Arhavi’deki Mençuna şelalesinden ayrıldıktan
sonra çabucak gece konaklayacağımız Ayder yaylasının üstünde bulunan yukarı
Kavrun yaylasına doğru yola koyulduk.
Karadeniz sahil yoluna indiğimizde akşam
üzeriydi ve hala doğuya doğru hareket eden fırtına bulutları mevcuttu (Şekil
22). Çevremizde yağmur olduğu kesindi ama acaba sürekli kötü hava haberi
aldığımız yukarı Kavrun (kimisi Kavron diyor) yaylasında durum nasıldı? Bu gece
için arzu ettiğim “tek şey” tamamen açık bir gökyüzüydü. Bunu bir senedir sürekli
hayal ediyordum: Karşımda karlı etekleriyle Kaçkarlara karşı bütün gece
uyumayacak ve gün ağarana kadar yıldızlar ve samanyoluyla başbaşa olacaktım. 5
yıldızlı değil, milyon yıldızlı otel. Ver çoşkuyu! Sonra? Burada öyle yatıp
uyumak yok dostum. Gün ağırınca da Kaçkarlara tırmanacaktım...
|
Şekil 22. Karadeniz’de yağmur bulutları doğuya doğru
ilerlerken. |
Yorucu görünse de
hayatta bir kez bile olsa tadılması gereken bir ayrıcalıktı. Bakalım istediğim
gibi olacak mıydı? Bu arada.... İnsanın yaşamında yapması önerilen 100 şeyden
bir tanesinin kendi ülkesinin bir bölümü gezmek olduğunu biliyor muydunuz? Bu
öneri doğrultusunda olmasa da ülkemizin bu bölgesini 50.000 km kadar eşkiya
ruhuyla gezdiğim ve bu bölge insanının göç ettiği Bursa gibi şehirlerimize
kadar “Keje”nin izleri takip ettiğim için -şimdilik- daha önceden tatmadığım
ilginç bir sarhoşluk yaşıyorum. Gezdiğimiz yerlere kıyasla yukarı Kavrun
yaylasının benim için şüphesiz ayrı bir yeri var, çünkü hayatımda ilk defa
rakımın 2000 m üzeri olduğu bir yerde gece samanyolu time-lapse’i çekmeyi
planlıyorum. Bu rakımda gece şehirde gördüğünüzden çok daha parlak bir şekilde yıldızları
ve samanyolunu görmeniz mümkün. Ne heyecanlıyım bir bilseniz. Geçen sene ağustos
ayında hava muhalefetinden gidemedik. Sonra zaten hemen kar yağdı, yaylayı
terkettiler. Haziran 2014 de denedik yine aynı sorun. Şimdi üçüncü denememiz. İnsaf!
Bir yıl birikmiş, olgunlaşmış bir heyecan var. Sanki Kaçkarlara dağları
okşamaya, derelerden sular içmeye, buzul gölleri görmeye değil de elimde asayla
Musa gibi Tanrı’yla konuşmaya Tur-i Sina’ya çıkıyorum (tabi bu sadece allegori).
Artık istediğim o dolu dolu tecrübe olmalı. Şüphesiz Kaçkarlara giden herkesin
kendisine göre bir hikayesi vardır. Aynı zamanda öykü yazarı olan TED Ankara Kolejinden
ortaokul arkadaşım sevgili Belma Fırat da edebi bir dil ile anlattığı
tecrübesini benimle paylaşmıştı (bkz. http://www.altzine.net/index.php/altyorum/329-t-rman). Zevkle okuyacağınızı düşündüğüm bu yazıdan sonra
benimkisi anlatım dili itibariyle çok sönük kalacaktır.
İlerliyoruz. Ayder milli parkına
doğru saparak yolda bir akşam yemeği yiyelim diyoruz, çünkü Kavrun’da
konaklayacağımız pansiyona gece saat 10:30 gibi varacağımızdan, yemek şansımız
olamayabilir diye düşünüyoruz. Buralarda lokal olarak yenilebilecek birçok şey
(mıhlama, sarmalar, mısır ekmeği, bazen fasulye, alabalık, Hamsiköy sütlaçı)
var. Sayısı birkaç tane olan alabalık çiftliklerinin birisinde duruyoruz. Bu
tesislerdeki havuzlara yukarılardan gelen soğuk sular kesintisiz kaynak
oluşturuyor. Kırmızı benekli alabalık bulmak biraz zor ama bulsan da zaten suni
yem ile beslenmişini yiyeceksin mecburen. Kapitalizmin etkileri Ayder
yaylasında çok hissedilir. Geceleri bazı tesislerde yayla konseptiyle alakası
olmayan “bütün eller havaya” tarzı eğlenceler olur. Çocukluğunu pavyonların
ve düğün salonlarının yakınında geçirerek büyümüş bir kişi olarak o bakımdandır
ki ben buraya “Ayder pavyonu” diyorum. Gerçek bir yayla konsepti asla ve asla
yok. Bunu önceden bilmekte fayda var. Ama bu işi “butik” bir şekilde
ayakkabıları tozlanmadan
|
Şekil 23. Zilkale’de butik yayla turizmi yapan
arkadaşların ayakkabı ve pantolonları. |
|
Şekil 24. Aynı sırada ben. Soldaki ayakkabı (gorteks ama)
geçen gece Kaçkarlarda suya battığım için hala ıslak. Sabah giydiğim ayakkabı
ıslak (bagajda) ve ben balıkçı botu giyer (rezil) haldeyim. Melis Alphan görmesin. |
|
Şekil 25. Mıhlama (kuymak) hazırlanırken. |
|
Şekil 26. Tereyağda fırınlanmış alabalık.
|
(Şekil 23 ve 24),
stabilize değil de sadece asfalt yoldan giderek yaşamak isteyenler veya bir
başka sebeple (örneğin sağlık sorunu, yaşlılık) ancak bu şekilde yapabilecekler
için gören göz hisseden kalp varsa, ruhundaki periyi besleyecek çok güzel
malzeme var. Ramazan ayına rastlayan bu gezimizde Karadeniz’de gündüz
saatlerinde açık restorant bulamadığımızdan, bu yazı serisinde sizlerle lokal
yemekler konusunda çok fazla birşey paylaşma fırsatımız olmadı. Ancak daha önce
Ayder Yaylası hakkındaki yazımda da belirttiğim gibi Ayder bölgesini veya
yaylasını birazcık olsun yaşamak istiyorsan buraya özgü mıhlamayı, alabalığı,
sarmayı, sütlacı yemeli ve horon tepmelisin (Şekil 25 ve 26). Hatta mümkünse
bizzat hemen yakındaki Hamsiköy’e
gidip orada sütlaç yiyeceksin dostum (Şekil 27).
|
Şekil 27. Hamsiköy’deki meşhur Niyazi Usta sütlacı.
Tatlıyı hiç sevmeyen ben bile 2 tane yemiştim.
|
Yemeğimizi yedikten sonra biraz
ilerideki Ayder milli parkına giriş yapıyoruz. Bora kapıda bizden ücret talep
etmelerine biraz kızıyor, çünkü o kadar milli park gezmişiz bizden para isteyen
yok. Diyorum ya yaylaya değil, pavyona gidiyorsun. Ayder’e geldiğimizde sanki
bir şehir merkezine gelmişiz gibi bir kalabalık ortalık. Arnavut kaldırımdan
yolları olan Ayder pavyonundan bir an önce kaçmak için bana afaganlar basıyor. Yoldaki
bir kişiye Kavrun yolunu tekraren soruyoruz. Düz devam edin diyor. Ayder’den
çıktıktan kısa bir süre sonra saatte en fazla 20 km ile gidebileceğiniz oldukça
kaba bir stabilize yol var. Yol geniş ve bir yanınızda yüreğinizi hoplatabilecek
bir uçurum olmadığından, gece sisli havada bile gidilir. Bu rakıma çıktığınızda
çevrenizde birçok yayla ile karşılaşabiliyorsunuz buralarda. Liste oldukça
uzun. Yolda ilerlerken karşımıza çıkan tabeladan bu uzun listenin bir kısmını
görebilmek mümkün (Şekil 28). Burası bir yaylalar kompleksi.
|
Şekil 28. Yukarı Kavrun yaylasına çıkarken
karşılaştığımız tabela. |
Yolda defalarca arayıp yukarı Kavrun
yaylasındaki hava durumunu sormuşuz. Bize açık demişler. İnanmak çok zor, çünkü
son bir yıldır ilk kez bunu duyuyoruz. Arabanın camından dışarı bakıyorum:
Evet, doğru... Hava cam gibi ve binlerce yıldız görünüyor. İçimde film müziği
olarak Carpenters’dan “Sing, sing our song...” çalarken ben de “bu akşam bir
gökyüzü ziyafeti var” diyorum içimdeki eşkiyaya. Bir an önce varabilsek
keşke??? Yarım saatten fazla tırmandıktan sonra Kavrun yaylasına geliyoruz ve
bizi pansiyon sahibi Yalçın bey doğrudan tesise çağırıyor. Giriyoruz içeri. Herkes
orada, bir biz yokuz. Yemek, içki ne istersen var dostum. Biz bir çay içip
ertesi gün Kaçkarlara tırmanış için rehber ayarlıyoruz. Bize odamızı gösteriyor
ve ben hemen üstümü giyinip kendimi dışarı kameram ve tripodumla birlikte atıp
bir an önce fotoğraf çekmeye gidiyorum. Ama ne tarafa? Önce yayla evlerinden
uzaklaşmak istiyorum. Güney yönüne doğru gidiyorum. Zemin tamamen ıslak. Her
yerden sanki su fışkırıyor burada ve şimdiden benim gorteks ayakkabıların
kenarlarından sular sızmış ve pantolonumun alt kısmı ve çoraplarım ıslanmış
durumda. Üzerimde palto, başımda kışlık bere, eldiven, pantolonumun altında
termal (veya klasik olarak peygamber donu) vaziyetteyim, çünkü hava soğuk.
Hasta olmamam gerek ama şimdiden çorapları ıslattık. Karşımda öylesine muazzam
bir manzara var ki çektiğim fotoğraflar bunu anlatamaz. Gerçekten rakımı 2350 m
olan Kavrun yaylasında yıldızlar ve gökyüzü muhteşem görünüyor (Şekil 29).
Kesiti geniş bir U şeklinde olan Kavrun yaylasında karşıda samanyolunun en
estetik bölümünü izleyebiliyordum. Çok az bir zaman kalmış olsada bir süre daha
antaresi de çekebilecektim. İleride sivri üçlarıyla görülen silüetler ise
Kaçkar zirvelerin benim bulunduğum konuma göre sağ tarafında kalan bölümdü.
Fotoğrafta belli olamıyor ama bu sivri tepelerin hemen üstündeki yıldızlar
öylesine sönüp parlıyordu ki sanki sizi denize çekmek isteyen bir deniz kızı
gibiydiler. Ben o ana kadar o düzeyde bir parlamaya şahit olmamıştım. “Gel” diyordu “gel”. Musa olsam hemen giderdim ama bu riski alacak kadar dağ ve
yayla tecrübem yoktu.
|
Şekil 29. Kavrun yaylasında güney yönündeki samanyolu ve
yıldızlar. |
Samanyolu şekil 29’daki bakış yönüne
göre her dakika sağ-aşağıya kayıyordu. Keyfime diyecek yoktu. Yanımda bir süre
duran Bora’ya gidip uyumasını, çünkü sabaha kadar burada bu manzarayla başbaşa
kalacağımı söyledim. Bora gittikten kısa bir süre sonra bir anda sis geldi
(Şekil 30). Samanyolunu artık görebilmek mümkün değildi. Sadece bana Gel, gel
diyen karşımdaki yıldızlar kalmıştı. Sanki daha istekli bir şekilde parlayarak Gel diyorlardı ama cesaret edemedim.
|
Şekil 30. Fotoğraf çekmeye başladıktan 22 dakika sonrası
sis manzarayı kapamış durumda. |
Daha gece yeni başlıyordu ama
gökyüzü kapanmıştı. Ne yapacaktım şimdi ben? Takım taklavatı topladım doğru
yaylanın giriş yönüne, kuzeye gidip devam edeyim dedim. Gittim kapalı. Hadi bir
daha güneye yine kapalı. Düşünüyorum da bu kadar hızlı kapadığına göre, yine
hızlı açabilir ama ne zaman? Bir yukarı bir aşağı 4-5 kez gittim ama baktım ki
daha da kapanıyor. Bir uçtan diğer uca gitmek zorunda kalıyorum, çünkü yayla
evlerinin ışıkları uzun pozlamada çekmek istediğim fotoğrafları kesinlikle
bozacak seviyede (Şekil 31). Bunun üzerine pansiyona gidip, 1 saat kadar
uzanmaya ve bu arada ayakkabılarımı kurutmaya karar verdim. Burada
geceleri soğuk olduğu için temmuz ayında olmamıza karşın kaloriferler cayır
cayır yanıyor. Üşümemeniz için size kalın yorgan ve battaniye veriyorlar. Lafı
uzatmayayım, yattım. Yattım ama zihin fıldır fıldır çalışıyor. Uyuyakalıp sabah
gözümü açmak istemiyorum. Mutlaka uyanmam gerek. Saati kuruyorum, gözler kapalı
ama tık yok. Bu şekilde bir saat geçirdikten sonra tekrar giyinip çıkıyorum.
Tabi ayakkabılar kurumamış henüz. Doğrudan kuzey yönüne gidiyorum. Gökyüzü
açmış. Haydi Abbas! vakit tamam diyorum ve gün ağarana kadar burada fotoğraf
çekmeye başlıyorum. Dünya nasıl da dönüyor farkettirmeden ve gece nasıl da
gündüze çevriliyor. Örneğin kuzey yıldız çevresinde dünyanın dönüşünün fotoğrafını
çekerken ilk fotoğrafımda –ki gece saat 2:00 civarıydı- ne olup bittiğini bir
bakışta anlamak mümkün değil (Şekil 32). Hatta sabaha karşı bile... (Şekil 33).
Ancak bu aradaki görüntüleri birleştirdiğinizde dünyanın nasıl döndüğünü
görüyor ve elinizde süpper bir kare elde ediyorsunuz (Şekil 34). Sürekli kötü
hava haberleri aldığımız bu yayladan bu görüntüleri alabildiğim için kendimi şanslı
sayıyorum. Saat 4:40 civarıydı, biraz yatmak istedim, çünkü tüm gece yediğim
soğuk ve ıslak ayakkabı içi üşütmeme sebep olmuştu. Karnım da ağrıyordu. Saat 7
de Kaçkarlara doğru hareket edecektik ve benim bir an önce toparlanmam
gerekiyordu. Ama karşımdaki manzarayı bir türlü bırakamıyordum. Kuzey yönünde
aşağıdan bir bulut doğuyordu ve bu arada gün ağarmaktaydı (Şekil 35). Gece
göremediğim yayla evlerini artık daha açık seçebiliyordum. Güney yönünde
Kaçkarların kısmen karlı olan etekleri de artık görülebiliyordu (Şekil 36).
|
Şekil 31. Yayla evlerinin arasında bir uötan diğerine
mekik dokurken, sokak lambalarının benim yıldız fotoğrafları çekerken
kullandığım kamera ayarlarında oluşturduğu ışık yoğunluğu... |
|
Şekil 32. Kuzey yıldızına doğru fotoğraf çekerken. |
|
Şekil 33. Tan ağarmasına doğru aynı yer. |
|
Şekil 34. Şekil 32 ve 33 arasındaki tüm fotoğrafların
birleştirilmiş hali. |
|
Şekil 35. Gün ağarırken Kavrun yaylası. |
|
Şekil 36. Kavrun yaylasında gün ağarırken güney yönü.
|
Bir kaç fotoğraf çektikten hemen
sonra pansiyona doğru gittim. Artık sabaha karşı olduğu için kaloriferler
yanmıyordu ve oda iyice soğumuştu. Arabaya binip kaloriferleri açtım. Bu
şekilde saat 6:30 kadar ısındım. Sonra odaya gidip Bora’yı uyandırdım (veya o
sırada uyanmışmıydı tam hatırlamıyorum). Bana ne yaptığımı sordu, anlattım.
Üzerimdeki ıslak kıyafetleri çıkarıp kurularını giydim. Çok yorgundum. Uyusam
iyi olacaktı ama asıl program yeni başlayacaktı.
Pansiyonun restorant bölümüne doğru
geçtik. Orada rehberle buluşacaktık. Bari bu yorgunluğu telafi etsin diye bir
sütlaç yiyeyim dedim. Üstüne de bir çay içtim. Sanki herkes ayaktaydı. Dışarı
çıktım, bir genç gördüm, günaydın dedim. Anlamadı. İngilizce konuşmaya
başlayınca Bulgar olduğunu ve dağlarda gezmek için geldiklerini söylediler.
Rehberiniz var mı diye sordum. Yok dedi. Nasıl kaybolmadan gideceksin peki
dedim. Buralarda sis olur. Bana cebinden üstü asetatla kaplanmış uydu görüntüsü
şeklinde haritalar gösterdi. Yürüyüş patikalarının olduğu haritalar. Harika
dedim nereden elde ettin? İnternetten. Hala henüz uyanmamıştım. Onlara bol şans
diledim. Yola koyulmadan önce Yalçın bey intenetten bir hava durumu onayı almak
istedi. Tam olarak girdiği siteyi hatılarmıyorum ama https://www.meteoblue.com/tr/t%C3%BCrkiye/hava-ka%C3%A7kar-da%C4%9F%C4%B1
İçeri giriyorum. Bizim rehber
geliyor, tanışıyoruz. Bize soruyor şurdan mı gitmek istersiniz, burdan mı? Yahu
diyoruz bizi götür sen. Gölleri görecek miyiz? Evet. Ya zirveyi? Evet. O zaman
yola koyulalım. Sonuç olarak bize söyle bir yol anlatıyor: (Şekil 37a ve b)
|
Şekil 37a. Yukarı Kavrundan Kaçkarlara giden “patika”
yollar ve geçişler haritası (çizim internetten alınmıştır). |
|
Şekil 37b. Fotografik olarak izleyeceğimiz yol: Yukarı
Kavrundan Mezovit yönü, oradan Seldar tepenini tırmanılması, göller bölgesine
geçiş ve tekrar Kavrun’a inmek (fotoğraf kaynak http://www.kackar.org/forum/viewtopic.php?f=7&t=149 |
Şekil 37’e göre
öncelikle yukarı Kavrundan güney yönüne yani o karlı etekleri olan dağlar
yönüne, U şeklindeki yaylanın üstüne doğru çıkacağız (turuncu yol). Bu arada
Kavrun yaylasının tam ortasından aşağıya doğru akan nehir sağımızda kalacak.
Sonra yavaşça sola doğru tırmanacağız ve orada zirveyi göreceğiz. Buradan sonra
oldukça dik bir tepeden (Seldar tepesi) çıkacağız (kırmızı yol). Orada bir
geçit var. İşte o tepeden birkaç gölü bir arada göreceğiz. İnerken de aşağıdaki
göllerin yanından geçeceğiz ve yeşil yolu takip edip tekrar Kavrun’a ineceğiz. Hmmm.
Ne kadar sürer? Öğlenden sonra geliriz diyor. Saat 6:50 gibi yola koyulduk.
Gökyüzü açıktı ama hava soğuktu. Öncelikle kasabanın “hemen çıkışında” nehiri
sağımızda bıraktık. Bu önemli bir detay çünkü bir anda daha önce baktığın tepede
görmediğin patikaları görüyorsun. Bizim Bulgar turistin anlattıkları bunlardı
demek diyorum. Birbirine paralel gibi sayılabilecek birkaç patika şeklinde
başlıyor ama ilerledikçe bunlar tek patikaya düşüyor. Yayla evlerinin hemen
çıkışında önüme arkama bakıp ilerledikçe fotoğraf çekiyorum (Şekil 38).
|
Şekil 38. Yukarı Kavrun yaylasını geride bırakırken. |
Hemen ileride iki
hanımın toprakta bir bahçe çalışması yaptıklarını görüyoruz (Şekil
39). Bu soğukta, bu saatte, ne acele diyorum? Soğuktan ve erken kalmaktan
yüzleri mahmur duruyor. Yaklaştıkça büyükbaş hayvanlar için ağıl yaptıklarını
anlıyorum. Kimbilir kaç gündür toprağı kazıp düz bir bahçe elde etmek için
kazma kürek sallıyorlardı.
Bu bayanlardan sonra uzunca bir süre
hiçkimseyi görmeyecektik. Patikada yürürken güneşin sıcaklığı yavaş yavaş
hissedilmeye başlıyordu. Gökyüzü pırıl pırıldı. Eğer böyle devam ederse çok
güzel şeyler görebilecektik. Sağ tarafımızda Kavrun yaylasının üst
kısımlarından akan ırmağa neredeyse paralel bir şekilde seyrediyorduk (Şekil
40). Bu seyir bir süre kadar böyle devam etti. Ne çok yavaş ne de aşırı hızlı
yürüyorduk ama giderek tırmandığımızdan yavaş yavaş bir yorgunluk oluşmaya
başlamıştı -daha ilk yarım saatte. Rehbere sorular sorup bilgi almak
|
Şekil 39. Kavrunun hemen çıkışında karşılaştığımız
hanımlardan biri. |
|
Şekil 40. Yaylayı tırmanırken sağımızda kalan ırmak. |
istiyordum ama
giderek artan eğim nefes nefese kalmama yol açıyordu. Bir de sık sık
durup fotoğraf çekiyordum neredeyse. O sırada onlar yürümeye devam ediyorlardı.
Sonra onlara yetişmek için acele etmek durumunda kalıyordum. Sonuçta konuşamaz
hale geldim. Bir ara 2 dakika mola verdik. O zaman dedim: Bize biraz buraları
anlat... Ne öğrenmek istiyorsun? Ne anlatırsan... Bakıyorum ki başlayamıyor, tekrar
soruyorum: Burada büyükbaş hayvancılık mı yapılıyor? Bu arada yürümeye
başlıyoruz (Şekil 41). Anlatıyor: burada genellikle yamaçlarda boğa otlatırlar.
|
Şekil 41. Bora ve rehber önümde Kavrun yaylasında
ilerlerken. |
Boğalarla inekler aynı yerde
otlatılmaz. Boğalar dik yamaçları nasıl çıkabiliyorlar? Onlar çıkarlar. Buraya
bahar aylarında getirilirler, bazen 6 ay kalırlar dedi. Tabi çobanlar da aynı
şekilde. Devam ediyor bir olay anlatmaya... Vaktiyle bir tanıdıkları çok
şiddetli akciğer problemi yaşamış. Öyle ki doktor en fazla 6 ay ömrün kaldı
demiş (hep öyle olur ya). Bu adamcağız da Kavrun yaylasına boğalarla gelip 6 ay
dağda geçirmiş. Bakmış ki kendisini daha iyi hissediyor doktora gitmiş. Doktor
sen ne yaptın??? diye sormuş. Adam da anlatmış. Meğerse tamamen iyileşmiş...
İlerlerken sağımızda kalan tepenin
hemen ardına karayolu yapılacağını söylüyor rehber. Hani koruma altındaydı
diyor? Kızıyor buraları bozmak isteyenlere. Zaten sürekli buraya gelen ve
özellikle İsrail’den geldiğini tesbit ettikleri turist görünümlü çiçek böcek
hırsızlarından illallah gelmiş bu insanlara! Bir dertli ki, anllatıkça barut
gibi oluyor. Gerçekten de Rize Kaçkarlar bölgesi ülkemizin endemik bitki türlerinin
bulunduğu çok az yerden bir tanesi. Benim sabah konuştuğum ve kendisinin Bulgar
turist olduğunu söyleyen kişi de potansiyel bir hırsız olabilirdi. Bu bir
paranoya değil, çünkü ben bile bu şekilde kaç tane şüpheli kişiyi Yusufeli
bölgesinde gördüm.
Rehber topraktan birşey kopartıp
bana uzatıyor. Kokla diyor. Bergamut gibi birşey bu. Harika? Nedir bu, ne için
kullanılır? Burada yetişir. Biz çaya atarız diyor. Hemen ileride aynı amaçla
kullanılan bir başka bitki gösteriyor (Şekil 42). Bunların buradan çıkarılması
yasak diyor. İşin içinde hırsızlık boyutu olduğu için sonradan döndüğümüzde
çaya atıp tadına bakmak için bile almak istemiyoruz.
|
Şekil 42. Rehberin elleriyle gösterdiği iki bitki. |
Hava giderek ısınıyor. Sırtında bir hırka olsa yetecek kadar. Gece sisten
midir, kırağıdan mıdır bilmem tüm zemin ve çiçekler hala ıslak. Yine
ayaklarımız ıslanıyor ama dün geceden beri böyle olduğundan artık taktığım da
yok. Arkama dönüp baktığımda hafif sola doğru hareket ettiğimizden yayla
evlerini göremez hale gelmiş olduğumuzu görüyorum. İlerlediğimiz patika birçok
yerde oldukça belirgin hatta bazı yerlerde mezar taş gibi konulmuş işaretler
var (Şekil 43).
|
Şekil 43. İlerlerken karşılaştığımız taş rehber
noktaları. |
Bu arada biz giderek sola doğru
hareketle soldaki yamacın üstüne doğru tırmanmaya başlıyoruz. Yola
başladığımızdan bu yana çevremizdeki bitki örtüsünde de değişiklikler oluyor.
Yaylanın daha alt kısımlarında mayıs ayında beyaz çiçekler açan bayır gülleri
var (Şekil 44). Kavrun’lu rehberimiz o zamanlarda yayla yamaçlarının kar yağmış
gibi bu çiçeklerle bembeyaz olduğunu söylüyor. Öylesine bir vurguyla söylüyor
ki anlıyorum çok güzel bir görüntü. Ben hayatımda ilk defa bayır güllerini
Giresun Kümbet yaylasına gittiğimde görmüştüm (Şekil 45). Çok yenilince öldüren
“deli bal” bu bayır güllerinden yapılırmış. Yamaçlarda öbek öbek görüntüleri
her zaman çok estetiktir. Bizim giresunda gördüklerimiz sarı çiçek açmıştı ama
yine de çok alımlı görünüyorlardı. Kaçkarlardaki bayır güllerinden bal yapılıyor muydu? Burada
arıcılıkla ilgili bir oluşum görmemiştik ama şimdi düşünüyorum da belki
yapanlar vardır, çünkü daha sonra gittiğimiz Ovit yaylası ve yedigöller
bölgesinde çok sayıda kovan ve arıcılık yapan kişilerle karşılaştık. Önümüzdeki
günlerde konuyla ilgili yazıda fotoğraflarla anlatacağım.
Geride bıraktığımız çiçeklerle şimdi karşılaştıklarımız arasında hem sayı,
hem boy, hem de çeşit olarak belirgin bir artış oluşmaya başladı. Yükselirken
tam tersinin olmasını beklerdim. Ortalama 45 dakikadır yürüyoruz. Hava giderek
ısınmaya başladı ve şimdilik hala açık. Bu arada sağ tarafımızdaki akan
nehirden giderek solumuzdaki yamaca doğru yükselmiş ve biraz sola dönmüş
bulunuyoruz. Artık karşımızda daha önce görmediğimiz sivri uçları olan dağlar
var (Şekil 46). Bunlar Kaçkarların zirveleri. Yaklaşınca bir başka fotoğraf
üzerinden daha detaylı anlatacağım. Yürümek giderek zorlaşıyor, çünkü artık
30-35 derecelik bir yamaçtan çıkmaya başlıyoruz. Sırtımdaki o ana kadar
kullanmadığım ortalama 6 kg ağırlığındaki malzeme artık giderek fazla gelmeye
başlıyor. Fotoğraf çektikten sonra Bora ve rehberimize yetişemiyorum. Bora
oruçlu olduğu için vermek istemiyorum aslında ama 5 dakika taşısa
toparlanacakmışım gibi hissediyorum (sonra en az 1 saat taşıyor). Beni
kırmıyor. Biz giderek yorulurken rehberimizde tık yok. Son derece zayıf
olmasına karşın performans inanılmaz. Sigara üstüne sigara yakıyor ve sanki bir
salon adamı gibi asil ve rahat. Alnında tek bir ter damlası yok. Ne dalağı var ama! oksijeni etkin
kullanacak kadar kanda alvuyar sayısını arttırmış durumda diye kendimi avutmaya
çalışıyorum. Öyle ya bu özellikle dağlara tırmanırken önemli bir konu, çünkü
oksijensizlikten “motor” boğuluyor. Ben böyle vesveselerle uğraşadurayım
rehbere sık sık bir dakika bekle fotoğraf çekeceğim demek durumunda kalıyorum.
Eskisinden daha fazla mola verme isteği oluşurken karşımıza dağ başında
zincirle kapatılmış bir geçit geliyor (Şekil 47). Dağ başı zaten, neden
kapatıyorsun, değil mi? Bu geçit önemli, çünkü Kaçkarların bir kapısı
diyebiliriz. Kapının hemen sağ tarafında gürül gürül kavrun yaylasına doğru
nehir akıyor. Kapıyı açamayacağımız için yanındaki taşların üstünden atlayıp
geçiyoruz.
|
Şekil 44. Sol tarafımızdaki bayır gülleri. Bu mevsimde
çiçekleri malesef yok. |
|
Şekil 45. Kümbet (veya Gümbet) yaylasındaki bayır
gülleri. |
|
Şekil 46. Karşımıza çıkan dağlar. |
|
Şekil 47. Geçit. |
|
Şekil 48. Bulunduğumuz geçitten Kavrun yaylasına bakış. |
Bizim rehber sigara molası verirken
ben de geçitten Kavrun yaylasına doğru bakıyorum. Aa? Çok aşağıda yayla evleri
görünüyor (Şekil 48). Şaka maka çok yol almışız. Biraz bekledikten sonra
rehberimiz bize açıklama yapıyor: biraz ileride sol tarafımızda bir tepe var.
Onu tırmanınca göller bölgesine varmış olacağız. Bu biraz zamanımızı alacak,
çünkü dik bir tepe. Ya tırmanamazsak? Tırmanırız. Emin misin? Bak, biz biraz
yorulduk, yavaş gidelim o zaman. Zaten yavaş tırmanacağız.
Sağ tarafımızda gürül gürül akan
sular var ve kaynak suyu denen kavramın ne olduğunu sana birinci elden
anlatıyor (Şekil 49). Sefil bilinçaltın kapitalist frekansın uzun dönem
etkilerinden öylesine kirlenmiş durumda ki sen kaynak suyunu buradan, kaynaktan
değil, üzerinde buranın resminin olduğu pet şişeden sadece içebilirsin. Neden
ama? Çünkü bu suyun pis veya mikroplu olabileceği sana söylenmiş, beynine
işlenmiş zamanla. Mesela buralarda çok boğa otluyor dışkıları sulara karışabilir
diyebilirler, hemen inanırsın. Öyle ya da böyle kim ne dese desin sen
güvenemiyorsun bu kaynak suyuna. Pis işte. Sen pet şişe kölesi olmuşsun dostum.
Olmasaydın, Kaçkarlara tırmanırken sırt çantana pet şişe su almazdın.
Tırmanmaya devam ediyoruz. Şu ana
kadar hep patikadan ilerledik ve akan ırmak veya her neyse hep sağ tarafımızda
kaldı. Şimdi artık önümüzde Kaçkar zirveler kalacak şekilde belirgin sola doğru
bir dönüş yapmış bulunmaktayız. Bu geçitten sonra ileride tırmanacağımız Seldar
tepesine kadar belirgin bir patika kalmıyor. Hafif bir tepeyi aştıktan sonra
bizi kısa bir süre için yanıltan daha az eğimli bir alana varıyoruz (Şekil 50).
Bu geniş düzlük alanda ilerlerken Şekil 51’de solda kalan tepeyi tırmanmamız ve
aşmamız gerekiyor. Bu tepe Seldar tepesi. Böyle uzaktan bakılınca ne var ki
diyebilirsiniz. Şu anda rakım ortalama 3000 m civarında ve normalden daha fazla
oksijen gereksinimimiz doğuyor. Bundan bir saat öncesine göre daha çabuk
yoruluyoruz. Karşımızda giderek belirginleşen bir zirveler manzarası oluşuyor
ve biz giderek birazdan tırmanacağımız tepeye yaklaşıyoruz (Şekil 52). Rehbere
dönüp biz bu tepeye mi tırmanacağız diye soruyorum. Evet diyor. Bora yorulduğu
için kendisinden sırt çantamı alıyorum. Tripodumu rehber taşıyor ve henüz
ikisini kullanabileceğim bir gereksinim doğmadı. Aslında ben time-lapse çekmek
için almıştım onları ama rehber bu tip şeyler için zaman ayırmak istemiyordu. O
bir an önce bize rehberlik görevini tamamlamak niyetindeydi sanki. Kimbilir
buraya kaç kez gelmişti.
Öyle bir yere varıyoruz ki artık karşımızda Kaçkarlar
zirveler tamamen apaçık görülüyor. Bu şüphesiz nefes kesen majestik bir manzara
(Şekil 53). Şanslıyız ki sis olmadığından zirvelerin bir kısmını görebiliyoruz.
|
Şekil 49. Sağ tarafımızdan akan su. |
|
Şekil 50. Nispeten düz sayılabilecek alan. |
|
Şekil 51. Seldar tepesine doğru yaklaşırken. |
|
Şekil 52. Solda birazdan tırmanacağımız Seldar tepesi. |
|
Şekil 53. Kaçkar zirveler. |
Şekil 53’de soldaki zirve Mezovit
(3711 m), ortadaki Kavrun (3932 m) ve sağdaki Kardovit zirvesi (3800 m). Kavrun
ve Kardovit zirveleri arasında görülen kısmen karlı alan ise Kaçkarın buzulu
(Şekil 54).
|
Şekil 54. Kaçkar dağlarının buzulu.
|
Güneş ışınları bu gri-siyah renkteki
etekte bulunan ufalmış kaya parçalarına vurduğunda cam gibi parlıyor. İnsan
gerçekten baktıkça bakası geliyor. Ama bizim rehber benim bu fotoğraf çekme
olayımdan biraz rahatsız oluyor, çünkü birazdan tırmanmamız gereken dik bir
yamaç var. Yerde tezekler görüyorum. Çok anlamam ama oldukça taze görünüyor.
Demek ta buralara kadar boğalar gelebiliyormuş. Yürürken daha da yorgunluk
artıyor ve ben yavaş yavaş error kod #404 vermeye başlıyorum. Motor gitmiyor
dostum. Bizim rehber hemen oradan bir ot topluyor. Ne yaptığını başta
anlamıyorum. Oturuyor ve yakınına gelmemizi bekliyor (Şekil 55). Tırmanmakta
olduğumuz ve giderek dikleşen sırt tamamen çiçekle dolmaya başladığından
rehberin fotoğrafını çekmek istiyorum. Elinde tuttuğu yapraklar tüylü pazı
yaprağına benziyordu. Ortalama yerden 1 m kadar yükselen demet halindeki
bitkiden koparmıştı. Bana uzattı: al bunu kokla! Aldım. Bir anda nefesim
açıldı. Gerçek tazelik bu dedim. Hafif mayhoş okaliptüs kokusu olan bu bitkiyi
hiç görmemiştim. Çok etkilendim. Yıllardır rehberlik yapan bu ağabeyimiz belli
ki buralarda ne yenilir, ne koklanır biliyordu. Yanına oturdum. Aşağıda bir
kamp yapılmıştı (Şekil 56).
|
Şekil 55. Rehberimiz elinde bana vereceği otlarla. Çevresindeki
çiçek popülasyonu photoshop değildir. |
|
Şekil 56. Seldar tepesine hafifçe tırmanmışken zirvenin
hemen altında kamp yapmış dağcıların çadırlarını görüyoruz. |
|
Şekil 57. Seldar tepesine tırmanırken arkamda bıraktığım
panoramik görüntü. |
|
Şekil 58. Öküzyatağı gölü? |
Tırmanmaya devam
ettik. Arkamda giderek oluşmakta olan manzara öylesine büyüleyiciydi ki ben
sürekli dönüp fotoğraf çekmek istiyordum (Şekil 57).
Seldar tepesi dikleşirken çevremizdeki çiçek pöpülasyonu da o oranda artıyordu.
Ayağımı bastığım her yer farklı renklerdeki çiçeklerle doluydu. Sanki burası bir
çiçek tarlasıydı. Biraz daha yükselince arka geride daha önce sağından
geçtiğimiz ve arada bir tepe olduğu için göremediğimiz bir küçük göl görüyoruz.
Bu sadece fotoğrafta değil gerçekten küçük sayılabilecek bir göl. Sanıyorum
Öküzyatağı gölü diye geçiyor (Şekil 58). Dikkat ederseniz artık şu ana kadar
görmemiş olduğunuz bulutlar peyda olmaya başladı. Geçtiğimiz son 5 dakika
içinde Mezovit zirvesinin solundan gelen bulutlar yavaş yavaş zirveleri ve
oradan da aşağıdaki tepeleri kaplamaya başladı. Eyvah! Acaba sis mi basacak?
Bulutlar öylesine hızlı bir şekilde yer değiştiriyor ki. Ama bütün bunlar ya
sağımda ya da arkamda gerçekleşiyor ve yukarı tırmanmakta zaten çok zorlanırken
dönüp arkama bakamıyorum. Dengem bozulacak gibi oluyor. Bu tepeden aşağı
yuvarlanırsanız çok şiddetli yaralanırsınız (tabi ölmezseniz). O bakımda
belimiz ağrıdığında bile rahatça esnetemiyoruz. Fotoğraf çekmek bile giderek
zorlaşmaya başlıyor. Arkama döndüğüm anda nefesim ve dengem bozuluyor. Bazen
sağ tarafıma dönüp çiçekli Kaçkar manzarası çekmek istiyorum. Kimi zaman da
sadece çiçekleri (Şekil 59).
|
Şekil 59. Tırmandığımız yamaç. |
Birkaç adım yukarı atıp 1 dakika
mola veriyorduk. Ayakta dik durabilmek bile zorlaşmıştı. Karşıma baktığımda
gördüğüm yüzüme kimi yerde 3-5 karış uzaklıktaki çiçekli yamaçtı. Bora çok
yorulduğu için yamacın başında sırt çantamı almıştım. Ayaklarım çekmiyordu.
Üstelik susuzluk da artmıştı. Çantayı açıp bir su içeyim dedim ama içinden
düşmüş! Nasıl olur? Kan şekerimin de düşmekte olduğunu hissettim. Bari çantadan
çıkarıp birşeyler yiyeyim dedim. O aceleden onları da unutmuşum. Ne olacaktı
şimdi? Çantada bir mont bir de 400 mm lens vardı. Onu mu yeseydim? Kendimi
gerçekten iyi hissetmemeye başlıyordum. Bir ben mi böyleydim? Aşağıya
baktığımda Bora’nın da sık sık mola verdiğini görüyordum. Sadece bizim rehber
filinta gibi tırmanıyordu. Beklemesini rica ettim. Sordum: Daha çok var mı
tepeye? Biraz daha var. Çok yoruldum, nasıl çıkacağız? Merak etme, yavaş yavaş
çıkacağız. Sen hiç yorulmuyor musun? Biz de insanız, tabi ki yoruluyoruz. Daha
kolay tırmanmanın yolu nedir hocam? Zig-zag çizerek tırman... Dağcılık tecrübesi de olmadığından kendimce
hesap yapmaya çalışıyorum. Buna göre önümüzdeki 40- 50 metrelik bölümü 1.5 saat
içinde çıkabilecektim. Şaka gibi ama gerçek. Hareketlerimiz filmin yavaş
oynatılması gibi olmuştu. En fazla 6-7 adım atıp durmak istiyordum. Bacaklarım
titriyordu. Ortada su kaynağı olsa hemen içecektim. Birkaç papatya ağzıma alıp
emeyim bari dedim. Cebime birkaç şeker almış olsaydım bunlara hiç gerek
kalmayacaktı (Siz siz olun su ve şekeri unutmayın). Sadece bu amaçla buralara kadar
getirdiğim bir koca torba dolusu şeker arabanın bagajında kalmıştı. Giderek
uykum gelmeye başlıyordu. Hava hızla soğumaya başlamıştı çünkü bulutlar
gökyüzünü giderek kaplamaya başlamıştı (Şekil 60). Bana kalsa orada yarım saat
uzanmak iyi gelecekti. Biliyordum. Bunların hepsi zihnimin bana oynadığı
oyunlardı. Burada bu mevsimde değil ama özellikle yüksek rakımda ve çok soğukta
gelen uykudan şüphe duymak lazım. Son uykun olabilir.
|
Şekil 60. Yukarı doğru tırmanırken bulutların giderek
artması. |
Yamaç daha da dikleşiyor, hava daha da soğuyordu. İleride yukarıdan akan
bir pınar gördüm. Oraya gidip ondan su içtim. Bunu hayatım boyunca unutmam
herhalde. Gerçekten hayatmış dedirtiyor. Buzz gibiydi. Benden 20 m kadar
aşağıda tırmanmaya çalışan Bora’ya baktım. Oruçlu olarak bu tepeyi
tırmanıyordu. Yorgundu (Şekil 61). Bulut yoğunluğu öylesine artmıştı ki
Kaçkarların zirvesini neredeyse göremeyecektim. Zaten tırmandığımız tepenin
zirvesini göremiyordum. Rehber önden gidiyordu. Kendisinden çantamı biraz
taşımasını rica etmiştim. Çok az kalmıştı. Artık gerçekten bitsindi... Beş
dakika kadar daha tırmandıktan sonra tepeye vardık. O an ne kadar sevindiğimi
anlatamam. Seldar tepesinde kar vardı. Bora rehberin fotoğrafını çekmesini rica
etti (Şekil 62). Rehberle beş dakika yorgunluk molası verdik. Arkama
|
Şekil 61. Ben yolun son 1/3’ün deyken dönüp Bora’ya bir
bakayım dedim... |
|
Şekil 62. Tam Seldar tepesindeyken. Yerdeki beyaz şey
kar. Bulutlar tüm görüntüyü kapatmış. |
|
Şekil 63. Seldar tepesinin biraz altında bizim rehber. |
dönüp Kaçkar
zirveye baktığımda zirvenin hizasının birazcık altında olduğumuzu görüyordum.
Bu Seldar tepesi deve bağırtan türdendi veya daha fazlası. Bundan sonra ne
yapacaktık? Gölleri görmek istiyorduk. Normalde tam olarak bulunduğumuz
noktadan açık havada aşağıya bakıldığında birkaç göl görülebiliyormuş ama
ortalığı kaplayan buluttan dolayı bu manzarayı görmemiz mümkün olmadı. Bu
tepeyi aştıktan sonra rehbere hayranlığımız daha da arttı. Beraber birkaç
fotoğraf çekindik. Biraz daha yakınlaştık. Ona ne kadar zor bir iş yaptığını
söyledim. Umarım samimiyetime inanmıştır. Bu işten kazandığı her kuruş helal.
Yolun bundan sonraki kısmında acaba
açık hava ile karşılaşmamız ve gölleri görmemiz mümkün olacak mıydı? Aşağıya
inerken hemen bir göl gördük (Şekil 64). Çevresinde ne olduğunu anlayabilmek
mümkün değildi. Küçük ve gösterişsizdi. Aşağıya doğru inerken hep bulutun
içinden geçiyorduk. Çevremizde neler olduğunu bilmiyorum.
|
Şekil 64. Seldar tepesinin hemen altındaki göllerden
ilki. |
Bacaklarım öylesine yorgundu ki aşağıya doğru inmek bile
zor geliyordu. Kabul ediyorum o gün çürük elma bendim. Yine de elimden
geldiğince fotoğraf çekmeye çalışıyordum. İnmekte olduğumuz yamaç oldukça
taşlık bir alandı. Ayağınızı bastığınız yere dikkat etmeniz gerekiyordu,
tökezlenip aşağılara yuvarlanma riski bazı bölgelerde vardı. Bora ve rehber
önden hızla inerken, bende fotoğraf çekip sonra arkadan koştur koştur yetişmeye
çalışıyordum. Dikçe bir alandan inerken önümüzde bir göl belirmeye başladı. Bu
sanıyorum Meterez gölü diye geçen göl olabilir. Havanın kapalı olmasına çok
üzülüyordum. Çünkü açık olsaydı önde göllerin fonda Kaçkarlar zirvenin
olduğu fantastik kareler çekebilecektim. Kısmet değilmiş... Biraz daha aşağıya
indiğimizde de Deniz gölünü gördük (Şekil 66). Hatta orada birkaç kişi de
gelmişti. Kaçkarlar seyahatimizin göller kısmı tam bir hayal kırıklığına
dönüşmüştü. Evet gölün kendisini görebiliyorduk ama fotografik olarak birşey
ifade eder tarzda değildi. Rehber inerken bize bir göl daha var gitmek ister misiniz
diye sordu. Küçük bir gölmüş. Biz de nispeten daha büyük olan deniz gölünü bile
hayalet gibi gördüğümüzden başka bahara kalsın dedik.
Dolayısıyla Kavrun’a doğru inmeye
devam ettik. 1.5 saat kadar daha yürüdükten sonra çok uzaktan Kavrun görünmeye
başladı (Şekil 67). Ancak ulaşmamız o
kadar kısa sürmeyecekti, çünkü dik bir tepeden kıvrılarak inecektik. Göller
bölgesine ulaştıktan sonra patikalar tekrar oluşmaya başlamış ve kimi yerde
dallanan bu patikalar Kavrun’a kadar uzanıyordu. Yolun dönüş kısmı benim için
bir eziyet haline dönüşmüştü. Gördüğümüz özel bir şey de yoktu ama tüm yolu
yürümek zorundaydık. Keşke ışınla beni scotty diyebileceğim döneme girmiş
olsaydık.
|
Şekil 65. Meterez gölü? |
|
Şekil 66. Yanlış anlamadıysak Deniz gölü. |
|
Şekil 67. Kavrun’a doğru inerken. |
Hemen sol tarafımızda Kavrun’a doğru
akan suların olduğu bir bölgeye ulaştığımızda bir süre daha aşağıya inmeye
devam ettik ve sonra nispeten daha düz olan ve suyun akış debisinin çok
azaldığı bir yerde taşlardan sekerek derenin karşısına geçtik (sol karşıya).
Bundan sonra yarım saatlik yolumuz kalmıştı. Yukarıdan Kavrunu net bir şekilde
gördüğümüzde artık neredeyse geldiğimizi biliyorduk (Şekil 68).
|
Şekil 68. İnmemiz gereken son dik yamaç. |
Oldukça dik olan bu
yamaçtan 15 dakikada indik. Artık Kavrun’a gelmiştik. İçimden Adrian! Adrian! diye
bağırmak geliyordu. Gece hiç uyumamış ve yorgunluğun üstüne tam 9 saat boyunca tırmanarak,
inerek bir koca Kaçkar turu yapmıştık. Göller bölgesi fiyasko olsa da geri
kalan Kaçkar manzarası kısmı unutulmaz bir güzellikti. Yorgunluktan tükendiğim
için Yalçın beyin Şahin restoranta girip bir sütlaç bir de çay ile kendime
geldim. Rehberimize tekrar çok teşekkür ettik. Size daha önceki yazılarımda
bahsettiğim ve hava durumunu öğrendiğimiz Sıtkı Kanber ve eşini bir görüp
Kavrun’dan ayrılalım dedik (Şekil 69). Onlar da oradaki diğer yayla evleri gibi
tek katlı mütevazi bir evde yazları geçiriyorlardı. Yazları dediğim haziranın
2. haftasından sonra en geç eylül ayına kadar geçen süre, çünkü öncesinde ve
sonrasında özellikle gece sıcaklık -20 derecelere yaklaşıyor. Ben bu yazıyı
yazarken Kaçkarlardaki hava durumuna baktım. 13 Ekim
|
Şekil 70. Soldan sağa Sıtkı kanber, eşi ve Bora. |
2014 günü gece
sıcaklık için -18 gözüküyordu. Bir de buna rüzgar ve sisin getirmiş olduğu nemi
de eklerseniz acaba hissedilen sıcaklık ne olur diye düşünmek lazım. İyi
eğitimli bir dağcı için sorun olmaz belki ama normal bir insanın orada ikamet
etmesi beklenemez. Ben Yukarı Kavrun’a ilk girerken neden insanların bu rakıma
kadar çıktıklarını düşündüm. Anlam veremedim. Aşağı Kavrun nelerine yetmiyordu?
İnşaat malzemelerini oradan buraya çıkarmak da kolay değildi. Pansiyonculuk
yapan da yanlış anlamadıysam sadece Yalçın beydi. Yani burada yazı geçirmek
onlar için gerçekte ne ifade ediyordu? Sıtkı beye sordum. Biz buralıyız,
buraları seviyoruz dedi. Sevdikten sonra söz biter.
Sıtkı beylerden ayrıldıktan sonra tekrar
Yalçın beyin Kavrun’un hemen girişindeki Şahin restorant bölümüne gittik (Şekil
71). İçerisi sürekli yerli-yabancı turistlerle dolu olan mekandan ayrılırken
bize gösterdiği misafirperverlik ve yardım için kendisi ve ailesine çok teşekkür
ettik (Şekil 72). Arabaya bindiğimizde bundan sonraki rotamız aşağıda kalan Pokut
yaylasıydı. Yolda iki İtalyan turisti arabamıza alıp Ayder’e kadar götürdük ve
oradan Pokut’a geçtik.
|
Şekil 71. Şahin restoranta giderken. |
|
Şekil 72. Yalçın bey ve ailesi burayı işletiyorlar. |