13 Temmuz 2014 Pazar

Sinop/Erfelek Tatlıca Şelaleleri


Ağırlıklı olarak Rize Kaçkarlar ve Artvin’in yaylalarını gezmeyi planladığımız seyahatimizi yarıda keserek geri dönmek zorunda kalıyoruz. Trabzon’dan Ordu’ya dönerken öylesine yoğun yağmur yağan bölgelerden geçiyoruz ki bazen silecekler yetişmekte zorlanıyor.
Son 3 senede böylesine yağmurları orta ve doğu Karadeniz’de çok gördüm. Yağışlar genellikle doğuya gidildikçe daha yoğunlaşıyor. Böyle olmasa Karadeniz’de, özellikle de doğusunda, bu kadar canlı ve yoğun yeşil alanlar olamaz zaten. Ordu’ya ilk gittiğim yıl 8-9 saat yağan yağmurun azalmasını, durmasını beklerken uzun süren bir sağnağa dönüşürdü. Alışkın olmadığımız için bazen böylesine sağnak geceleri yağdığında sesinden içimiz ürperirdi. Bir türlü durmazdı. Yağmur yaz kış da dinlemezdi. Zamanla alıştım. Yağmurun çok şiddetli ve uzun yağdığı bazı günlerde, dik yamaçların olduğu bölgelerde heyelan meydana gelirdi. Ne kadar doğrudur bilmem ama işte böylesine yoğun yağmurun etkisiyle Ordu Boztepe’nin sırtlarındaki bazı ağaçların zamanla yer değiştirdiklerini ve birisinin bahçesindeki ağacın başka bir kişinin arazi sınırları içine girebildiğini bana söylemişlerdi. Yani dostum, buralarda bu benim ağacım demeyeceksin herhalde. Peki benim bizzat gördüklerim? Perşembe bölgesinde iki kez heyelan sonucunda çökmüş, daha doğrusu uçup gitmiş karayolu, çok büyük olmayan bir sel ve iki heyelan. İlk heyelanın ertesi günü, heyelan sırasında birbirine sürtünerek kabukları tamamen soyulmuş koca koca ve belki de yüzlerce ağaç kütüğünün denizde yüzdüğünü ve sonradan deniz kıyısına vurduğunu gördüm. İnanılmaz vahşi bir manzaraydı.
Neyse… Devam edelim biz yolumuza. Giresun’a yaklaşırken yağmur devam ettiği için Ordu’da yağmur yağıyor mu diye düşünmüyor değiliz. Acaba tüm Karadeniz yağmura teslim olmuş durumda mı? Ertesi gün pazar olduğu için teselli ikramiyesi niyetine Ordu’nun gitmediğimiz bir yaylasına mı gitsek diye düşünüyoruz. Bora Mesudiye’den arkadaşını arıyor. Arkadaşı havanın kapalı olduğunu söylüyor. Olmaz olsun böyle şans! 2.5 saat içinde Ordu’ya varıyoruz. Zaten kafa bozuk. Hemen gece komşularımla balığa çıkıyorum. Amaç moral depolamak. Pek birşey yakalayamıyoruz ama hava açık ve yıldızlar sayılabiliyor. Yarın için bir ümit ışığı.
     Ertesi sabah Ordu’da günlük güneşlik bir hava var. Buraya güneş ne yakışıyor biliyor musun? Deniz masmavi. Canımsın diyorum. Artvin’deki birkaç kişiyi arayıp hava durumunu soruyorum, bir ümit. Pek iyi haberler gelmiyor, risk alınacak gibi değil. Sütten zaten ağzımız yanmış. Pek inanılır gibi gelmiyor ama öğlen yağmurlu görünüyor, sonradan hava açıyor gibi görünüyor. Haydi o zaman oturmak yok diyorum. Nasılsa mezarda yeteri kadar dinleniriz. Hemen Bora ve Ersan’a Sinop’a gitmeyi teklif ediyorum. Tamam diyorlar, hazırlanıp saat 10:00 gibi yola çıkıyoruz.
Samsun’a kadar açık olan hava giderek parçalı bulutlu olmaya başlıyor. Bafra’yı geçtikten sonra yol kenarında kısacık bir mola veriyoruz (Resim 1). 
Resim 1. Sinop’a giderken…
 Karşımızda gökyüzünün tamamen kapalı olduğu bir yere gittiğimiz kesin ama ben her ne hikmetse uslanmaz aşık gibi havanın öğlenden hemen sonra açacağına inanıyorum, inanmak istiyorum. Üzerinde bulunduğumuz Samsun-Sinop karayolu denizin tam kenarından geçtiği için şehirden denizi koparsa da seyahat edenler için güzel bir deniz manzarası sunuyor. Keyfimiz bir yerinde ki sormayın. Bir an önce Sinop’a varıp günü olabildiğince değerlendirmeyi planlıyoruz. Peki programımızda neler var? Şüphesiz, Sinop orta Karadeniz’in en bozuşmamış şehirlerinden veya şehiri. Medeni. Şehir içinde gezilip görülecek çok yer var. Sadece bu kadar mı? Sinop bir doğa harikası. Yemyeşil dostum ve doğa güzellikleriyle dolu. Ancak, balıkçı tezgahının önündeki kedi yavrusu gibi tüm balıkları yemeyi hayal etmememiz gerekiyor. Gidilecek yerleri bir sıraya koymak gerek. Zaten hepsini bir güne sığdırmak imkansız. Ben şelale tutkunu olduğum için öncelikle Erfelek şelalelerine gitmek istiyorum. Önceden defalarca konuşmuştuk zaten. Pek bir methini duymuştum bu şelalelerin. Ancak sebep bu kadar duygusal değil. Erfelek şelaleleri Türkiye’deki doğa harikası 20 şelale arasında yer alıyor. Erfelek şelaleleri tırnaklarınızdan sızana kadar içmek isteyeceğiniz bir süt gibi. Peki burayı özel kılan nedir? Birazdan… Zamanımız kalırsa başka yerlerini de gezeceğiz.
Uzaktan Sinop görünmeye başlıyor (Resim 2).
Resim 2. Uzaktan Sinop.
      Sinop, orta Karadeniz’in başlangıcı olmasıitibariyle benim için ayrı bir anlam ifade ediyor, çünkü Karadeniz ile ilgili yapmakta olduğum bitmek bilmeyen gezi programının Sinop’tan Hopa’ya kadar uzanması benim için önemli. Sanki gezi değil doktora tezi yapıyoruz. Tabi orta Karadeniz’in iç kısımları da var ama, benim asıl ilgilendiğim -Keje dışında tabi- sahil kesimindeki şehirlerin daha ziyade iç kesimlerindeki yaylalar, vadiler, şelaleler, göller ve varsa, milli parklar. İnsanlar tarafından yerleşilmiş olsa bile bozulmamış, tercihen katıksız doğa güzelliklerini yok olup gitmeden önce dokümante etmek de diyebiliriz.
Erfelek şelalelerine ulaşmak için sahil yolundan kara yönüne doğru hareket etmemiz gerekiyor. Şelaleler, Sinop’a 45 km uzaklıkta bulunuyor. Yol boyunca sıklıkla yağmur yağıyor. Sinop’a yaklaştıkça yağmur azalıyor. Yanlış yola sapmak istemiyoruz. Duruyoruz ve Ersan bir kişiye yolu soruyor (Resim 3). 
Resim 3. Ersan yol tarifini alırken.
Şanslıyız ki Erfelek’e ayrılan bir yol henüz geride kalmış. Birazcık geçmişiz. Arabayı geri alıp yol ayırımından Erfelek’e doğru sapıyoruz. Bu sırada aralıklı olarak yine yağmur yağıyor. İçinde    gittiğimiz bir orman yoluna benziyor (Resim 4). Yola ilk çıktığımızda ben arkadaşlardan şelalelere giden doğru yolu bulmalarını rica etmiştim. Yol aramakla zaman kaybetmek istemiyordum. Erfelek şelalerine en kestirme nasıl gidebileceğimizi araştırırken, iki tane yol olduğunu ve bunlardan ormandan geçen yolun daha uzun olduğunu söylemişlerdi. Biz o uzun yola girmiştik, ama olsundu. Zaten Ordu’dan gelmişiz. Ne kadar uzun yol olabilirdi ki.  
Resim 4. Orman’ın içinden ilerlerken.
 Bulunduğumuz yol başka bir yol ile birleşince, demek ki asıl yol buymuş diyoruz. Hala arada yağmur yağıyor ama artık nasılsa az yolumuz kaldığı için gideceğiz. Biraz ileride Erfelek Tatlıca Şelaleri ve Erfelek tabelalarını görüyoruz ve sonra da Erfelek’e giriyoruz (Resim 5). 
Resim 5. Erfelek

Erfelek, son derece gösterişsiz, küçücük ve bakımsız bir yer. Yerleşim alanı oldukça küçük ve arkasında Karadeniz’de görmeye alışkın olduğumuz hafif sisli yamaçlar var. Şelaleriyle ün yapmış bir yer nasıl bu kadar bakımsız olabiliyor diye şaşırıyoruz. Erfelek’in içinden geçtikten sonra ileride tekrar şelalere giden yolu gösteren bir tabelayla karşılaşıyoruz (Resim 6). 
Erfelek 13 km. Az kaldı diyoruz. Aslında şelalelere giden yolda
Resim 6. Erfelek şelaleleri yol ayırımı.
yeteri kadar tabela koyduklarını da düşünüyoruz, çünkü yolda pek insanla karşılaşmamıza karşın yanlış yola girmedik şu ana kadar.
Biz buraya gelmeden hemen önce yağmur durmuş. Hava açmaya başlıyor. Asfalt hala ıslak. Dışarısı toprak kokuyor. Yerlerde küçük öbekler halinde yağmur suyu birikmiş. Hava 23 derece. Şansımız dönüyor mu ne?
Biraz ilerleyince, çok bozuk ve aşırı çamurlu olan bir yola giriyoruz. Ben hayretler içinde şelale yolu bu kadar kötü olamaz, bir yerde yanlışlık olmalı diyorum. Asfalt berbat. Çamurdan seçilemiyor. Hayır bu herhalde stabilize yol. Yüzlerce çukurdan oluşan yolda aynı yöne doğru gittiğimiz belli olan farklı illere ait plakalı arabalar bir türlü rahat ilerleyemiyorlar (Resim 7). Eminim ki hepsi bizim gibi söyleniyorlardır. Sol tarafımızda birkaç tane ahşap ev görüyoruz (Resim 8) ama buralarda çok yerleşim de yok.
Resim 7. Şelalelere doğru giden yol.

Resim 8. Yol boyunca karşılaştığımız ahşap bir evden görüntü.
Resim 9. Göletten bir manzara.
Yol ileride genişlemeye başlıyor ama bir o kadar da kötüleşiyor. Önümüzde ilerlemekte olan araçların çukurlardan kaçmak için yolun farklı bölgelerinde yavaşça bir sağa bir sola gittiklerini görüyoruz. Her taraf çamur gölü olmuş. Bu kadar ünlü şelalelere bu yol olmamış diyoruz. Ayıplar olsun! Ancak, biraz ileride işin rengi değişmeye başlıyor. Çevremiz güzelleşmeye başlıyor. Yapay bir gölet (Resim 9) ve o stabilize yolda yolun genişletilmesi değil ama düzeltilmesine yönelik çalışmalar olduğunu görüyoruz. 
O çamurlu kötü yol artık geçmişte kalıyor. Artık çevremizde sınırlarını göremediğimiz büyükçe bir gölet ve kenarından kıvrılarak içerilere doğru ilerleyen ağaçlı yamaçlar bulunuyor.
Hava açmaya başlıyor. Yamaçlardaki ağaçlar o kadar sık ki göletin kenarına kadar geldiğini görüyoruz (Resim 10). 
Resim 10. Göletin kenarında bir yamaç.
Berbat yol keyfinizi kaçırmış olsa da burası güzel bir yermiş demeye başlıyorsunuz. Hızlı ilerleyebilmek mümkün değil, çünkü iki şerit yolun bir kısmına çakıl dökülmüş 1.5 şerit yol olmuş. O da zaten taze çakıl dökülmüş olduğu için kayıyor. Bu şekilde sanıyorum saatte 20-30 km hızla 20 dakika kadar gittikten sonra sağ tarafta bir şelale görüyoruz (Resim 11). Geldik mi acaba? Hayır hocam diyor Bora. Asıl şelaleler ileride. Birkaç fotoğraf burada çektikten sonra ilerliyoruz. Herhalde bu şekilde yan yana birçok şelale vardır diye düşünebilirsiniz ama öyle değil.
Resim 11. Karşılaştığımız ilk şelale.

Derken şelalelerin olduğu bir tesise geldiğimizi anlıyoruz. Bir otopark var ve içinde birçok araba ve minibus görüyoruz (Resim 12). 
Resim 12. Erfelek Tatlıca şelaleleri girişindeki otopark.
Otopark oldukça geniş ve ücretsiz. Bir de zemini bakımlı olsaymış. Önümüzden bir dere akıyor ve köprü ile karşıya geçiliyor. Otoparkın hemen yanında da yenilip içilecek küçük tesisler ve piknik alanları bulunuyor. Buraya gelen kişilerin büyük bir kısmının piknik için geldiklerini görüyoruz. Şelalelere giden yol işte bu piknik alanının arka tarafında kalıyor. Hemen karşımızda bir köprü ve yanında bir şelale görüyoruz (Resim 13 ve 14). 
Resim 13. Tesislerden görülebileni ilk şelalenin yanındaki köprüden geçerken (Fotoğraf: Bora Aşar).
Resim 14. Erfelek şelaleleri: En alttaki şelale.
Tüm şelaleler böyle gösterişliyse görsel şölen var diyorsunuz. Şelaleler Erfelek’in Tatlıca köyü’ne yakın olduğu için bu isimle anılıyor. Burada toplamda 28 şelale olduğu belirtiliyor. Hepsi yüksek değil bu şelalelerin ama hepsinin ayrı bir havası var. Şelalelere gidebilmek için belirli bir kademeye kadar yapılmış, sanıyorum iki insanın yanyana geçebileceği genişlikte, bir yol var ve bazı yerlerinde korkuluk mevcut (Resim 15). 
Resim 15. Şelaleleri birleştiren yol. Dikkat ederseniz bu bölümde korkuluk yok ve zemin çamurlu.
Düzgün ve buraya yakışmış bir yol diyebilirim. Buraya çıkmak ücrete tabi değil. Üzerinde bulunduğumuz yol bütün şelalelere ulaşmıyor. Dolayısıyla, diğer şelalelere doğa içinden, şelalelerin kenarlarından tırmanarak ulaşmak mümkün. Yağmurlu havada diğer şelalelere çıkmak kesinlikle önerilmiyor, çünkü yuvarlanıp düşme ve ciddi yaralanmalarla karşılaşabilmek mümkün. Ben her zaman risk faktörünün az olmasından yanayım. Yol üzerindeyseniz yuvarlanıp düşme tehlikesi az ama bazı yerlere inip çıkarken çok dikkatli olmanız gerek, özellikle de bizim gibi yağmurun ardından gitmişseniz. Biz oradayken zemin çamurlu ve çok kaygandı. Yanınızda mutlaka bir baton (Bizimkilere alın dedim bagajdan almadılar), iyi bir ayakkabı veya bot, yağmurluk ve gerektiğinde su ve yiyecek gibi bazı temel ihtiyaçları karşılamak için bir sırt çantası kesin öneririm. Fotoğrafçılar için ise pulverize sudan makinanızı korumak için gerekli ekipman, lensinizi silmek için bez, bir şemsiye ve belki de bunların hepsinden önemlisi birlikte bu işi yapacağınız bir iki iyi arkadaş. Tabi benim amaç fotoğraf çekmek olduğu için bazı yerlerde suya girmem gerekecekti. O bakımdan ben bot giydim. Öyle ama bir avantaj sağladı mı acaba diye sorarsanız cevabım suda evet su dışında hayır olacaktır. İlginçtir, şelalelerin çevresinde ağaçlar sıklıkla güneşin ulaşmasını engellemesine karşın yosunlu taş neredeyse yoktu. Daha da ilginç olanı, taşlar ıslak olmasına karşın hiç kaymıyordu. Şelale için açılmış yoldan şelalelere inen kısacık ve sıklıkla dar ama dik olan patikalar şüphesiz doğayı korumak için o şekilde yapılmış. Ancak, patika çamurlu olduğunda özellikle iniş çok yorucu ve bazı kademelerde hafif riskli olabiliyor. Biz inanın 2-3 metre yüksekliğindeki dik bir tane iniş patikasından bir tane şelaleye inemedik. Öylesine kaygandı ki…
Kademelerden oluşan şelalede yukarı doğru çıkarken çevrenizde yoğun bir nem hissediyorsunuz. Biraz basık bir hava var. İlerlemekte olduğunuz yürüyüş yolu şelalelerin üstünden ve solundan geçiyor. Dolayısıyla, herhangi bir şelaleye ulaşmak için mutlaka az çok inmeniz gerekiyor. Biraz ilerleyince, bir şelale daha görüyoruz. Ben hemen suya girip fotoğrafını çekmek istiyorum (Resim 16 ve 17). 
Resim 16. Tam önümdeki kişilerin çekilmesini sessizce beklerken. Sanıyorum sabrımın tükenmeye başladığı bir andı. El bele konmuş…(Fotoğraf: Bora Aşar)
Resim 17. Alttan 2. şelale. Nispeten daha küçük ama ambiyans çok güzel.
Buradaki ziyaretçiler de bir değişik dostum. Sanki şelale görünce hipnozite oluyorlar dersin. Senin şelalenin fotoğrafını çektiğini görüyor ama tam karşında durup şelaleyi izliyor. Hadi bekleyeyim dedim. 7-8 dakika geçti baktım ki olacak değil. Uyarmak durumunda kaldım. Her kademede böyle olacaksa işim zor dedim. Neyse ki bundan sonra ziyaretçiler giderek azalacaktı. Daha ziyade şelale olayını biraz da yakından tadmak isteyen gençleri görecektik. Bunlar arasında benim gibi elinde tripoduyla fotoğraf çekenler de vardı.
Devam ediyoruz. Hemen ileride bir tane daha şelaleye iniyoruz (Resim 18). Küçük bir şelale bu. Önünde bir timsah başını andıran gövdesiyle devrilmiş bir ağaç ortama bir başka hava katıyor. Tam ben fotoğrafı çekerken güneş yaprakların arasından suda hafif parıltıların olmasına yol açıyor. 
Resim 18. Bir sonraki şelale..
Şu kesin ki bu şelalelerin en azından bir kısmı pek güneş görmüyor. Yola çıkıp tekrar ilerliyoruz ve bir sonraki şelaleye iniyoruz. Aslında burada pek bir iniş olmadı diyebilirim. Sanki karşımızda gördük. Pek zarif ve edalı bir şelale bu (Resim 19). 
Resim 19. Erfelek şelalelerine devam…
Yol sağ taraftan ilerliyor. Yavaşça tırmanmaya devam ediyoruz. Eğer yanlış hatırlamıyorsam ya bundan sonraki veya bir sonraki şelaleye inemedik. O da küçük bir şelaleymiş. Her şelale birbirinden öyle farklı ki insan bir sonraki nasıl olacak diye merak ediyor. Bir sonra indiğimiz şelale ise bombastik bir şelaleydi. O benim favorimdi desem yeridir. Uzaktan gördüğümde vay vayy vaayyy dedirtti bana (Resim 20 ve 21). 
Resim 20. Erfelek şelaleleri… Benim favorim.
Resim 21. Benim favori şelale…Bir başka açıdan
O kadar küçük şelalenin üstüne bir tane büyükçe şelale görmek harikaydı. Burada kısa bir hatırlatma yapmak isterim. Erfelek şelalelerinin hiçbiri çok yüksek şelaleler değil. Yani İguazu veya Yosemite şelalesi gibi birşey görmeyi hiç beklemeyin. Buradaki şelaleleri özel kılan kademeli olarak peşpeşe 28 tane şelale olması ve bunların herbirinin kendine has bir güzellikte olması. Sanki bir slayt gösterisi gibi. Bu bile görsel şölen anlamında doyurucu. Ortalıkta yerlere pet şişe atan birkaç akl-ı evvel olmasa, çevremizin temiz olduğunu da söyleyebilirim.
Bu şelaleyi de gördükten sonra devam edeceğiz ama bir dakika… yol nerede? Bir bakıyorum ki Bora o şelalenin tepesine yandaki (sağdaki) kayalardan tırmanıp çıkmış. Kayalar sanki birer basamak gibi zaman içinde aşınmış. Biraz çekiniyorum ama başladığımız işi bitirmemiz gerek. Ben de yavaş yavaş tırmanıyorum. Buradan sonra işin rengi değişmeye
Resim 22. Orman içinde ilerlerken.
başlıyor. Yükleniyor… Bir sonraki aşama: Bir kayın ormanının içinde buluyoruz kendimizi. Sanki bir sanal oyundayız yahu. Şelalelerin sesi sol arka tarafımızda kalıyor. Karşımızdan ellerinde batonlarıyla birkaç genç geliyor. Erfelek şelalelerini turistlere cazip kılan özelliklerinden bir tanesi de kayın ormanı. Bu orman nefis bir ambiyansa sahip. İçinden bir aracın geçebileceği genişlikte bir yol var (Resim 22). Yol diyorum ama işte öyle bir yol. Trekking için süper bir parkur ve ziyaretçi bol anlaşılan. Bu yolda, büyük konuşmayayım ama, bir yerlere sapmazsanız, kaybolmazsınız. Yine de ilerlerken geride birkaç işaret bırakmak istiyorsun. Bizim Bora bir ağaca yaprak tutuşturup bizi güldürüyor, gelirken görecekmişiz. Şakacı çocuk… Çevremizdeki ağaçlar alabildiğine yukarı tırmanıyor ve gökyüzünü neredeyse örtüyor. Çevremizde ormanın yaprak seslerinden başka hiç bir şey yok. Ben yanımdaki gençlere su içmelerini tavsiye ediyorum. Zaten beni dinlemedikleri için bagajdaki batonları almamışlar kızgınım onlara. Ersan, batonu hatırlatınca eline oradan kalınca bir dal alıyor. Oldu mu hocam diyor bana. Bizim çocuklar böyle şakacı işte…
Üç kişi bile olsan ormanda yürürken acaba bir ayı çıkar mı diye düşünüyorsun. Henüz karşılaşmadım ve istemiyorum dersem kızmazsınız bana diye umuyorum. Açıkça ne yapılır, nasıl kaçılır bir muamma. Farklı yöntemler duyuyorum. Mesela, benim Ordu’daki komşularım Kastamonu Azdavay’daki baba evlerinde kalırlarken bir gün grup halinde ormana böğürtlen toplamaya çıkıyorlar. En azından 6-7 kişi varlar. Böğürtlenleri ararken dalları aralayınca bir tanesi kocaman bir ayı görüyor ve Aaaa Ayı!!! diye basıyor çığlığı. Diğerleri de bir anda korkup hep bir ağızdan Ayııı!!! diye bağırıyorlar. Ee o kadar ayı diye bağırırsan, ayı da gücenir yavrum. Fukara sırtını dönüp gitmiş. Tabi her zaman böyle şanslı olamazsınız. Eğer bir ayı “sizi görebiliyorsa”, yani ne kadar uzakta olduğunuz önemli değil, sizi görebiliyorsa, yakalayabilir. Unutmayın. Ormanlık alanlarda bir başka konu ise domuzlardır. Bence en azından ayılar kadar önemli bir konu, çünkü yanınızdan hızla geçen bir domuz sizi çok ciddi yaralayabilir. Bunlar aklınızda bulunsun. Bilmediğiniz bir yere gidiyorsanız, oraları iyi bilen bir rehber almaya çalışın. Faydasını görürsünüz.
            Ben saçların da hafiften beyazlamasının verdiği etki ile gündüzün yanımda 1000 m aydınlatan bir gece feneri bulundurmama karşın, ilerlerken daha yolun başında toplam ne kadar süre ilerleyeceğimize gün batım saatine göre karar verelim diyorum. Gerçi ortalıkta şelale sesi bile kalmadı ama karşılaşırsak çok da fazla oyalanmadan uygun bir zamanda dönmeyi planlıyoruz.  Karanlıkta ormandan inmeyi düşünmüyoruz. Bora komando eğitimi almış ama olsun. Ormanda yarım saatten biraz fazla ilerliyoruz. Şelalelerden hiç ses yok. Derken, bir düzlük alana çıkıyoruz ve orada parketmiş bir Renault TS 12 görüyorum. Karadenizde köylüler TS 12 ve Broadway’i acayip fazla kullanırlar.  Pek severler. En berbat yollarda bile bu araçlar keçi gibi gider, inanın. Tabi bu araç medeniyete yaklaştığımızın bir göstergesi ama medeniyet nerede? Hemen sol tarafımızda “şelalelere gider” diye küçük ve kısa bir tabelacık var. Bir patikayı işaret ediyor. Acaba birisi bu tabelanın yönünü değiştirmiş olabilir mi? Bu patika aşağıya doğru tatlı tatlı inerken biz şelalenin sesini duymayı ümid ediyoruz ama öyle bir ses gelmiyor. Derken o daracık patika bir anda dikleşiyor. Neredeyse 80 derece oluyordur. Sanıyorum birkaç küçük kademesiyle toplamı 3 m civarında bir patika bu ama nasıl ineceğiz? Aşağıda şelaleye benzer birşeyler görünüyor ama her yer öylesine çamurdan kayıyor ki ayağınızı nereye koyacağınızı bilemiyorsunuz. Benim botlar hele inanılmaz kayıyor ve error kodu vermeye başlıyor. Sonlarına doğru yaklaştıkça inanın bacaklarım kasmaktan titremeye başladı. Yoruldum. Tek bir hata doğrudan aşağıya yuvarlanmama yol açabilirdi. Tutunacak dal da yoktu. Tripoddan da destek alarak aşağıya indim neyseki. İndiğim yerden bir küçük adım yanlışlıkla aşağıya atsam doğrudan 8-9 m yükseklikten bir şelalenin dibindeki kayalara. Anla durumu yani. Çevresi bir kaç ağaç parçası-kereste ile desteklenmiş, herhalde 40 cm genişliğinde bir yoldan sola dönerek ilerledim.
Resim 23. Erfelek şelalelerinin tepesindeki tesis.
Karşımda derme çatma bir tesis vardı, içinde genç bir adam (Resim 23). Hoşgeldiniz dedi. Ben en son indiğim için Ersan ve Bora oradaki bir masada oturmaya başlamışlardı. Adamcağız birşeyler satıyordu. Şöyle bir baktım. Bora, hocam biz söyledik, şimdi ayranlar geliyor dedi. Peki yanında??? Tahmin edin… Fırınlanmış patates. Patateslerimizi yiyip, ayranlarımızı içtikten sonra, adam buraya bugüne kadar yukarıdan gelen ilk kişiler olduğumuzu söyledi. Yani büyük iş başarmıştık! Pek inanılacak gibi değildi söylediği, çünkü buralarda trekking yapan birçok insan var. Ben de madem burada çalışıyorsunuz, neden şu iniş yolunu kendiniz için kolaylaştırmadınız diye sordum. Herhalde hırsızlık olmasın diye öyle bırakmışlardı. Şelalenin başlangıcı burasıdır dedi ve beni hemen geride kalan başlangıcına doğru yönlendirdi (Resim 24). 
Resim 24. Erfelek şelalelerinin başlangıcı.
Alaçam Köyü: Bulutların üstünden Uludağ’ın göllerine yazımda belirttiğim gibi son derece gösterişsiz bir başlangıçtı. İnsan gerçekten ilişkilendiremiyor. Küçücük, su sızıntısı gibi bir ırmağın aşağıda birçok şelaleye döneşebileceğini tahmin edemezsiniz.
            Oturdukça yorgunluğumuz çıkıyor sanki. Hadi kalkalım artık diyoruz. İndiğimiz yeri çıkıyoruz ve ormanın içinden geçerek tekrar şelalelere ve oradan da çıkıp arabamıza gidiyoruz. Biraz yorulduk ama çok keyifliydi. Erfelek şelaleleri için söyleyebileceğim tek şey: nefis! Doğayı seven herkese tavsiye ederim. Yolda dönerken ışığın altın saatleri yaklaşmaya başlıyor ve buradan nereye gitsek diye düşünüyoruz. Sinop’a doğru giderken yolda nefis bir manzara bize eşlik diyor (Resim 25). Parçalı bulutlu bir hava eşliğinde Erfelek şelalelerinden oldukça mutlu olmuş bir şekilde ayrılıyoruz.
Resim 25. Erfelek şelalelerinden uzaklaşırken.