Yusufeli’nden döndüğümüz akşam
Artvin’de hava sıcak ve güzeldi. Saat 21:00-22:00 arasında ulaştığımız için,
şehirin gece hayatını görmek istedik. Gayet naif bir duyguyla bir kafede
oturalım, birşeyler içelim dedik ama sorduğumuz kişiler kafe olmadığını, sadece
bir pastane olduğunu söylediler. Artvin merkez böyle ilginç sürprizlerin olduğu
bir yer işte dostum.
Pastaneye gittik biraz oturduk. Bora, Ordu merkezin
buradan kat be kat daha gelişmiş ve sosyal tesis olarak da daha zengin olduğunu
söyledi. Açık-ara çok haklıydı. Artvin merkez, bu anlamda Ordu’ya kıyasla gerçekten
bir ilçe statüsünde görünüyordu. Pastaneye gelince... Karadeniz’de gördüğüm en
zavallı pastanelerden biri olduğu kesindi.
Ertesi gün sabah erkenden kalktık. Nedense
üzerimizdeki o ilk “eyvah ya hava bozarsa” paniği de kalkmıştı. Dışarı baktım,
parçalı bulutlu bir hava vardı. Oh dedik daha ne isteriz? Bora ne yapalım? diye
sordu bana. Rotamız Şavşat hocam dedim. Hemen giyinip, yola koyulduk. Artvin’den
çıkıp, Şavşat yol ayırımından sola saptık. Bu yol ayırımında hata yapmazsınız,
korkmayın, çünkü kocaman tabela var. Öncelikle bir tepeye tırmandık. Yol,
Yusufeli yolu benzeri, bir tarafta Çoruh’un kaldığı ve sizin düzgün bir
asfaltta ilerlediğiniz bir yoldu. Şavşat-Artvin merkez arası mesafe 70 km
kadar, fakat bunu bir saatte alabilmek imkansız. Şöyle ki, başlangıçta yolun
herhalde ilk 20 kilometresi düzgün bir yol ama sonradan yol biraz daralarak,
ortasından bir derenin aktığı kanyon havasındaki derin bir vadinin içinden devam
ediyor. Bu yol her ne kadar bir süre giderek kötüleşse de, vadinin karizması,
güneşli hava ve çevrenizde çok fazla trafik olmaması insana moral veriyor.
Dün neredeyse bütün gün Bora arabayı kullandığı için sabah direksiyona ben
geçtim. Planımız şöyleydi: Öncelikle Şavşat Karagöle gidecektik, buradan da bir
taraftan Ardahan diğer taraftan da Gürcistan sınırına komşu Arsiyan yaylasına. Bir
güne nasıl sığdıracaktık bilinmez ama plan buydu. Bu seçimi yapmamın sebebi
şuydu: Artvin bölgesine seyahat edenlerin büyük bir kısmı Borçka’daki Karagöl’e
gidermiş. Ancak, Şavşat’taki Karagöl ve içinde bulunduğu Milli Park’ın
Borçka’dakine kıyasla daha güzel ve büyük olduğunu duymuştum. Ayrıca, Arsiyan
yaylası internette ulaşabildiğim çok ama çok sınırlı bilgi ve görüntülere göre
7 tane gölün olduğu fantastik bir yaylaydı. Çok uzaktı ana yaylaların şahıydı
sanki. Eminim ki buraya gelen Artvinli sayısı bile çok azdı. Zaten Artvin’e
gitmeden önce Arsiyan yaylası -her ne hikmetse- bende takıntı haline gelmişti.
Mutlaka gitmem gereken bir yayla olarak görüyordum. Arsiyan yaylası Ordu’da
menderesleriyle meşhur, haşmetli, bol sert rüzgarlı, geniş mi geniş bir
manzaraya sahip Perşembe yaylasının bende bıraktığı o estetik katıksız doğa
izlenimini bırakıyordu. Okumayanlar için şiddetle tavsiye edebileceğim Perşembe
yaylasıyla ilgili yazıyı bu blogda bulabilirsiniz. Güzelliğini kelimelerin
ifade etmekte gerçekten yetersiz olduğu Perşembe yaylasını ben olabildiğince
kısa bir yazı ile ifade etmek istedim. Zira, balı tatmak, anlayan için kafidir.
Lafı uzattık yine... Artvin için görüşüm en başından beri gidilebilecek en uzak
köşelerine öncelik vermekti. Kısmet olursa bir başka gelişte daha yakın olan Borçka’daki
Karagöl’e gidebilirdim. Bahsettiğim derin vadiden çıktıktan
sonra hep geniş bir manzaraya hakim ve karasal iklimin egemen olduğu bölgelerden
geçiyorduk. Karasal iklimdi ama ben bu kadar çok çiçeği bir arada hiç
görmemiştim. Nefisti. Yol boyunca karşımıza çıkan köylerdeki manzaralar ise çok
şirindi çok. Zaten Şavşat’ın köylerinin çok güzel olduğunu duymuştum. Yapılar
genellikle düzgün sıvalı-boyalı betonarme binalardan veya daha çok olarak da
altı taş üstü ahşap yapılardan (kütük ev gibi) oluşmaktaydı. Bu geleneksel kütük
evler yüzyıllardır bu bölgelerde mevcuttu. Orta Karadeniz bölgesinde
gördüklerimden çok da farklı mimari özellikte değildi ama belirgin ölçüde daha
bakımlılardı. (Şekil 24).
|
Şekil 24. Şavşat Veliköy civarında karşılaştığımız kütük evlerden bir tanesi. |
Son derece kasavet ve bakımsız ilçe
merkezini geçtikten sonra bir Karagöl sapağıyla karşılaştık. Küçücük,
gösterişsiz bir tabela vardı burada ve sanki kazaran ortaydı. Yolun sağ
tarafına dönmemiz ve oldukça düzgün bir asfalt yola girmemiz gerekiyordu. Yolun
çevresinde çam ağaçları yoğun bir şekilde bulunuyordu. Herhalde az bir mesafe
kaldı dedik. Bu yoğun ağaçlarla çevrili bölgeyi geçtikten sonra yeniden düz bir
alana açıldık. Ortada yol görünmediği gibi başka sapılabilecek bir yol da
yoktu. Ortada bir hata vardı sanki. Acaba geride mi kaldı diye döndük. Yoksa
dikkat mı etmemiştik? Çam ağalarının içinden bir yere sapıp oradan da göle mi
gidecektik? Geçtiğimiz yerde bir yol ayırımı yoktu diye hatırlıyoruz ama
tabelayı da son anda gördüğümüz için içimizde süphe var. Ortalıkta soru
sorabileceğimiz bir Allah’ın kulu da yok ki... Tekrar aynı yere geri döndük
mecburen. Sil baştan. Aynı yolu tekrar al. Gerçekten tek yol var. Buraya kadar
tamam.
Karşımızda Veliköy bulunuyordu. Veliköy’ün içinden geçen yol oldukça dardı.
İki aracın yanyana geçmesinin genellikle mümkün olmadığı türden bir yol (Şekil
25). Bunu özellikle vurgulamak istedim, çünkü Artvinliler bu kıvrılıp giden ve
önünüzü bazı yerlerde 5 m, bazı yerlerde ise biraz daha fazla görebildiğiniz yoldan
çok hızlı gidiyorlar çok. Biz kaç kez karşıdan gelen şoförlerin bu aşırı hız
tutkusu yüzünden kafa kafaya kaza yapma noktasına geldik. Yolun darlığından
kaçabileceğimiz hiçbir yer de yoktu. Kaç kez caaart diye frene basıp milimle
|
Şekil 25. İşte Veliköy’ün içinden geçem yol. Kötü değil ama genişlik çok az. |
kazadan kurtulduk. Sinir
olduk yahu. Bu ne acele? Birazcık yavaş git kardeşim ambulansla hasta mı taşıyorsun?
Bizde çok değil birazcık hız yapmış olsaydık, bu satırları yazamayabilirdim.
Buradan geçerseniz lütfen dikkat edin... Dönelim yolumuza. Veliköy’ün içinden
geçiyoruz, gittik de gittik ama bir baktık ki yol, içinde tavukların gezindiği bir
evin bahçesinde son buluyor! Hoppala... Başka yol ayırımı da yok. Bahçede orada
bize göz ucuyla garip garip bakan bir adam var. İnip Karagölü sordum. Geride
kaldı dedi. Ne kadar geride dedim? Veliköy’ün dışında dedi. Bu işin tadı
kaçmaya başlamıştı. Tam geri dönüyorduk, Veliköy’ün girişinde bir minibüsle
karşılaştık. Onlar da Karagöl’e gidiyorlarmış. Yanlış yoldasınız geri dönün
dedik. Onlar önden biz arkalarından o ilk geçtiğimiz ormanlık yere tekrar
gittik. Artık bir git bir gel Benny Hill Show’daki kovalamacalara benzemeye
başlamıştı bu iş. Ve anladık ki yine yanlış yoldayız! İnsan bir tabela koyar
yahu. Tekrar Veliköy’e geri geldik. Veliköy’e girmeden önce yolda yürüyen düzgün
görünümlü bir adamla karşılaştık. Bir taraftan biz, bir taraftan da bir minibüs
şoförü yolu sorduk. Veliköy’ün girişinden hemen önce sağa doğru ayrılan son
derece gösterişsiz tali yola sapmalıymışız. İnanılır gibi değil. Hay Allah
senden razı olsun! Oraya hemen gittik. Meğerse burada bir tabela varmış ama
öğrendikki o tabela düşmüş! Bu talihsizlik bize ortalama 45 dakikaya mal oldu.
Kendimizi hemen topladık. Bu yoldan saptıktan kısa bir süre sonra Karagöl’ün
çok yakınımızda olduğundan emindik (Şekil 26).
|
Şekil 26. Karagöl’e yaklaştığımızın belirgin kanıtı artık elimizde... |
Ve derken Karagöl’ün kapısına geldik (Şekil 27). Tabi sıklıkla karşılaştığımız gösterişsiz girişlerden biriydi ama bakımsız bir yer kesinlikle değildi. Kısa bir yol hemen gölün kenarındaki bir tesise kadar uzanıyordu (Şekil 28). Tesisin önüne kadar gelip, park ettik. Karagöl, Şavşat ilçesinden 28 km uzaklıktaydı. Şirin bir yerdi burası şüphesiz. Tesis çok büyük değildi. Küçükçe bir restorant bölümü vardı. Bir aile işletiyordu diyesim geliyor ama kimseyle konuşmadım. Göl kenarında misafirlerin gezebilecekleri iki tane kayık bulunuyordu. Bahsettiğimiz göl, Van gölü gibi büyük bir göl değil tabi ki, gölet büyüklüğünde. Kaybettiğimiz zaman ve gitmemiz gereken yolun uzunluğunu göz önünde bulundurarak, Karagöl’de en fazla yarım saat kalabileceğimiz gerçeği beynimizde zonkluyordu. Zaten bir buraya gelen birçoğu gibi piknik yapmaya gelmemiştik ama arabadan inince karşılaştığımız manzara da sıradan değildi. Zaman kaybetmeden hareket etmeliydik. Burada sonbaharda parçalı bulutlu rüzgarsız bir gün batımında ve/veya gecesinde olmayı isterdim.
|
Şekil 27. Şavşat Karagöl Milli Parkı girişi |
|
Şekil 28. Şavşat Karagöldeki tesis. |
Çevremizde
kalabalık bir insan topluluğu yoktu. Ramazandan mıdır bilmem oldukça sakindi.
Böylesi aslında daha çok hoşuma gitti desem yeridir. Bu tip yerlerde fotoğraf
çekerken olabildiğince kadrajda insan olmasını istemiyorum ama fotoğraf işini
biraz balık tutmaya benzetiyorum. Hangi kompozisyonun daha iyi olacağını
bilemiyorsunuz veya karşınıza ne çıkacağını. Özellikle dağlarda keşke kadrajıma
alabileceğim uzun etekli kırmızı tuvalet giymiş uzun saçlı bir kadın olsa
dediğim çoktur. Bu seyahat boyunca olsa çok sevinirdim ama kısmet değildi.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki yolda kaybettiğimiz zamana değecek
güzellikte bir göldü bu. Gölün çevresinde çok geniş olmayan düzgün bir yürüyüş
yolu (Şekil 29) ve birkaç yerinde çardaklar mevcuttu. Yürüyüş yolunun çevresi
birçok çiçekle benzenmişti. Burası aslında güzel bir pazar gününü piknikle
geçirmek isteyen Artvinli için süper bir yer olabilirdi. Olabilirdi diyorum,
çünkü büyük bir çoğunluğunun Kafkasör varken buraya gelmeyeceğini düşünüyorum.
Dahası, sonbaharda buradaki renklerin muhteşem olacağı her halinden belliydi.
Bir de gün batımında rüzgarsız bir havada burada olsanız, göl üzerinde çok
güzel yansımalar göreceğinizi şimdiden söyleyebilirim.
|
Şekil 29. Karagöl’ün çevresindeki yürüyüş yolu ve Bora. |
|
Şekil 30. Şavşat Karagöl’ün çevresinde yürürken. |
|
Şekil 31. Şavşat Karagöl’ün çevresinde yürürken. |
|
Şekil 32. Şavşat Karagöl’ün çevresinde yürürken. |
|
Şekil 33. Şavşat Karagöl’ün çevresinde yürürken. |
|
Şekil 34. Şavşat Karagöl’ün çevresinde yürürken. |
Burası gerçekten güzel bir göldü ve bakımlıydı. Zamanımız sınırlı olduğu
için, yürüyüş yolunda gölün çevresinde bir tur atıp çıkmaya karar verdik (Şekil
30-34).
Buradan sonra hatasız bir şekilde Arsiyan yaylasına gitmek istiyorduk. Ama
buraya bile kaç defa yanlış yola sapıp gelmişiz. Nasıl olacaktı? Karagöl’den
çıktıktan sonra yol kenarında köy muhtarının binasını gördük (Şekil 35).
Durduk. Muhtar oradaydı. Yerini biliyorlardı. Herhalde çok ileride değil diye
düşündük ama yol zaman alır çünkü stabilize yol dediler. Bize detaylı bir yol
tarifi verdiler. Hatta yolda gelirken tabelasıyla karşılaştığımız Balık gölü’ne
de aynı yerden gidildiğini söylediler. Mecbur dikkatlice dinleyip öğrendik, hemen
yola koyulduk. Hava günlük güneşlikti. Pek keyiflenmiştik. Yapmamız gereken
aynen şöyleydi: Öncelikle Veliköy’e geri gitmemiz gerekiyordu. Bu yolu zaten
git gel ezberlemiştik. Veliköy’ün ortasını birazcık geçince sola doğru “Pınarlı
köy” tabelasını takip edecektik. Devamını giderken anlatayım. Biz zaten Pınarlı
köyü tabelasını kaç kez görmüştük dostum. Oraya kadar gidebilirdik ama ondan
sonrası için hata yapmamamız gerekiyordu.
|
Şekil 35. Yolu sorduğumuz muhtar’ın binası. Tam karşı çaprazında “Karagöl 3 km” tabelası var. |
Pınarlı köyü yol ayırımından sonra altımızda
betondan yapılmış kaymak gibi bir yol vardı. Muhtemelen kışın asfalt parçalanıp
dağılacağı için betondan dökmüşlerdi. Bu yolun
|
Şekil 36. Pınarlı köyüne giderken, sağ tarafımızda kalan manzara. |
çevresinde tarım
yapıldığını görüyorduk. Yol bizi yavaş yavaş tırmandırırken yol kenarında
gördüğümüz evleri geride bırakıyorduk (Şekil 36). Sağ tarafımızda bir vadi ile
yola devam ediyorduk. Açıkçası bundan sonra araç trafiğiyle karşılaşacağımızı
düşünmüyorduk. Çünkü Pınarlı köyünden sonra karşılaşacağımız köy değil olsa
olsa yayla evleri vardı. Biraz ileride bir köy görünmeye başladı (Şekil 37,38)
|
Şekil 37. Pınarlı köyü giriş. |
Bu kadar uzak bir köy için yolu
güzeldi diyebilirim. Nüfusu oldukça az olan ve yapılaşmanın geleneksel olduğu
bir köydü. Nedendir bilmem yaz-kış yerleşim varmış gibi geldi. Bu önemli bir
konu, çünkü iklim koşullarının sertleştiği bazı bölgelerde kışın örneğin köyde
ikamet edenler evlerini kapatıp ilçeye
gidiyorlar. Burada büyükbaş hayancılık olması bende bu izlenimi oluşturdu ama
hatalı olabilirim. Neden mi? Burada kışın iklim çok sert. Köyün içinden ilerlerken geleneksel
kütük evlerin hakimiyeti beni büyülüyor. Biliyorum gitmek zorundayız ama
Bora’ya sık sık durmasını rica ediyorum. Arada daha mütevazi evler görmüyoruz
değil. Bahçesinde tarım yapan bir köylünün nispeten mütevazi ahşap evinin
fotoğrafını çekiyorum (Şekil 38). Mütevazi ama bu evlerde dış kaplama malzemesi
olarak pek de ucuz olmayan kestane ağacından başka bir ağaç kullanılmaz. Bu
şekilde yapılan evlerin 150-200 sene
dayanabildiğini biliyoruz. Durup durup fotoğraf çekiyorum. Bir daha buralara
gelmek nasip olur mu bilinmez ama ben hep bir daha gelemeyebilirim diye
düşünmek durumundayım.
|
Şekil 38. Pınarlı köyünden bir görüntü. |
|
Şekil 39. Demirkapı, Balık Gölü yol ayırımı. |
İlerliyoruz. Köy bir anda geride kalıyor ve stabilize kötü bir yola girmeye
başlıyoruz. Bu tepeden tırmandıktan sonra yolun ikiye ayrıldığını görüyoruz.
Bize yaptıkları tarife göre soldan Demirkapı, Balık Gölü tabelalarını gösteren
taraftan yolumuza devam ediyoruz (Şekil 39). Yine de içimizde biraz bir süphe
var. Aynı günde kaç kez yolu bulamamışız. İlerliyoruz. Karşımızdaki ağaçsız
tepelere bakınca yavaş yavaş ne kadar yükselmiş olduğumuzu anlamaya başlıyoruz.
Buradan sonra insan görmeyiz herhalde diyoruz ama öyle olmuyor. Birkaç ev var.
Sağda hemen ileride bahçesinde çalışmakta olan birileri görüyoruz. Yol
kenarından biraz uzaktalar ama sanki karşılaşacağımız son insan düşüncesiyle
doğru yolda olduğumuzun onayını almak istiyoruz. Tabi ben de bir fotoğraf çekmek
istiyorum. (Şekil 40).
|
Şekil 40. Yol sorduğumuz son kişi? |
Burası Pınarlı köyü mü? Cevap evet. Arsiyan yaylasına bu
yoldan mı gidiliyor? Evet. O zaman size kolay gelsin diyoruz. O sıcakta iki
kadın bir erkek kışın hayvanlara verecekleri otları topluyorlar veya kurutmak
için alt-üst ediyorlar. Çevrede bir kaç kütük ev var (Şekil 41) ama insanla
karşılaşmıyoruz. Yolumuza devam ediyoruz.
|
Şekil 41. Pınarlı köyünden bir görüntü. |
|
Şekil 42. Pınarlı köyünü geride bıraktıktan hemen sonra. |
Karşımızda eteklerinde çam ağaçlarının olduğu ağaçsız tepeler var (Şekil
42). Belli ki 1700-1800 m’yi birazdan aşacağız. Arsiyan yaylası bu tepelerin
arkasında bir yerlerde olmalı diyoruz. Biraz ilerleyince işin rengi değişmeye
başlıyor. Çam ağaçlarının bulunduğu bölgede bizim görmeyi arzu ettiğimiz doğa
bize şöyle bir göz kırpıyor (Şekil 43). Hemen ileride Balık Gölü tablesını
görüyoruz (Şekil 44). Buraya kadar gelmişken gitmemek olmazdı. Zaten yol
üzerinde gördüğümüz tabela bizi doğrudan oraya götürüyor.
|
Şekil 43. Katıksız doğa belirtileri... |
Yol çok güzel bir yol değildi ama Arsiyan
yaylasına kadar bizi aynen burada gördüğünüzü gibi bir yol götürecekti.
Olsundu, nasılsa araba gidebiliyordu. Benim istediğim atmosfer giderek daha
yoğun bir şekilde oluşmaya başlıyordu. Yolun fotoğrafını çektikten sonra
arabaya binmek üzereyken geldiğimiz tarafa baktım. Bir de ne göreyim? Karşımda daha
dün gittiğim hala karlı etekleriyle Altıparmak dağlarının zirveleri görünüyor!
(Şekil 45). Biz şaka-maka bayağı yükselmiştik dostum. Yoksa bu kadar panoramik
Altıparmak dağı manzarasını nerede göreceksin? Biraz ileride Balık gölü girişi
vardı (Şekil 46). Burada arabasını yıkamakta olan bir görevli gördük. Selam
verdik, içeri girdik. 2000 metre üzerinde olan Balık gölüne öncelikle bir
bakalım, sonra bu
|
Şekil 44. Balık gölü yolu. |
|
Şekil 45. Gelmekte olduğumuz yöne baktığımda gördüğüm Altıparmak dağları. |
amca ile biraz
sohbet eder, yolu tekrar sorar ve devam ederiz dedik. Rakımın artmasına bağlı
olarak artık hava biraz serinlemeye başlamıştı. Rüzgar hafifçe esiyordu ama
daha soğuktu. Hava bir anda son yarım saat içinde değişmişti.
Park ettikten sonra göle doğru hafifçe bir tepecikten tırmandık. Burada birkaç
kamelya yapılmıştı (Şekil 47). Aynı anda istense 50-100 kişi burada keyifli bir
gün geçirebilirdi. Hem dağ manzarası, hem çam ormanı hem de gölüyle doğallık
tamamlanıyordu. Göl oval şekilli uzunca bir göldü. Arkadaki dağ ise Arsiyan
(veya Göze veya Gürcüce Gençiyan) dağı. Derinliği fazla yok gibiydi ama
buralarda görüntü yanıltıcı olabiliyor. Biraz ileride anlatırım.
|
Şekil 46. Balık gölü girişi. |
|
Şekil 47. Balık Gölü. |
|
Şekil 48. Balık gölü. |
Gölün kenarına doğru yönelince, gerçek bir çiçek bahçesiyle karşılaşıyorum (Şekil 48). Dikkatle bakarsanız göl kenarının mavi, mor ve sarı çiçeklerle döşendiğini göreceksiniz. Gölün çevresinde dolanırken
dizlerimin boyunu aşan çiçeklerin arasından geçmek çok keyifliydi. Bu arada
elinde kamerayla Bora da boş durmuyordu. Buralara gelenlere uğramalarını
tavsiye edeceğim son gezi noktası budur. Bundan sonrası başka...