapılacakmış. Bu arada biz en azından 10 dakikadır ilerliyoruz ve yavaş yavaş Macahel’in içine doğru ilerleyen bir vadiden yukarıda doğru tırmanmaktayız. Çevremiz yemyeşil... Tamam geldik diyor bizi götüren Özden kardeşimiz (Şekil 98). Mevlüt amca inerek halasının evine doğru gidiyor. Dönerken beni alın diyor. 
Şekil 98. Mevlüt amcayı bıraktığımız yer...
         İlerlerken durup bir fotoğraf çekmek istiyorum (Şekil 99). İlerledikçe, yükseliyoruz. Biliyorum, Maral şelalesi Karadeniz’in en yüksek şelalelerinden ama ne kadar tırmanacağız. Özden bey buraları avucunun içi gibi biliyor. Bize bir yere kadar yol var ondan sonra 500 m kadar yürümemiz gerek diyor. Zaten bizim şelalelere giderken alışkın olduğumuz bir yöntem. Biz zaten onu düşünüyoruz, bizim için çektiği zahmeti... Bugüne kadar gördüğüm gerçek: bir yol şelalenin hemen dibine kadar gidiyorsa, bil ki o şelale bozulmuştur. Maalesef gerçek bu, çünkü birileri gider orada mangal yapar, orası tesis olur sonra da sizlere ömür... 
Şekil 99. Arkada bıraktığımız manzara...
         Ortalama tek şeride inen stabilize bir yolda bir süre ilerledikten sonra Maral şelaleleri dinlenme tesislerinin olduğu geçite geliyoruz. Özden bey arabayı parkediyor ve birlikte bir patikayı takip edip şelaleye doğru ilerliyoruz (Şekil 100).  Şelale yolu oldukça şirin diyebileceğim bir yol. Çok dar olmayan bir patikadan ilerlerken
Şekil 100. Maral şelalesinde patikada ilerlerken.
Özden bey bir ağaca işaret ederek, hocam işte karakovan balı bu kovanlarda oluyor diyor. Ağaca bakıyorum (Şekil 101). Bulunduğu yer en azından 40 derece eğimli bir yamaç ve topraktan çıkış yeri bulunduğumuz patikadan en az 15 metre aşağıdadır. Bir kişi bu ağaca nasıl ulaşır da bu balı toplayabilir? Özden bey hemen cevabını veriyor... Özel bal toplayıcılar varmış. Karadeniz tarzanı diyebileceğimiz bu kişilerin ellerinde halatlar önce patikaya yakın ağaca halatı atıp ona tırmanıyor, sonra o ağaçtayken bir yanındakine ve sonrakine derken ilgili ağaca ulaşıyor ve oradan da balı topluyor. Tabi geliş yolu da kolay değil. İşte kara kovan balı deyip geçmemek lazım. Doğal olduğuna şüphe yok ama toplanmasının da bu kadar zor olduğunu bilmiyordum.
           
Şekil 101. Ağaçtaki kovan.
Patikada ortalama 10 dakikadan biraz fazla ilerledikten sonra merdivenlerle inilen bir bölüme oradan da bir tesise varıyoruz (Şekil 102). Tesiste şelalenin apaçık karşıdan görülebileceği bir platform yapılmış. Gerek yolda kullanılan malzemeler gerekse de işçilik gözü kesinlikle yormayan doğa dostu görünümde. Tesis ise şelalenin haşmetiyle kıyaslanınca çok büyük değil. Maral şelalesi Skogafoss kadar geniş eni olmasa da kesinlikle estetik bir şelale. Tabi bu söylediğim Temmuz ayı için geçerli. Yoksa baharın ilk aylarında buraya gelseniz, şelalenin debisinin çok fazla olduğunu görürdünüz. Ortalama 65 yükseklikten kademesiz olarak dökülüyor. Oraya kadar geldiğinize değecek bir şelale ve Macahel’e giderseniz buraya uğramanızı öneririm. Birkaç dakika şelalenin video ve fotoğraflarını buradan çektikten sonra aşağıya inmek istediğimi söylüyorum (Şekil 103). 
Şekil 102. Şelaleye yaklaşırken.
Bora ve Özden bey orada kalıyor, ben tek başıma iniyorum. Burası aşağıdaki şelaleye kadar nispeten daha dik ve biraz daha risk faktörü içeren bir iniş. Ancak bu bahsettiğim risk, örneğin Ordu’daki 120 metrelik Uzundere şelalesine giderken yaşadığınız riskli inişler gibi değil, çünkü orada tesis ve tutunacak birşeyler dahi yok. Şelaleden gelen pulverize sudan dolayı her taraf yosunlu ve kaygan. O bakımdan burada şöyle bir öneride bulunmak isterim: Öncelikle riskli ve yaralanma ihtimalinizin olduğunu düşündüğünüz yerlere girmeyin veya gitmeyin. Amaç gezmek, görmekse tabi... Benim gibi her açıdan fotoğraf çekerek ölümsüzleştirmek gibi bir fanteziniz varsa bu gerçeklik değişmez. Şelaleler tehlikeli yerlerdir, unutmayınız.
   Aşağıya inmek, çıkmaktan daha zordur. Dolayısıyla inerken karşılaştığım zorlukla çıkarken karşılaşmayacağımı düşünüyorum. Olabildiğince kaymayacak yerlere bastığımdan ve kopmayacak (trabzan dahil) yerlere tutunduğumdan emin olmaya çalışıyorum ve bunu “her adımda” yapmaya çalışıyorum. Bir hata bir kazaya sebep olabilir. Birkaç dakikada aşağıya iniyorum. O güzel şelale tam karşımda ve etrafımızda başka kimse yok. Bu çok değişik ve özel bir duygu. Suya gireceğimi hesapladığım için ayağıma dize kadar bot giymiştim. Bazen su
Şekil 103. Maral şelalesi (Tesisten görünüm).
Şekil 104. Maral şelalesi
açısından iyi oluyor ama çamurdaki performansından çok memnun olduğumu söyleyemeyeceğim. Tripodumu farklı yerlere kurup yavaş yavaş şelaleye yaklaşırken kareler
Şekil 105. Maral şelalesi.

birbiri ardından geliyor. Aşağıda sanıyorum 10 dakika kadar fotoğraf çektikten sonra yukarı çıkıyorum. Bora ve Özden bey tesiste oturuyorlar (Şekil 106). Bora, tamam mı hocam? diyor.
Tamam diyorum, çünkü artık kaç tane şelale gezdikten sonra bende görsel doyum seviyesinin hangi dozda oluştuğunu defalarca yaşamışım. Umarım siz de bunun gibi değil ama çok az kişinin gittiği ve sanki ilk siz bulmusunuz gibi sizi heyecanlandıran şelalelere gidersiniz. Ben gittim. O çok özel bir duygu. O zaman hayran kalacak ve unutmayacağınız görsel bir zevk alacaksınız. 
            Kalkıyoruz ve arabaya doğru ilerliyoruz, sonra da arabayla Mevlüt amcayı alıyoruz. Arabada Camili’ye doğru ilerlerken Mevlüt amca bizi kırmıyor ve kendisiyle -ilk defa fotoğraf makinasının kamerasıyla da olsa- röportaj yapıyoruz. Tripodu kuruyoruz, kamera bağlı, bir görsen halimizi belgesel çekiyoruz sanırsın (Şekil 107). Arkada Macahel’in sisli tepeleri, yağmur damlaları arada hafifçe yüzüne dokunuyor ve karşında doğu Karadeniz aksanıyla bölgeyi ders anlatır gibi açıklayan bir amca. Mesleği mi değiştirsek? 10-15 dakika kadar Mevlüt amcayla sohbet derken, fırsat budur deyip arada Gürcüce türkü bile söyletiyoruz. Bu keyifli dakikalar yağmurun artmasıyla sonlanıyor ve ekipmanı toplayıp yola koyuluyoruz. Yağmur olayı pek hoşumuza gitmiyor, çünkü Macahel’de gece konaklama konusunda henüz karar vermiş değiliz. Başladığımız programın çok önünde olduğumuz için benim bir acelem yok.
Camili’ye vardığımızda muhtar ve Mevlüt amcayla biraz daha sohbet edip civarda görebileceğimiz yerleri soruyoruz. Önceden Gürcistan kraliçesinin yaşamış olduğu Efeler köyüne gitmemizi öneriyorlar. Gidip-gelelim diyoruz. Yola koyulduğumuz da çok değil birkaç dakika içinde işin rengi bir anda değişiyor. Yağmur öylesine şiddetleniyor ki Efeler köyün gitsek bile arabadan inip nasıl gezebiliriz endişesi bizi sarıyor. 

Bora, bu bölgeden çıkmayı öneriyor. Ben de koşulların gerçekliği düşünüldüğünde bundan makul bir teklif olmayacağını bildiğimden
Şekil 106. Tesisin nispeten mütevazi olan ve bu fotoğrafın bakış açısına göre sağ tarafından şelalenin görülebildiği platformunda Bora ve Özden bey.
 tamam diyorum. Belli ki Macahel bölgesine tekrar gelip, daha derinlemesine incelememiz gerekecek. Bu sefer kültürel açıdan. Bir taraftan göremediğimiz koro, ramazan sebebiyle soramadığımız lokal yiyecekler, ağustosun 2. haftasında yapılan şenlik ve çevre köyler derken iş kısmen tamamlanabilmişti. Ancak buralarda geçirdiğimiz zamanı ne kadar etkin kullanmış olduğumuzu bilemezsiniz. Bazen facebookda 20 günde 4500 km Türkiyede gezen bayanın çektiği video gibi haberler görüyorum. Bu da bir şey mi? diyesim geliyor
Şekil 107. Mevlüt amcayla röportaj yaparken
çünkü biz sadece bu gezide 5 günde 4500 km gezdik ve bu yolun herhalde 500 km veya daha fazlası stabilize yoldu. Özellikle Artvin’den sonraki kısımda gece uyumayı da nerdeyse bıraktım. Sonuç olarak buna da şükür demekten başka bir çaremiz yoktu. Bu inanın bir “yol terbiyesidir”. 
Şekil 108. Geçite yaklaşırken sis.

Şekil 109. Geçitteki sis.
             Dönerken yolda sis vardı ve o geçit bölgesine yaklaştığımızda sisin arttığını gördük (Şekil 108, 109). Burada karşılaştığımız sis Karadeniz’in başka bölgelerinde gördüğümüz sisten daha fazla değildi. Görüş mesafesi 10 m ve üstündeydi. Dolayısıyla gündüz saatlerinde çok problem olacağını sanmıyorum. Ama gece ve özellikle kış gecelerinde işler değişir.
            Peki buradan sonra nereye? Batıya Rize’ye doğru gideceğiz. Akşam Rize’de konaklamayı düşünüyoruz ama önce Arhavi’de uğramamız gereken yolda bir şelale var: Mençuna şelalesi...