14 Kasım 2014 Cuma

Rize/Yukarı Kavrun Yaylası ve Kaçkarlar

            
     Arhavi’deki Mençuna şelalesinden ayrıldıktan sonra çabucak gece konaklayacağımız Ayder yaylasının üstünde bulunan yukarı Kavrun yaylasına doğru yola koyulduk.
Karadeniz sahil yoluna indiğimizde akşam üzeriydi ve hala doğuya doğru hareket eden fırtına bulutları mevcuttu (Şekil 22). Çevremizde yağmur olduğu kesindi ama acaba sürekli kötü hava haberi aldığımız yukarı Kavrun (kimisi Kavron diyor) yaylasında durum nasıldı? Bu gece için arzu ettiğim “tek şey” tamamen açık bir gökyüzüydü. Bunu bir senedir sürekli hayal ediyordum: Karşımda karlı etekleriyle Kaçkarlara karşı bütün gece uyumayacak ve gün ağarana kadar yıldızlar ve samanyoluyla başbaşa olacaktım. 5 yıldızlı değil, milyon yıldızlı otel. Ver çoşkuyu! Sonra? Burada öyle yatıp uyumak yok dostum. Gün ağırınca da Kaçkarlara tırmanacaktım...
Şekil 22. Karadeniz’de yağmur bulutları doğuya doğru ilerlerken.
Yorucu görünse de hayatta bir kez bile olsa tadılması gereken bir ayrıcalıktı. Bakalım istediğim gibi olacak mıydı? Bu arada.... İnsanın yaşamında yapması önerilen 100 şeyden bir tanesinin kendi ülkesinin bir bölümü gezmek olduğunu biliyor muydunuz? Bu öneri doğrultusunda olmasa da ülkemizin bu bölgesini 50.000 km kadar eşkiya ruhuyla gezdiğim ve bu bölge insanının göç ettiği Bursa gibi şehirlerimize kadar “Keje”nin izleri takip ettiğim için -şimdilik- daha önceden tatmadığım ilginç bir sarhoşluk yaşıyorum. Gezdiğimiz yerlere kıyasla yukarı Kavrun yaylasının benim için şüphesiz ayrı bir yeri var, çünkü hayatımda ilk defa rakımın 2000 m üzeri olduğu bir yerde gece samanyolu time-lapse’i çekmeyi planlıyorum. Bu rakımda gece şehirde gördüğünüzden çok daha parlak bir şekilde yıldızları ve samanyolunu görmeniz mümkün. Ne heyecanlıyım bir bilseniz. Geçen sene ağustos ayında hava muhalefetinden gidemedik. Sonra zaten hemen kar yağdı, yaylayı terkettiler. Haziran 2014 de denedik yine aynı sorun. Şimdi üçüncü denememiz. İnsaf! Bir yıl birikmiş, olgunlaşmış bir heyecan var. Sanki Kaçkarlara dağları okşamaya, derelerden sular içmeye, buzul gölleri görmeye değil de elimde asayla Musa gibi Tanrı’yla konuşmaya Tur-i Sina’ya çıkıyorum (tabi bu sadece allegori). Artık istediğim o dolu dolu tecrübe olmalı. Şüphesiz Kaçkarlara giden herkesin kendisine göre bir hikayesi vardır. Aynı zamanda öykü yazarı olan TED Ankara Kolejinden ortaokul arkadaşım sevgili Belma Fırat da edebi bir dil ile anlattığı tecrübesini benimle paylaşmıştı (bkz. http://www.altzine.net/index.php/altyorum/329-t-rman). Zevkle okuyacağınızı düşündüğüm bu yazıdan sonra benimkisi anlatım dili itibariyle çok sönük kalacaktır.
       İlerliyoruz. Ayder milli parkına doğru saparak yolda bir akşam yemeği yiyelim diyoruz, çünkü Kavrun’da konaklayacağımız pansiyona gece saat 10:30 gibi varacağımızdan, yemek şansımız olamayabilir diye düşünüyoruz. Buralarda lokal olarak yenilebilecek birçok şey (mıhlama, sarmalar, mısır ekmeği, bazen fasulye, alabalık, Hamsiköy sütlaçı) var. Sayısı birkaç tane olan alabalık çiftliklerinin birisinde duruyoruz. Bu tesislerdeki havuzlara yukarılardan gelen soğuk sular kesintisiz kaynak oluşturuyor. Kırmızı benekli alabalık bulmak biraz zor ama bulsan da zaten suni yem ile beslenmişini yiyeceksin mecburen. Kapitalizmin etkileri Ayder yaylasında çok hissedilir. Geceleri bazı tesislerde yayla konseptiyle alakası olmayan “bütün eller havaya” tarzı eğlenceler olur. Çocukluğunu pavyonların ve düğün salonlarının yakınında geçirerek büyümüş bir kişi olarak o bakımdandır ki ben buraya “Ayder pavyonu” diyorum. Gerçek bir yayla konsepti asla ve asla yok. Bunu önceden bilmekte fayda var. Ama bu işi “butik” bir şekilde ayakkabıları tozlanmadan
Şekil 23. Zilkale’de butik yayla turizmi yapan arkadaşların ayakkabı ve pantolonları.
Şekil 24. Aynı sırada ben. Soldaki ayakkabı (gorteks ama) geçen gece Kaçkarlarda suya battığım için hala ıslak. Sabah giydiğim ayakkabı ıslak (bagajda) ve ben balıkçı botu giyer (rezil) haldeyim. Melis Alphan görmesin.
Şekil 25. Mıhlama (kuymak) hazırlanırken.     
Şekil 26. Tereyağda fırınlanmış alabalık.
(Şekil 23 ve 24), stabilize değil de sadece asfalt yoldan giderek yaşamak isteyenler veya bir başka sebeple (örneğin sağlık sorunu, yaşlılık) ancak bu şekilde yapabilecekler için gören göz hisseden kalp varsa, ruhundaki periyi besleyecek çok güzel malzeme var. Ramazan ayına rastlayan bu gezimizde Karadeniz’de gündüz saatlerinde açık restorant bulamadığımızdan, bu yazı serisinde sizlerle lokal yemekler konusunda çok fazla birşey paylaşma fırsatımız olmadı. Ancak daha önce Ayder Yaylası hakkındaki yazımda da belirttiğim gibi Ayder bölgesini veya yaylasını birazcık olsun yaşamak istiyorsan buraya özgü mıhlamayı, alabalığı, sarmayı, sütlacı yemeli ve horon tepmelisin (Şekil 25 ve 26). Hatta mümkünse bizzat hemen yakındaki Hamsiköy’e gidip orada sütlaç yiyeceksin dostum (Şekil 27).
Şekil 27. Hamsiköy’deki meşhur Niyazi Usta sütlacı. Tatlıyı hiç sevmeyen ben bile 2 tane yemiştim.

     Yemeğimizi yedikten sonra biraz ilerideki Ayder milli parkına giriş yapıyoruz. Bora kapıda bizden ücret talep etmelerine biraz kızıyor, çünkü o kadar milli park gezmişiz bizden para isteyen yok. Diyorum ya yaylaya değil, pavyona gidiyorsun. Ayder’e geldiğimizde sanki bir şehir merkezine gelmişiz gibi bir kalabalık ortalık. Arnavut kaldırımdan yolları olan Ayder pavyonundan bir an önce kaçmak için bana afaganlar basıyor. Yoldaki bir kişiye Kavrun yolunu tekraren soruyoruz. Düz devam edin diyor. Ayder’den çıktıktan kısa bir süre sonra saatte en fazla 20 km ile gidebileceğiniz oldukça kaba bir stabilize yol var. Yol geniş ve bir yanınızda yüreğinizi hoplatabilecek bir uçurum olmadığından, gece sisli havada bile gidilir. Bu rakıma çıktığınızda çevrenizde birçok yayla ile karşılaşabiliyorsunuz buralarda. Liste oldukça uzun. Yolda ilerlerken karşımıza çıkan tabeladan bu uzun listenin bir kısmını görebilmek mümkün (Şekil 28). Burası bir yaylalar kompleksi.
Şekil 28. Yukarı Kavrun yaylasına çıkarken karşılaştığımız tabela.
      Yolda defalarca arayıp yukarı Kavrun yaylasındaki hava durumunu sormuşuz. Bize açık demişler. İnanmak çok zor, çünkü son bir yıldır ilk kez bunu duyuyoruz. Arabanın camından dışarı bakıyorum: Evet, doğru... Hava cam gibi ve binlerce yıldız görünüyor. İçimde film müziği olarak Carpenters’dan “Sing, sing our song...” çalarken ben de “bu akşam bir gökyüzü ziyafeti var” diyorum içimdeki eşkiyaya. Bir an önce varabilsek keşke??? Yarım saatten fazla tırmandıktan sonra Kavrun yaylasına geliyoruz ve bizi pansiyon sahibi Yalçın bey doğrudan tesise çağırıyor. Giriyoruz içeri. Herkes orada, bir biz yokuz. Yemek, içki ne istersen var dostum. Biz bir çay içip ertesi gün Kaçkarlara tırmanış için rehber ayarlıyoruz. Bize odamızı gösteriyor ve ben hemen üstümü giyinip kendimi dışarı kameram ve tripodumla birlikte atıp bir an önce fotoğraf çekmeye gidiyorum. Ama ne tarafa? Önce yayla evlerinden uzaklaşmak istiyorum. Güney yönüne doğru gidiyorum. Zemin tamamen ıslak. Her yerden sanki su fışkırıyor burada ve şimdiden benim gorteks ayakkabıların kenarlarından sular sızmış ve pantolonumun alt kısmı ve çoraplarım ıslanmış durumda. Üzerimde palto, başımda kışlık bere, eldiven, pantolonumun altında termal (veya klasik olarak peygamber donu) vaziyetteyim, çünkü hava soğuk. Hasta olmamam gerek ama şimdiden çorapları ıslattık. Karşımda öylesine muazzam bir manzara var ki çektiğim fotoğraflar bunu anlatamaz. Gerçekten rakımı 2350 m olan Kavrun yaylasında yıldızlar ve gökyüzü muhteşem görünüyor (Şekil 29). Kesiti geniş bir U şeklinde olan Kavrun yaylasında karşıda samanyolunun en estetik bölümünü izleyebiliyordum. Çok az bir zaman kalmış olsada bir süre daha antaresi de çekebilecektim. İleride sivri üçlarıyla görülen silüetler ise Kaçkar zirvelerin benim bulunduğum konuma göre sağ tarafında kalan bölümdü. Fotoğrafta belli olamıyor ama bu sivri tepelerin hemen üstündeki yıldızlar öylesine sönüp parlıyordu ki sanki sizi denize çekmek isteyen bir deniz kızı gibiydiler. Ben o ana kadar o düzeyde bir parlamaya şahit olmamıştım. “Gel” diyordu “gel”. Musa olsam hemen giderdim ama bu riski alacak kadar dağ ve yayla tecrübem yoktu.
Şekil 29. Kavrun yaylasında güney yönündeki samanyolu ve yıldızlar.
       Samanyolu şekil 29’daki bakış yönüne göre her dakika sağ-aşağıya kayıyordu. Keyfime diyecek yoktu. Yanımda bir süre duran Bora’ya gidip uyumasını, çünkü sabaha kadar burada bu manzarayla başbaşa kalacağımı söyledim. Bora gittikten kısa bir süre sonra bir anda sis geldi (Şekil 30). Samanyolunu artık görebilmek mümkün değildi. Sadece bana Gel, gel diyen karşımdaki yıldızlar kalmıştı. Sanki daha istekli bir şekilde parlayarak Gel diyorlardı ama cesaret edemedim.
Şekil 30. Fotoğraf çekmeye başladıktan 22 dakika sonrası sis manzarayı kapamış durumda.
       Daha gece yeni başlıyordu ama gökyüzü kapanmıştı. Ne yapacaktım şimdi ben? Takım taklavatı topladım doğru yaylanın giriş yönüne, kuzeye gidip devam edeyim dedim. Gittim kapalı. Hadi bir daha güneye yine kapalı. Düşünüyorum da bu kadar hızlı kapadığına göre, yine hızlı açabilir ama ne zaman? Bir yukarı bir aşağı 4-5 kez gittim ama baktım ki daha da kapanıyor. Bir uçtan diğer uca gitmek zorunda kalıyorum, çünkü yayla evlerinin ışıkları uzun pozlamada çekmek istediğim fotoğrafları kesinlikle bozacak seviyede (Şekil 31). Bunun üzerine pansiyona gidip, 1 saat kadar uzanmaya ve bu arada ayakkabılarımı kurutmaya karar verdim. Burada geceleri soğuk olduğu için temmuz ayında olmamıza karşın kaloriferler cayır cayır yanıyor. Üşümemeniz için size kalın yorgan ve battaniye veriyorlar. Lafı uzatmayayım, yattım. Yattım ama zihin fıldır fıldır çalışıyor. Uyuyakalıp sabah gözümü açmak istemiyorum. Mutlaka uyanmam gerek. Saati kuruyorum, gözler kapalı ama tık yok. Bu şekilde bir saat geçirdikten sonra tekrar giyinip çıkıyorum. Tabi ayakkabılar kurumamış henüz. Doğrudan kuzey yönüne gidiyorum. Gökyüzü açmış. Haydi Abbas! vakit tamam diyorum ve gün ağarana kadar burada fotoğraf çekmeye başlıyorum. Dünya nasıl da dönüyor farkettirmeden ve gece nasıl da gündüze çevriliyor. Örneğin kuzey yıldız çevresinde dünyanın dönüşünün fotoğrafını çekerken ilk fotoğrafımda –ki gece saat 2:00 civarıydı- ne olup bittiğini bir bakışta anlamak mümkün değil (Şekil 32). Hatta sabaha karşı bile... (Şekil 33). Ancak bu aradaki görüntüleri birleştirdiğinizde dünyanın nasıl döndüğünü görüyor ve elinizde süpper bir kare elde ediyorsunuz (Şekil 34). Sürekli kötü hava haberleri aldığımız bu yayladan bu görüntüleri alabildiğim için kendimi şanslı sayıyorum. Saat 4:40 civarıydı, biraz yatmak istedim, çünkü tüm gece yediğim soğuk ve ıslak ayakkabı içi üşütmeme sebep olmuştu. Karnım da ağrıyordu. Saat 7 de Kaçkarlara doğru hareket edecektik ve benim bir an önce toparlanmam gerekiyordu. Ama karşımdaki manzarayı bir türlü bırakamıyordum. Kuzey yönünde aşağıdan bir bulut doğuyordu ve bu arada gün ağarmaktaydı (Şekil 35). Gece göremediğim yayla evlerini artık daha açık seçebiliyordum. Güney yönünde Kaçkarların kısmen karlı olan etekleri de artık görülebiliyordu (Şekil 36).
Şekil 31. Yayla evlerinin arasında bir uötan diğerine mekik dokurken, sokak lambalarının benim yıldız fotoğrafları çekerken kullandığım kamera ayarlarında oluşturduğu ışık yoğunluğu...
Şekil 32. Kuzey yıldızına doğru fotoğraf çekerken.
Şekil 33. Tan ağarmasına doğru aynı yer.
Şekil 34. Şekil 32 ve 33 arasındaki tüm fotoğrafların birleştirilmiş hali.
Şekil 35. Gün ağarırken Kavrun yaylası.
Şekil 36. Kavrun yaylasında gün ağarırken güney yönü.
         Bir kaç fotoğraf çektikten hemen sonra pansiyona doğru gittim. Artık sabaha karşı olduğu için kaloriferler yanmıyordu ve oda iyice soğumuştu. Arabaya binip kaloriferleri açtım. Bu şekilde saat 6:30 kadar ısındım. Sonra odaya gidip Bora’yı uyandırdım (veya o sırada uyanmışmıydı tam hatırlamıyorum). Bana ne yaptığımı sordu, anlattım. Üzerimdeki ıslak kıyafetleri çıkarıp kurularını giydim. Çok yorgundum. Uyusam iyi olacaktı ama asıl program yeni başlayacaktı.
         Pansiyonun restorant bölümüne doğru geçtik. Orada rehberle buluşacaktık. Bari bu yorgunluğu telafi etsin diye bir sütlaç yiyeyim dedim. Üstüne de bir çay içtim. Sanki herkes ayaktaydı. Dışarı çıktım, bir genç gördüm, günaydın dedim. Anlamadı. İngilizce konuşmaya başlayınca Bulgar olduğunu ve dağlarda gezmek için geldiklerini söylediler. Rehberiniz var mı diye sordum. Yok dedi. Nasıl kaybolmadan gideceksin peki dedim. Buralarda sis olur. Bana cebinden üstü asetatla kaplanmış uydu görüntüsü şeklinde haritalar gösterdi. Yürüyüş patikalarının olduğu haritalar. Harika dedim nereden elde ettin? İnternetten. Hala henüz uyanmamıştım. Onlara bol şans diledim. Yola koyulmadan önce Yalçın bey intenetten bir hava durumu onayı almak istedi. Tam olarak girdiği siteyi hatılarmıyorum ama https://www.meteoblue.com/tr/t%C3%BCrkiye/hava-ka%C3%A7kar-da%C4%9F%C4%B1
         İçeri giriyorum. Bizim rehber geliyor, tanışıyoruz. Bize soruyor şurdan mı gitmek istersiniz, burdan mı? Yahu diyoruz bizi götür sen. Gölleri görecek miyiz? Evet. Ya zirveyi? Evet. O zaman yola koyulalım. Sonuç olarak bize söyle bir yol anlatıyor: (Şekil 37a ve b)
Şekil 37a. Yukarı Kavrundan Kaçkarlara giden “patika” yollar ve geçişler haritası (çizim internetten alınmıştır).
 
Şekil 37b. Fotografik olarak izleyeceğimiz yol: Yukarı Kavrundan Mezovit yönü, oradan Seldar tepenini tırmanılması, göller bölgesine geçiş ve tekrar Kavrun’a inmek (fotoğraf kaynak http://www.kackar.org/forum/viewtopic.php?f=7&t=149
Şekil 37’e göre öncelikle yukarı Kavrundan güney yönüne yani o karlı etekleri olan dağlar yönüne, U şeklindeki yaylanın üstüne doğru çıkacağız (turuncu yol). Bu arada Kavrun yaylasının tam ortasından aşağıya doğru akan nehir sağımızda kalacak. Sonra yavaşça sola doğru tırmanacağız ve orada zirveyi göreceğiz. Buradan sonra oldukça dik bir tepeden (Seldar tepesi) çıkacağız (kırmızı yol). Orada bir geçit var. İşte o tepeden birkaç gölü bir arada göreceğiz. İnerken de aşağıdaki göllerin yanından geçeceğiz ve yeşil yolu takip edip tekrar Kavrun’a ineceğiz. Hmmm. Ne kadar sürer? Öğlenden sonra geliriz diyor. Saat 6:50 gibi yola koyulduk. Gökyüzü açıktı ama hava soğuktu. Öncelikle kasabanın “hemen çıkışında” nehiri sağımızda bıraktık. Bu önemli bir detay çünkü bir anda daha önce baktığın tepede görmediğin patikaları görüyorsun. Bizim Bulgar turistin anlattıkları bunlardı demek diyorum. Birbirine paralel gibi sayılabilecek birkaç patika şeklinde başlıyor ama ilerledikçe bunlar tek patikaya düşüyor. Yayla evlerinin hemen çıkışında önüme arkama bakıp ilerledikçe fotoğraf çekiyorum (Şekil 38).
Şekil 38. Yukarı Kavrun yaylasını geride bırakırken.
Hemen ileride iki hanımın toprakta bir bahçe çalışması yaptıklarını görüyoruz (Şekil 39). Bu soğukta, bu saatte, ne acele diyorum? Soğuktan ve erken kalmaktan yüzleri mahmur duruyor. Yaklaştıkça büyükbaş hayvanlar için ağıl yaptıklarını anlıyorum. Kimbilir kaç gündür toprağı kazıp düz bir bahçe elde etmek için kazma kürek sallıyorlardı.
       Bu bayanlardan sonra uzunca bir süre hiçkimseyi görmeyecektik. Patikada yürürken güneşin sıcaklığı yavaş yavaş hissedilmeye başlıyordu. Gökyüzü pırıl pırıldı. Eğer böyle devam ederse çok güzel şeyler görebilecektik. Sağ tarafımızda Kavrun yaylasının üst kısımlarından akan ırmağa neredeyse paralel bir şekilde seyrediyorduk (Şekil 40). Bu seyir bir süre kadar böyle devam etti. Ne çok yavaş ne de aşırı hızlı yürüyorduk ama giderek tırmandığımızdan yavaş yavaş bir yorgunluk oluşmaya başlamıştı -daha ilk yarım saatte. Rehbere sorular sorup bilgi almak
Şekil 39. Kavrunun hemen çıkışında karşılaştığımız hanımlardan biri.
Şekil 40. Yaylayı tırmanırken sağımızda kalan ırmak.

istiyordum ama giderek artan eğim nefes nefese kalmama yol açıyordu. Bir de sık sık durup fotoğraf çekiyordum neredeyse. O sırada onlar yürümeye devam ediyorlardı. Sonra onlara yetişmek için acele etmek durumunda kalıyordum. Sonuçta konuşamaz hale geldim. Bir ara 2 dakika mola verdik. O zaman dedim: Bize biraz buraları anlat... Ne öğrenmek istiyorsun? Ne anlatırsan... Bakıyorum ki başlayamıyor, tekrar soruyorum: Burada büyükbaş hayvancılık mı yapılıyor? Bu arada yürümeye başlıyoruz (Şekil 41). Anlatıyor: burada genellikle yamaçlarda boğa otlatırlar.
Şekil 41. Bora ve rehber önümde Kavrun yaylasında ilerlerken.
       Boğalarla inekler aynı yerde otlatılmaz. Boğalar dik yamaçları nasıl çıkabiliyorlar? Onlar çıkarlar. Buraya bahar aylarında getirilirler, bazen 6 ay kalırlar dedi. Tabi çobanlar da aynı şekilde. Devam ediyor bir olay anlatmaya... Vaktiyle bir tanıdıkları çok şiddetli akciğer problemi yaşamış. Öyle ki doktor en fazla 6 ay ömrün kaldı demiş (hep öyle olur ya). Bu adamcağız da Kavrun yaylasına boğalarla gelip 6 ay dağda geçirmiş. Bakmış ki kendisini daha iyi hissediyor doktora gitmiş. Doktor sen ne yaptın??? diye sormuş. Adam da anlatmış. Meğerse tamamen iyileşmiş...
         İlerlerken sağımızda kalan tepenin hemen ardına karayolu yapılacağını söylüyor rehber. Hani koruma altındaydı diyor? Kızıyor buraları bozmak isteyenlere. Zaten sürekli buraya gelen ve özellikle İsrail’den geldiğini tesbit ettikleri turist görünümlü çiçek böcek hırsızlarından illallah gelmiş bu insanlara! Bir dertli ki, anllatıkça barut gibi oluyor. Gerçekten de Rize Kaçkarlar bölgesi ülkemizin endemik bitki türlerinin bulunduğu çok az yerden bir tanesi. Benim sabah konuştuğum ve kendisinin Bulgar turist olduğunu söyleyen kişi de potansiyel bir hırsız olabilirdi. Bu bir paranoya değil, çünkü ben bile bu şekilde kaç tane şüpheli kişiyi Yusufeli bölgesinde gördüm.
       Rehber topraktan birşey kopartıp bana uzatıyor. Kokla diyor. Bergamut gibi birşey bu. Harika? Nedir bu, ne için kullanılır? Burada yetişir. Biz çaya atarız diyor. Hemen ileride aynı amaçla kullanılan bir başka bitki gösteriyor (Şekil 42). Bunların buradan çıkarılması yasak diyor. İşin içinde hırsızlık boyutu olduğu için sonradan döndüğümüzde çaya atıp tadına bakmak için bile almak istemiyoruz.
Şekil 42. Rehberin elleriyle gösterdiği iki bitki.
Hava giderek ısınıyor. Sırtında bir hırka olsa yetecek kadar. Gece sisten midir, kırağıdan mıdır bilmem tüm zemin ve çiçekler hala ıslak. Yine ayaklarımız ıslanıyor ama dün geceden beri böyle olduğundan artık taktığım da yok. Arkama dönüp baktığımda hafif sola doğru hareket ettiğimizden yayla evlerini göremez hale gelmiş olduğumuzu görüyorum. İlerlediğimiz patika birçok yerde oldukça belirgin hatta bazı yerlerde mezar taş gibi konulmuş işaretler var (Şekil 43).
Şekil 43. İlerlerken karşılaştığımız taş rehber noktaları.

       Bu arada biz giderek sola doğru hareketle soldaki yamacın üstüne doğru tırmanmaya başlıyoruz. Yola başladığımızdan bu yana çevremizdeki bitki örtüsünde de değişiklikler oluyor. Yaylanın daha alt kısımlarında mayıs ayında beyaz çiçekler açan bayır gülleri var (Şekil 44). Kavrun’lu rehberimiz o zamanlarda yayla yamaçlarının kar yağmış gibi bu çiçeklerle bembeyaz olduğunu söylüyor. Öylesine bir vurguyla söylüyor ki anlıyorum çok güzel bir görüntü. Ben hayatımda ilk defa bayır güllerini Giresun Kümbet yaylasına gittiğimde görmüştüm (Şekil 45). Çok yenilince öldüren “deli bal” bu bayır güllerinden yapılırmış. Yamaçlarda öbek öbek görüntüleri her zaman çok estetiktir. Bizim giresunda gördüklerimiz sarı çiçek açmıştı ama yine de çok alımlı görünüyorlardı. Kaçkarlardaki  bayır güllerinden bal yapılıyor muydu? Burada arıcılıkla ilgili bir oluşum görmemiştik ama şimdi düşünüyorum da belki yapanlar vardır, çünkü daha sonra gittiğimiz Ovit yaylası ve yedigöller bölgesinde çok sayıda kovan ve arıcılık yapan kişilerle karşılaştık. Önümüzdeki günlerde konuyla ilgili yazıda fotoğraflarla anlatacağım.
Geride bıraktığımız çiçeklerle şimdi karşılaştıklarımız arasında hem sayı, hem boy, hem de çeşit olarak belirgin bir artış oluşmaya başladı. Yükselirken tam tersinin olmasını beklerdim. Ortalama 45 dakikadır yürüyoruz. Hava giderek ısınmaya başladı ve şimdilik hala açık. Bu arada sağ tarafımızdaki akan nehirden giderek solumuzdaki yamaca doğru yükselmiş ve biraz sola dönmüş bulunuyoruz. Artık karşımızda daha önce görmediğimiz sivri uçları olan dağlar var (Şekil 46). Bunlar Kaçkarların zirveleri. Yaklaşınca bir başka fotoğraf üzerinden daha detaylı anlatacağım. Yürümek giderek zorlaşıyor, çünkü artık 30-35 derecelik bir yamaçtan çıkmaya başlıyoruz. Sırtımdaki o ana kadar kullanmadığım ortalama 6 kg ağırlığındaki malzeme artık giderek fazla gelmeye başlıyor. Fotoğraf çektikten sonra Bora ve rehberimize yetişemiyorum. Bora oruçlu olduğu için vermek istemiyorum aslında ama 5 dakika taşısa toparlanacakmışım gibi hissediyorum (sonra en az 1 saat taşıyor). Beni kırmıyor. Biz giderek yorulurken rehberimizde tık yok. Son derece zayıf olmasına karşın performans inanılmaz. Sigara üstüne sigara yakıyor ve sanki bir salon adamı gibi asil ve rahat. Alnında tek bir ter damlası yok. Ne dalağı var ama! oksijeni etkin kullanacak kadar kanda alvuyar sayısını arttırmış durumda diye kendimi avutmaya çalışıyorum. Öyle ya bu özellikle dağlara tırmanırken önemli bir konu, çünkü oksijensizlikten “motor” boğuluyor. Ben böyle vesveselerle uğraşadurayım rehbere sık sık bir dakika bekle fotoğraf çekeceğim demek durumunda kalıyorum.
Eskisinden daha fazla mola verme isteği oluşurken karşımıza dağ başında zincirle kapatılmış bir geçit geliyor (Şekil 47). Dağ başı zaten, neden kapatıyorsun, değil mi? Bu geçit önemli, çünkü Kaçkarların bir kapısı diyebiliriz. Kapının hemen sağ tarafında gürül gürül kavrun yaylasına doğru nehir akıyor. Kapıyı açamayacağımız için yanındaki taşların üstünden atlayıp geçiyoruz.  
Şekil 44. Sol tarafımızdaki bayır gülleri. Bu mevsimde çiçekleri malesef yok.
Şekil 45. Kümbet (veya Gümbet) yaylasındaki bayır gülleri.
Şekil 46. Karşımıza çıkan dağlar.
Şekil 47. Geçit.
Şekil 48. Bulunduğumuz geçitten Kavrun yaylasına bakış.
     Bizim rehber sigara molası verirken ben de geçitten Kavrun yaylasına doğru bakıyorum. Aa? Çok aşağıda yayla evleri görünüyor (Şekil 48). Şaka maka çok yol almışız. Biraz bekledikten sonra rehberimiz bize açıklama yapıyor: biraz ileride sol tarafımızda bir tepe var. Onu tırmanınca göller bölgesine varmış olacağız. Bu biraz zamanımızı alacak, çünkü dik bir tepe. Ya tırmanamazsak? Tırmanırız. Emin misin? Bak, biz biraz yorulduk, yavaş gidelim o zaman. Zaten yavaş tırmanacağız.
            Sağ tarafımızda gürül gürül akan sular var ve kaynak suyu denen kavramın ne olduğunu sana birinci elden anlatıyor (Şekil 49). Sefil bilinçaltın kapitalist frekansın uzun dönem etkilerinden öylesine kirlenmiş durumda ki sen kaynak suyunu buradan, kaynaktan değil, üzerinde buranın resminin olduğu pet şişeden sadece içebilirsin. Neden ama? Çünkü bu suyun pis veya mikroplu olabileceği sana söylenmiş, beynine işlenmiş zamanla. Mesela buralarda çok boğa otluyor dışkıları sulara karışabilir diyebilirler, hemen inanırsın. Öyle ya da böyle kim ne dese desin sen güvenemiyorsun bu kaynak suyuna. Pis işte. Sen pet şişe kölesi olmuşsun dostum. Olmasaydın, Kaçkarlara tırmanırken sırt çantana pet şişe su almazdın.
            Tırmanmaya devam ediyoruz. Şu ana kadar hep patikadan ilerledik ve akan ırmak veya her neyse hep sağ tarafımızda kaldı. Şimdi artık önümüzde Kaçkar zirveler kalacak şekilde belirgin sola doğru bir dönüş yapmış bulunmaktayız. Bu geçitten sonra ileride tırmanacağımız Seldar tepesine kadar belirgin bir patika kalmıyor. Hafif bir tepeyi aştıktan sonra bizi kısa bir süre için yanıltan daha az eğimli bir alana varıyoruz (Şekil 50). Bu geniş düzlük alanda ilerlerken Şekil 51’de solda kalan tepeyi tırmanmamız ve aşmamız gerekiyor. Bu tepe Seldar tepesi. Böyle uzaktan bakılınca ne var ki diyebilirsiniz. Şu anda rakım ortalama 3000 m civarında ve normalden daha fazla oksijen gereksinimimiz doğuyor. Bundan bir saat öncesine göre daha çabuk yoruluyoruz. Karşımızda giderek belirginleşen bir zirveler manzarası oluşuyor ve biz giderek birazdan tırmanacağımız tepeye yaklaşıyoruz (Şekil 52). Rehbere dönüp biz bu tepeye mi tırmanacağız diye soruyorum. Evet diyor. Bora yorulduğu için kendisinden sırt çantamı alıyorum. Tripodumu rehber taşıyor ve henüz ikisini kullanabileceğim bir gereksinim doğmadı. Aslında ben time-lapse çekmek için almıştım onları ama rehber bu tip şeyler için zaman ayırmak istemiyordu. O bir an önce bize rehberlik görevini tamamlamak niyetindeydi sanki. Kimbilir buraya kaç kez gelmişti. 
     Öyle bir yere varıyoruz ki artık karşımızda Kaçkarlar zirveler tamamen apaçık görülüyor. Bu şüphesiz nefes kesen majestik bir manzara (Şekil 53). Şanslıyız ki sis olmadığından zirvelerin bir kısmını görebiliyoruz.
Şekil 49. Sağ tarafımızdan akan su.
Şekil 50. Nispeten düz sayılabilecek alan.
Şekil 51. Seldar tepesine doğru yaklaşırken.
Şekil 52. Solda birazdan tırmanacağımız Seldar tepesi.
Şekil 53. Kaçkar zirveler.

Şekil 53’de soldaki zirve Mezovit (3711 m), ortadaki Kavrun (3932 m) ve sağdaki Kardovit zirvesi (3800 m). Kavrun ve Kardovit zirveleri arasında görülen kısmen karlı alan ise Kaçkarın buzulu (Şekil 54).
Şekil 54. Kaçkar dağlarının buzulu.

            Güneş ışınları bu gri-siyah renkteki etekte bulunan ufalmış kaya parçalarına vurduğunda cam gibi parlıyor. İnsan gerçekten baktıkça bakası geliyor. Ama bizim rehber benim bu fotoğraf çekme olayımdan biraz rahatsız oluyor, çünkü birazdan tırmanmamız gereken dik bir yamaç var. Yerde tezekler görüyorum. Çok anlamam ama oldukça taze görünüyor. Demek ta buralara kadar boğalar gelebiliyormuş. Yürürken daha da yorgunluk artıyor ve ben yavaş yavaş error kod #404 vermeye başlıyorum. Motor gitmiyor dostum. Bizim rehber hemen oradan bir ot topluyor. Ne yaptığını başta anlamıyorum. Oturuyor ve yakınına gelmemizi bekliyor (Şekil 55). Tırmanmakta olduğumuz ve giderek dikleşen sırt tamamen çiçekle dolmaya başladığından rehberin fotoğrafını çekmek istiyorum. Elinde tuttuğu yapraklar tüylü pazı yaprağına benziyordu. Ortalama yerden 1 m kadar yükselen demet halindeki bitkiden koparmıştı. Bana uzattı: al bunu kokla! Aldım. Bir anda nefesim açıldı. Gerçek tazelik bu dedim. Hafif mayhoş okaliptüs kokusu olan bu bitkiyi hiç görmemiştim. Çok etkilendim. Yıllardır rehberlik yapan bu ağabeyimiz belli ki buralarda ne yenilir, ne koklanır biliyordu. Yanına oturdum. Aşağıda bir kamp yapılmıştı (Şekil 56).
Şekil 55. Rehberimiz elinde bana vereceği otlarla. Çevresindeki çiçek popülasyonu photoshop değildir.
Şekil 56. Seldar tepesine hafifçe tırmanmışken zirvenin hemen altında kamp yapmış dağcıların çadırlarını görüyoruz.
Şekil 57. Seldar tepesine tırmanırken arkamda bıraktığım panoramik görüntü.
Şekil 58. Öküzyatağı gölü?
Tırmanmaya devam ettik. Arkamda giderek oluşmakta olan manzara öylesine büyüleyiciydi ki ben sürekli dönüp fotoğraf çekmek istiyordum (Şekil 57).
Seldar tepesi dikleşirken çevremizdeki çiçek pöpülasyonu da o oranda artıyordu. Ayağımı bastığım her yer farklı renklerdeki çiçeklerle doluydu. Sanki burası bir çiçek tarlasıydı. Biraz daha yükselince arka geride daha önce sağından geçtiğimiz ve arada bir tepe olduğu için göremediğimiz bir küçük göl görüyoruz. Bu sadece fotoğrafta değil gerçekten küçük sayılabilecek bir göl. Sanıyorum Öküzyatağı gölü diye geçiyor (Şekil 58). Dikkat ederseniz artık şu ana kadar görmemiş olduğunuz bulutlar peyda olmaya başladı. Geçtiğimiz son 5 dakika içinde Mezovit zirvesinin solundan gelen bulutlar yavaş yavaş zirveleri ve oradan da aşağıdaki tepeleri kaplamaya başladı. Eyvah! Acaba sis mi basacak? Bulutlar öylesine hızlı bir şekilde yer değiştiriyor ki. Ama bütün bunlar ya sağımda ya da arkamda gerçekleşiyor ve yukarı tırmanmakta zaten çok zorlanırken dönüp arkama bakamıyorum. Dengem bozulacak gibi oluyor. Bu tepeden aşağı yuvarlanırsanız çok şiddetli yaralanırsınız (tabi ölmezseniz). O bakımda belimiz ağrıdığında bile rahatça esnetemiyoruz. Fotoğraf çekmek bile giderek zorlaşmaya başlıyor. Arkama döndüğüm anda nefesim ve dengem bozuluyor. Bazen sağ tarafıma dönüp çiçekli Kaçkar manzarası çekmek istiyorum. Kimi zaman da sadece çiçekleri (Şekil 59).
Şekil 59. Tırmandığımız yamaç.
       Birkaç adım yukarı atıp 1 dakika mola veriyorduk. Ayakta dik durabilmek bile zorlaşmıştı. Karşıma baktığımda gördüğüm yüzüme kimi yerde 3-5 karış uzaklıktaki çiçekli yamaçtı. Bora çok yorulduğu için yamacın başında sırt çantamı almıştım. Ayaklarım çekmiyordu. Üstelik susuzluk da artmıştı. Çantayı açıp bir su içeyim dedim ama içinden düşmüş! Nasıl olur? Kan şekerimin de düşmekte olduğunu hissettim. Bari çantadan çıkarıp birşeyler yiyeyim dedim. O aceleden onları da unutmuşum. Ne olacaktı şimdi? Çantada bir mont bir de 400 mm lens vardı. Onu mu yeseydim? Kendimi gerçekten iyi hissetmemeye başlıyordum. Bir ben mi böyleydim? Aşağıya baktığımda Bora’nın da sık sık mola verdiğini görüyordum. Sadece bizim rehber filinta gibi tırmanıyordu. Beklemesini rica ettim. Sordum: Daha çok var mı tepeye? Biraz daha var. Çok yoruldum, nasıl çıkacağız? Merak etme, yavaş yavaş çıkacağız. Sen hiç yorulmuyor musun? Biz de insanız, tabi ki yoruluyoruz. Daha kolay tırmanmanın yolu nedir hocam? Zig-zag çizerek tırman...  Dağcılık tecrübesi de olmadığından kendimce hesap yapmaya çalışıyorum. Buna göre önümüzdeki 40- 50 metrelik bölümü 1.5 saat içinde çıkabilecektim. Şaka gibi ama gerçek. Hareketlerimiz filmin yavaş oynatılması gibi olmuştu. En fazla 6-7 adım atıp durmak istiyordum. Bacaklarım titriyordu. Ortada su kaynağı olsa hemen içecektim. Birkaç papatya ağzıma alıp emeyim bari dedim. Cebime birkaç şeker almış olsaydım bunlara hiç gerek kalmayacaktı (Siz siz olun su ve şekeri unutmayın). Sadece bu amaçla buralara kadar getirdiğim bir koca torba dolusu şeker arabanın bagajında kalmıştı. Giderek uykum gelmeye başlıyordu. Hava hızla soğumaya başlamıştı çünkü bulutlar gökyüzünü giderek kaplamaya başlamıştı (Şekil 60). Bana kalsa orada yarım saat uzanmak iyi gelecekti. Biliyordum. Bunların hepsi zihnimin bana oynadığı oyunlardı. Burada bu mevsimde değil ama özellikle yüksek rakımda ve çok soğukta gelen uykudan şüphe duymak lazım. Son uykun olabilir.
Şekil 60. Yukarı doğru tırmanırken bulutların giderek artması.
Yamaç daha da dikleşiyor, hava daha da soğuyordu. İleride yukarıdan akan bir pınar gördüm. Oraya gidip ondan su içtim. Bunu hayatım boyunca unutmam herhalde. Gerçekten hayatmış dedirtiyor. Buzz gibiydi. Benden 20 m kadar aşağıda tırmanmaya çalışan Bora’ya baktım. Oruçlu olarak bu tepeyi tırmanıyordu. Yorgundu (Şekil 61). Bulut yoğunluğu öylesine artmıştı ki Kaçkarların zirvesini neredeyse göremeyecektim. Zaten tırmandığımız tepenin zirvesini göremiyordum. Rehber önden gidiyordu. Kendisinden çantamı biraz taşımasını rica etmiştim. Çok az kalmıştı. Artık gerçekten bitsindi... Beş dakika kadar daha tırmandıktan sonra tepeye vardık. O an ne kadar sevindiğimi anlatamam. Seldar tepesinde kar vardı. Bora rehberin fotoğrafını çekmesini rica etti (Şekil 62). Rehberle beş dakika yorgunluk molası verdik. Arkama



Şekil 61. Ben yolun son 1/3’ün deyken dönüp Bora’ya bir bakayım dedim...


Şekil 62. Tam Seldar tepesindeyken. Yerdeki beyaz şey kar. Bulutlar tüm görüntüyü kapatmış.
Şekil 63. Seldar tepesinin biraz altında bizim rehber.
dönüp Kaçkar zirveye baktığımda zirvenin hizasının birazcık altında olduğumuzu görüyordum. Bu Seldar tepesi deve bağırtan türdendi veya daha fazlası. Bundan sonra ne yapacaktık? Gölleri görmek istiyorduk. Normalde tam olarak bulunduğumuz noktadan açık havada aşağıya bakıldığında birkaç göl görülebiliyormuş ama ortalığı kaplayan buluttan dolayı bu manzarayı görmemiz mümkün olmadı. Bu tepeyi aştıktan sonra rehbere hayranlığımız daha da arttı. Beraber birkaç fotoğraf çekindik. Biraz daha yakınlaştık. Ona ne kadar zor bir iş yaptığını söyledim. Umarım samimiyetime inanmıştır. Bu işten kazandığı her kuruş helal.
       Yolun bundan sonraki kısmında acaba açık hava ile karşılaşmamız ve gölleri görmemiz mümkün olacak mıydı? Aşağıya inerken hemen bir göl gördük (Şekil 64). Çevresinde ne olduğunu anlayabilmek mümkün değildi. Küçük ve gösterişsizdi. Aşağıya doğru inerken hep bulutun içinden geçiyorduk. Çevremizde neler olduğunu bilmiyorum.
Şekil 64. Seldar tepesinin hemen altındaki göllerden ilki.
         Bacaklarım öylesine yorgundu ki aşağıya doğru inmek bile zor geliyordu. Kabul ediyorum o gün çürük elma bendim. Yine de elimden geldiğince fotoğraf çekmeye çalışıyordum. İnmekte olduğumuz yamaç oldukça taşlık bir alandı. Ayağınızı bastığınız yere dikkat etmeniz gerekiyordu, tökezlenip aşağılara yuvarlanma riski bazı bölgelerde vardı. Bora ve rehber önden hızla inerken, bende fotoğraf çekip sonra arkadan koştur koştur yetişmeye çalışıyordum. Dikçe bir alandan inerken önümüzde bir göl belirmeye başladı. Bu sanıyorum Meterez gölü diye geçen göl olabilir. Havanın kapalı olmasına çok üzülüyordum. Çünkü açık olsaydı önde göllerin fonda Kaçkarlar zirvenin olduğu fantastik kareler çekebilecektim. Kısmet değilmiş... Biraz daha aşağıya indiğimizde de Deniz gölünü gördük (Şekil 66). Hatta orada birkaç kişi de gelmişti. Kaçkarlar seyahatimizin göller kısmı tam bir hayal kırıklığına dönüşmüştü. Evet gölün kendisini görebiliyorduk ama fotografik olarak birşey ifade eder tarzda değildi. Rehber inerken bize bir göl daha var gitmek ister misiniz diye sordu. Küçük bir gölmüş. Biz de nispeten daha büyük olan deniz gölünü bile hayalet gibi gördüğümüzden başka bahara kalsın dedik.
       Dolayısıyla Kavrun’a doğru inmeye devam ettik. 1.5 saat kadar daha yürüdükten sonra çok uzaktan Kavrun görünmeye başladı (Şekil 67).  Ancak ulaşmamız o kadar kısa sürmeyecekti, çünkü dik bir tepeden kıvrılarak inecektik. Göller bölgesine ulaştıktan sonra patikalar tekrar oluşmaya başlamış ve kimi yerde dallanan bu patikalar Kavrun’a kadar uzanıyordu. Yolun dönüş kısmı benim için bir eziyet haline dönüşmüştü. Gördüğümüz özel bir şey de yoktu ama tüm yolu yürümek zorundaydık. Keşke ışınla beni scotty diyebileceğim döneme girmiş olsaydık.
Şekil 65. Meterez gölü?
Şekil 66. Yanlış anlamadıysak Deniz gölü.
Şekil 67. Kavrun’a doğru inerken.
            Hemen sol tarafımızda Kavrun’a doğru akan suların olduğu bir bölgeye ulaştığımızda bir süre daha aşağıya inmeye devam ettik ve sonra nispeten daha düz olan ve suyun akış debisinin çok azaldığı bir yerde taşlardan sekerek derenin karşısına geçtik (sol karşıya). Bundan sonra yarım saatlik yolumuz kalmıştı. Yukarıdan Kavrunu net bir şekilde gördüğümüzde artık neredeyse geldiğimizi biliyorduk (Şekil 68).
Şekil 68. İnmemiz gereken son dik yamaç.
Oldukça dik olan bu yamaçtan 15 dakikada indik. Artık Kavrun’a gelmiştik. İçimden Adrian! Adrian! diye bağırmak geliyordu. Gece hiç uyumamış ve yorgunluğun üstüne tam 9 saat boyunca tırmanarak, inerek bir koca Kaçkar turu yapmıştık. Göller bölgesi fiyasko olsa da geri kalan Kaçkar manzarası kısmı unutulmaz bir güzellikti. Yorgunluktan tükendiğim için Yalçın beyin Şahin restoranta girip bir sütlaç bir de çay ile kendime geldim. Rehberimize tekrar çok teşekkür ettik. Size daha önceki yazılarımda bahsettiğim ve hava durumunu öğrendiğimiz Sıtkı Kanber ve eşini bir görüp Kavrun’dan ayrılalım dedik (Şekil 69). Onlar da oradaki diğer yayla evleri gibi tek katlı mütevazi bir evde yazları geçiriyorlardı. Yazları dediğim haziranın 2. haftasından sonra en geç eylül ayına kadar geçen süre, çünkü öncesinde ve sonrasında özellikle gece sıcaklık -20 derecelere yaklaşıyor. Ben bu yazıyı yazarken Kaçkarlardaki hava durumuna baktım. 13 Ekim
Şekil 70. Soldan sağa Sıtkı kanber, eşi ve Bora.
2014 günü gece sıcaklık için -18 gözüküyordu. Bir de buna rüzgar ve sisin getirmiş olduğu nemi de eklerseniz acaba hissedilen sıcaklık ne olur diye düşünmek lazım. İyi eğitimli bir dağcı için sorun olmaz belki ama normal bir insanın orada ikamet etmesi beklenemez. Ben Yukarı Kavrun’a ilk girerken neden insanların bu rakıma kadar çıktıklarını düşündüm. Anlam veremedim. Aşağı Kavrun nelerine yetmiyordu? İnşaat malzemelerini oradan buraya çıkarmak da kolay değildi. Pansiyonculuk yapan da yanlış anlamadıysam sadece Yalçın beydi. Yani burada yazı geçirmek onlar için gerçekte ne ifade ediyordu? Sıtkı beye sordum. Biz buralıyız, buraları seviyoruz dedi. Sevdikten sonra söz biter.
            Sıtkı beylerden ayrıldıktan sonra tekrar Yalçın beyin Kavrun’un hemen girişindeki Şahin restorant bölümüne gittik (Şekil 71). İçerisi sürekli yerli-yabancı turistlerle dolu olan mekandan ayrılırken bize gösterdiği misafirperverlik ve yardım için kendisi ve ailesine çok teşekkür ettik (Şekil 72). Arabaya bindiğimizde bundan sonraki rotamız aşağıda kalan Pokut yaylasıydı. Yolda iki İtalyan turisti arabamıza alıp Ayder’e kadar götürdük ve oradan Pokut’a geçtik.
Şekil 71. Şahin restoranta giderken.
Şekil 72. Yalçın bey ve ailesi burayı işletiyorlar.