21 Ekim 2014 Salı

Artvin: Şavşat Karagöl ve Balık Gölü


     Yusufeli’nden döndüğümüz akşam Artvin’de hava sıcak ve güzeldi. Saat 21:00-22:00 arasında ulaştığımız için, şehirin gece hayatını görmek istedik. Gayet naif bir duyguyla bir kafede oturalım, birşeyler içelim dedik ama sorduğumuz kişiler kafe olmadığını, sadece bir pastane olduğunu söylediler. Artvin merkez böyle ilginç sürprizlerin olduğu bir yer işte dostum.
Pastaneye gittik biraz oturduk. Bora, Ordu merkezin buradan kat be kat daha gelişmiş ve sosyal tesis olarak da daha zengin olduğunu söyledi. Açık-ara çok haklıydı. Artvin merkez, bu anlamda Ordu’ya kıyasla gerçekten bir ilçe statüsünde görünüyordu. Pastaneye gelince... Karadeniz’de gördüğüm en zavallı pastanelerden biri olduğu kesindi.
       Ertesi gün sabah erkenden kalktık. Nedense üzerimizdeki o ilk “eyvah ya hava bozarsa” paniği de kalkmıştı. Dışarı baktım, parçalı bulutlu bir hava vardı. Oh dedik daha ne isteriz? Bora ne yapalım? diye sordu bana. Rotamız Şavşat hocam dedim. Hemen giyinip, yola koyulduk. Artvin’den çıkıp, Şavşat yol ayırımından sola saptık. Bu yol ayırımında hata yapmazsınız, korkmayın, çünkü kocaman tabela var. Öncelikle bir tepeye tırmandık. Yol, Yusufeli yolu benzeri, bir tarafta Çoruh’un kaldığı ve sizin düzgün bir asfaltta ilerlediğiniz bir yoldu. Şavşat-Artvin merkez arası mesafe 70 km kadar, fakat bunu bir saatte alabilmek imkansız. Şöyle ki, başlangıçta yolun herhalde ilk 20 kilometresi düzgün bir yol ama sonradan yol biraz daralarak, ortasından bir derenin aktığı kanyon havasındaki derin bir vadinin içinden devam ediyor. Bu yol her ne kadar bir süre giderek kötüleşse de, vadinin karizması, güneşli hava ve çevrenizde çok fazla trafik olmaması insana moral veriyor.
       Dün neredeyse bütün gün Bora arabayı kullandığı için sabah direksiyona ben geçtim. Planımız şöyleydi: Öncelikle Şavşat Karagöle gidecektik, buradan da bir taraftan Ardahan diğer taraftan da Gürcistan sınırına komşu Arsiyan yaylasına. Bir güne nasıl sığdıracaktık bilinmez ama plan buydu. Bu seçimi yapmamın sebebi şuydu: Artvin bölgesine seyahat edenlerin büyük bir kısmı Borçka’daki Karagöl’e gidermiş. Ancak, Şavşat’taki Karagöl ve içinde bulunduğu Milli Park’ın Borçka’dakine kıyasla daha güzel ve büyük olduğunu duymuştum. Ayrıca, Arsiyan yaylası internette ulaşabildiğim çok ama çok sınırlı bilgi ve görüntülere göre 7 tane gölün olduğu fantastik bir yaylaydı. Çok uzaktı ana yaylaların şahıydı sanki. Eminim ki buraya gelen Artvinli sayısı bile çok azdı. Zaten Artvin’e gitmeden önce Arsiyan yaylası -her ne hikmetse- bende takıntı haline gelmişti. Mutlaka gitmem gereken bir yayla olarak görüyordum. Arsiyan yaylası Ordu’da menderesleriyle meşhur, haşmetli, bol sert rüzgarlı, geniş mi geniş bir manzaraya sahip Perşembe yaylasının bende bıraktığı o estetik katıksız doğa izlenimini bırakıyordu. Okumayanlar için şiddetle tavsiye edebileceğim Perşembe yaylasıyla ilgili yazıyı bu blogda bulabilirsiniz. Güzelliğini kelimelerin ifade etmekte gerçekten yetersiz olduğu Perşembe yaylasını ben olabildiğince kısa bir yazı ile ifade etmek istedim. Zira, balı tatmak, anlayan için kafidir. Lafı uzattık yine... Artvin için görüşüm en başından beri gidilebilecek en uzak köşelerine öncelik vermekti. Kısmet olursa bir başka gelişte daha yakın olan Borçka’daki Karagöl’e gidebilirdim. Bahsettiğim derin vadiden çıktıktan sonra hep geniş bir manzaraya hakim ve karasal iklimin egemen olduğu bölgelerden geçiyorduk. Karasal iklimdi ama ben bu kadar çok çiçeği bir arada hiç görmemiştim. Nefisti. Yol boyunca karşımıza çıkan köylerdeki manzaralar ise çok şirindi çok. Zaten Şavşat’ın köylerinin çok güzel olduğunu duymuştum. Yapılar genellikle düzgün sıvalı-boyalı betonarme binalardan veya daha çok olarak da altı taş üstü ahşap yapılardan (kütük ev gibi) oluşmaktaydı. Bu geleneksel kütük evler yüzyıllardır bu bölgelerde mevcuttu. Orta Karadeniz bölgesinde gördüklerimden çok da farklı mimari özellikte değildi ama belirgin ölçüde daha bakımlılardı. (Şekil 24).
Şekil 24. Şavşat Veliköy civarında karşılaştığımız kütük evlerden bir tanesi.
Son derece kasavet ve bakımsız ilçe merkezini geçtikten sonra bir Karagöl sapağıyla karşılaştık. Küçücük, gösterişsiz bir tabela vardı burada ve sanki kazaran ortaydı. Yolun sağ tarafına dönmemiz ve oldukça düzgün bir asfalt yola girmemiz gerekiyordu. Yolun çevresinde çam ağaçları yoğun bir şekilde bulunuyordu. Herhalde az bir mesafe kaldı dedik. Bu yoğun ağaçlarla çevrili bölgeyi geçtikten sonra yeniden düz bir alana açıldık. Ortada yol görünmediği gibi başka sapılabilecek bir yol da yoktu. Ortada bir hata vardı sanki. Acaba geride mi kaldı diye döndük. Yoksa dikkat mı etmemiştik? Çam ağalarının içinden bir yere sapıp oradan da göle mi gidecektik? Geçtiğimiz yerde bir yol ayırımı yoktu diye hatırlıyoruz ama tabelayı da son anda gördüğümüz için içimizde süphe var. Ortalıkta soru sorabileceğimiz bir Allah’ın kulu da yok ki... Tekrar aynı yere geri döndük mecburen. Sil baştan. Aynı yolu tekrar al. Gerçekten tek yol var. Buraya kadar tamam.
       Karşımızda Veliköy bulunuyordu. Veliköy’ün içinden geçen yol oldukça dardı. İki aracın yanyana geçmesinin genellikle mümkün olmadığı türden bir yol (Şekil 25). Bunu özellikle vurgulamak istedim, çünkü Artvinliler bu kıvrılıp giden ve önünüzü bazı yerlerde 5 m, bazı yerlerde ise biraz daha fazla görebildiğiniz yoldan çok hızlı gidiyorlar çok. Biz kaç kez karşıdan gelen şoförlerin bu aşırı hız tutkusu yüzünden kafa kafaya kaza yapma noktasına geldik. Yolun darlığından kaçabileceğimiz hiçbir yer de yoktu. Kaç kez caaart diye frene basıp milimle
Şekil 25. İşte Veliköy’ün içinden geçem yol. Kötü değil ama genişlik çok az.
kazadan kurtulduk. Sinir olduk yahu. Bu ne acele? Birazcık yavaş git kardeşim ambulansla hasta mı taşıyorsun? Bizde çok değil birazcık hız yapmış olsaydık, bu satırları yazamayabilirdim. Buradan geçerseniz lütfen dikkat edin... Dönelim yolumuza. Veliköy’ün içinden geçiyoruz, gittik de gittik ama bir baktık ki yol, içinde tavukların gezindiği bir evin bahçesinde son buluyor! Hoppala... Başka yol ayırımı da yok. Bahçede orada bize göz ucuyla garip garip bakan bir adam var. İnip Karagölü sordum. Geride kaldı dedi. Ne kadar geride dedim? Veliköy’ün dışında dedi. Bu işin tadı kaçmaya başlamıştı. Tam geri dönüyorduk, Veliköy’ün girişinde bir minibüsle karşılaştık. Onlar da Karagöl’e gidiyorlarmış. Yanlış yoldasınız geri dönün dedik. Onlar önden biz arkalarından o ilk geçtiğimiz ormanlık yere tekrar gittik. Artık bir git bir gel Benny Hill Show’daki kovalamacalara benzemeye başlamıştı bu iş. Ve anladık ki yine yanlış yoldayız! İnsan bir tabela koyar yahu. Tekrar Veliköy’e geri geldik. Veliköy’e girmeden önce yolda yürüyen düzgün görünümlü bir adamla karşılaştık. Bir taraftan biz, bir taraftan da bir minibüs şoförü yolu sorduk. Veliköy’ün girişinden hemen önce sağa doğru ayrılan son derece gösterişsiz tali yola sapmalıymışız. İnanılır gibi değil. Hay Allah senden razı olsun! Oraya hemen gittik. Meğerse burada bir tabela varmış ama öğrendikki o tabela düşmüş! Bu talihsizlik bize ortalama 45 dakikaya mal oldu. Kendimizi hemen topladık. Bu yoldan saptıktan kısa bir süre sonra Karagöl’ün çok yakınımızda olduğundan emindik (Şekil 26).
Şekil 26. Karagöl’e yaklaştığımızın belirgin kanıtı artık elimizde...
       Ve derken Karagöl’ün kapısına geldik (Şekil 27). Tabi sıklıkla karşılaştığımız gösterişsiz girişlerden biriydi ama bakımsız bir yer kesinlikle değildi. Kısa bir yol hemen gölün kenarındaki bir tesise kadar uzanıyordu (Şekil 28). Tesisin önüne kadar gelip, park ettik. Karagöl, Şavşat ilçesinden 28 km uzaklıktaydı. Şirin bir yerdi burası şüphesiz. Tesis çok büyük değildi. Küçükçe bir restorant bölümü vardı. Bir aile işletiyordu diyesim geliyor ama kimseyle konuşmadım. Göl kenarında misafirlerin gezebilecekleri iki tane kayık bulunuyordu. Bahsettiğimiz göl, Van gölü gibi büyük bir göl değil tabi ki, gölet büyüklüğünde. Kaybettiğimiz zaman ve gitmemiz gereken yolun uzunluğunu göz önünde bulundurarak, Karagöl’de en fazla yarım saat kalabileceğimiz gerçeği beynimizde zonkluyordu. Zaten bir buraya gelen birçoğu gibi piknik yapmaya gelmemiştik ama arabadan inince karşılaştığımız manzara da sıradan değildi. Zaman kaybetmeden hareket etmeliydik. Burada sonbaharda parçalı bulutlu rüzgarsız bir gün batımında ve/veya gecesinde olmayı isterdim.
Şekil 27. Şavşat Karagöl Milli Parkı girişi

Şekil 28. Şavşat Karagöldeki tesis.
       Çevremizde kalabalık bir insan topluluğu yoktu. Ramazandan mıdır bilmem oldukça sakindi. Böylesi aslında daha çok hoşuma gitti desem yeridir. Bu tip yerlerde fotoğraf çekerken olabildiğince kadrajda insan olmasını istemiyorum ama fotoğraf işini biraz balık tutmaya benzetiyorum. Hangi kompozisyonun daha iyi olacağını bilemiyorsunuz veya karşınıza ne çıkacağını. Özellikle dağlarda keşke kadrajıma alabileceğim uzun etekli kırmızı tuvalet giymiş uzun saçlı bir kadın olsa dediğim çoktur. Bu seyahat boyunca olsa çok sevinirdim ama kısmet değildi.      

       Öncelikle şunu belirtmek isterim ki yolda kaybettiğimiz zamana değecek güzellikte bir göldü bu. Gölün çevresinde çok geniş olmayan düzgün bir yürüyüş yolu (Şekil 29) ve birkaç yerinde çardaklar mevcuttu. Yürüyüş yolunun çevresi birçok çiçekle benzenmişti. Burası aslında güzel bir pazar gününü piknikle geçirmek isteyen Artvinli için süper bir yer olabilirdi. Olabilirdi diyorum, çünkü büyük bir çoğunluğunun Kafkasör varken buraya gelmeyeceğini düşünüyorum. Dahası, sonbaharda buradaki renklerin muhteşem olacağı her halinden belliydi. Bir de gün batımında rüzgarsız bir havada burada olsanız, göl üzerinde çok güzel yansımalar göreceğinizi şimdiden söyleyebilirim.
Şekil 29. Karagöl’ün çevresindeki yürüyüş yolu ve Bora.


Şekil 30. Şavşat Karagöl’ün çevresinde yürürken.

Şekil 31. Şavşat Karagöl’ün çevresinde yürürken.










Şekil 32. Şavşat Karagöl’ün çevresinde yürürken.
Şekil 33. Şavşat Karagöl’ün çevresinde yürürken.


Şekil 34. Şavşat Karagöl’ün çevresinde yürürken.

Burası gerçekten güzel bir göldü ve bakımlıydı. Zamanımız sınırlı olduğu için, yürüyüş yolunda gölün çevresinde bir tur atıp çıkmaya karar verdik (Şekil 30-34).
       Buradan sonra hatasız bir şekilde Arsiyan yaylasına gitmek istiyorduk. Ama buraya bile kaç defa yanlış yola sapıp gelmişiz. Nasıl olacaktı? Karagöl’den çıktıktan sonra yol kenarında köy muhtarının binasını gördük (Şekil 35). Durduk. Muhtar oradaydı. Yerini biliyorlardı. Herhalde çok ileride değil diye düşündük ama yol zaman alır çünkü stabilize yol dediler. Bize detaylı bir yol tarifi verdiler. Hatta yolda gelirken tabelasıyla karşılaştığımız Balık gölü’ne de aynı yerden gidildiğini söylediler. Mecbur dikkatlice dinleyip öğrendik, hemen yola koyulduk. Hava günlük güneşlikti. Pek keyiflenmiştik. Yapmamız gereken aynen şöyleydi: Öncelikle Veliköy’e geri gitmemiz gerekiyordu. Bu yolu zaten git gel ezberlemiştik. Veliköy’ün ortasını birazcık geçince sola doğru “Pınarlı köy” tabelasını takip edecektik. Devamını giderken anlatayım. Biz zaten Pınarlı köyü tabelasını kaç kez görmüştük dostum. Oraya kadar gidebilirdik ama ondan sonrası için hata yapmamamız gerekiyordu.
Şekil 35. Yolu sorduğumuz muhtar’ın binası. Tam karşı çaprazında “Karagöl 3 km” tabelası var.
       Pınarlı köyü yol ayırımından sonra altımızda betondan yapılmış kaymak gibi bir yol vardı. Muhtemelen kışın asfalt parçalanıp dağılacağı için betondan dökmüşlerdi. Bu yolun 
Şekil 36. Pınarlı köyüne giderken, sağ tarafımızda kalan manzara.








çevresinde tarım yapıldığını görüyorduk. Yol bizi yavaş yavaş tırmandırırken yol kenarında gördüğümüz evleri geride bırakıyorduk (Şekil 36). Sağ tarafımızda bir vadi ile yola devam ediyorduk. Açıkçası bundan sonra araç trafiğiyle karşılaşacağımızı düşünmüyorduk. Çünkü Pınarlı köyünden sonra karşılaşacağımız köy değil olsa olsa yayla evleri vardı. Biraz ileride bir köy görünmeye başladı (Şekil 37,38)
Şekil 37. Pınarlı köyü giriş.


      Bu kadar uzak bir köy için yolu güzeldi diyebilirim. Nüfusu oldukça az olan ve yapılaşmanın geleneksel olduğu bir köydü. Nedendir bilmem yaz-kış yerleşim varmış gibi geldi. Bu önemli bir konu, çünkü iklim koşullarının sertleştiği bazı bölgelerde kışın örneğin köyde ikamet edenler evlerini kapatıp ilçeye gidiyorlar. Burada büyükbaş hayancılık olması bende bu izlenimi oluşturdu ama hatalı olabilirim. Neden mi? Burada kışın iklim çok sert. Köyün içinden ilerlerken geleneksel kütük evlerin hakimiyeti beni büyülüyor. Biliyorum gitmek zorundayız ama Bora’ya sık sık durmasını rica ediyorum. Arada daha mütevazi evler görmüyoruz değil. Bahçesinde tarım yapan bir köylünün nispeten mütevazi ahşap evinin fotoğrafını çekiyorum (Şekil 38). Mütevazi ama bu evlerde dış kaplama malzemesi olarak pek de ucuz olmayan kestane ağacından başka bir ağaç kullanılmaz. Bu şekilde yapılan evlerin 150-200 sene dayanabildiğini biliyoruz. Durup durup fotoğraf çekiyorum. Bir daha buralara gelmek nasip olur mu bilinmez ama ben hep bir daha gelemeyebilirim diye düşünmek durumundayım.
Şekil 38. Pınarlı köyünden bir görüntü.


Şekil 39. Demirkapı, Balık Gölü yol ayırımı.
İlerliyoruz. Köy bir anda geride kalıyor ve stabilize kötü bir yola girmeye başlıyoruz. Bu tepeden tırmandıktan sonra yolun ikiye ayrıldığını görüyoruz. Bize yaptıkları tarife göre soldan Demirkapı, Balık Gölü tabelalarını gösteren taraftan yolumuza devam ediyoruz (Şekil 39). Yine de içimizde biraz bir süphe var. Aynı günde kaç kez yolu bulamamışız. İlerliyoruz. Karşımızdaki ağaçsız tepelere bakınca yavaş yavaş ne kadar yükselmiş olduğumuzu anlamaya başlıyoruz. Buradan sonra insan görmeyiz herhalde diyoruz ama öyle olmuyor. Birkaç ev var. Sağda hemen ileride bahçesinde çalışmakta olan birileri görüyoruz. Yol kenarından biraz uzaktalar ama sanki karşılaşacağımız son insan düşüncesiyle doğru yolda olduğumuzun onayını almak istiyoruz. Tabi ben de bir fotoğraf çekmek istiyorum. (Şekil 40).
Şekil 40. Yol sorduğumuz son kişi?
       Burası Pınarlı köyü mü? Cevap evet. Arsiyan yaylasına bu yoldan mı gidiliyor? Evet. O zaman size kolay gelsin diyoruz. O sıcakta iki kadın bir erkek kışın hayvanlara verecekleri otları topluyorlar veya kurutmak için alt-üst ediyorlar. Çevrede bir kaç kütük ev var (Şekil 41) ama insanla karşılaşmıyoruz. Yolumuza devam ediyoruz.
Şekil 41. Pınarlı köyünden bir görüntü.




Şekil 42. Pınarlı köyünü geride bıraktıktan hemen sonra.

       Karşımızda eteklerinde çam ağaçlarının olduğu ağaçsız tepeler var (Şekil 42). Belli ki 1700-1800 m’yi birazdan aşacağız. Arsiyan yaylası bu tepelerin arkasında bir yerlerde olmalı diyoruz. Biraz ilerleyince işin rengi değişmeye başlıyor. Çam ağaçlarının bulunduğu bölgede bizim görmeyi arzu ettiğimiz doğa bize şöyle bir göz kırpıyor (Şekil 43). Hemen ileride Balık Gölü tablesını görüyoruz (Şekil 44). Buraya kadar gelmişken gitmemek olmazdı. Zaten yol üzerinde gördüğümüz tabela bizi doğrudan oraya götürüyor.
Şekil 43. Katıksız doğa belirtileri...




       Yol çok güzel bir yol değildi ama Arsiyan yaylasına kadar bizi aynen burada gördüğünüzü gibi bir yol götürecekti. Olsundu, nasılsa araba gidebiliyordu. Benim istediğim atmosfer giderek daha yoğun bir şekilde oluşmaya başlıyordu. Yolun fotoğrafını çektikten sonra arabaya binmek üzereyken geldiğimiz tarafa baktım. Bir de ne göreyim? Karşımda daha dün gittiğim hala karlı etekleriyle Altıparmak dağlarının zirveleri görünüyor! (Şekil 45). Biz şaka-maka bayağı yükselmiştik dostum. Yoksa bu kadar panoramik Altıparmak dağı manzarasını nerede göreceksin? Biraz ileride Balık gölü girişi vardı (Şekil 46). Burada arabasını yıkamakta olan bir görevli gördük. Selam verdik, içeri girdik. 2000 metre üzerinde olan Balık gölüne öncelikle bir bakalım, sonra bu
Şekil 44. Balık gölü yolu.







Şekil 45. Gelmekte olduğumuz yöne baktığımda gördüğüm Altıparmak dağları.


 amca ile biraz sohbet eder, yolu tekrar sorar ve devam ederiz dedik. Rakımın artmasına bağlı olarak artık hava biraz serinlemeye başlamıştı. Rüzgar hafifçe esiyordu ama daha soğuktu. Hava bir anda son yarım saat içinde değişmişti.
       Park ettikten sonra göle doğru hafifçe bir tepecikten tırmandık. Burada birkaç kamelya yapılmıştı (Şekil 47). Aynı anda istense 50-100 kişi burada keyifli bir gün geçirebilirdi. Hem dağ manzarası, hem çam ormanı hem de gölüyle doğallık tamamlanıyordu. Göl oval şekilli uzunca bir göldü. Arkadaki dağ ise Arsiyan (veya Göze veya Gürcüce Gençiyan) dağı. Derinliği fazla yok gibiydi ama buralarda görüntü yanıltıcı olabiliyor. Biraz ileride anlatırım.
Şekil 46. Balık gölü girişi.






Şekil 47. Balık Gölü.
Şekil 48. Balık gölü.
               Gölün kenarına doğru yönelince, gerçek bir çiçek bahçesiyle karşılaşıyorum (Şekil 48). Dikkatle bakarsanız göl kenarının mavi, mor ve sarı çiçeklerle döşendiğini göreceksiniz. Gölün çevresinde dolanırken dizlerimin boyunu aşan çiçeklerin arasından geçmek çok keyifliydi. Bu arada elinde kamerayla Bora da boş durmuyordu. Buralara gelenlere uğramalarını tavsiye edeceğim son gezi noktası budur. Bundan sonrası başka...