Yazının hemen başında belirtmek isterim ki bu konuma kadar nasıl geldiğimizi “Şavşat:Karagöl ve Balık Gölü” başlıklı yazımızda görebilirsiniz. Arsiyan yaylasına gerçekten
gitmek isteyenler için -özellikle yolu kaybetmemek açısından- faydalı olacağını
düşünüyorum. Bu yazıyı aslında Karagöl ve Balık Gölü yazısıyla birlikte
yazmıştım. Ancak, yazı uzun olduğu için okuyucu sıkılmasın diye ikiye bölmek
durumunda kaldım. Kaldığımız yerden devam edelim...
Şekil 49. Yayla evleri. |
Balık gölü çevresinde kısa bir süre geçirdikten sonra kapıdaki görevli
olduğunu düşündüğümüz kişiye Arsiyan yaylasına varabilmek için yolun geri kalan
kısmını sorduk. Balık gölünden itibaren üç tane peş peşe yayladan geçtikten
sonra Arsiyan yaylasına varacağımızı söyledi. Arada başka yol ayırımı da olmadığından,
kaybolma ihtimalimizin olmadığını söyledi. Yola koyulduk. Bu yaylalar
birbirlerinden 10-15 dakika uzaklıkta bulunuyordu. Önce birinci yayladan geçtik
(Şekil 49).
Şekil 50. Yolda karşılaştığımız ikinci yayla evleri. |
Bizim bu ilerlemelerimiz sırasında Arsiyan dağını
yavaşça geçiyoruz ama hala sağ tarafımızda görünüyor (Şekil 51). Bu dağ birçok
dağcının gelip tırmandığı bir dağ olarak geçiyor. Yazın ortası olmasına karşın
Kaçkarlar veya Altıparmak dağları gibi üstünde kar hala mevcuttu (diğer
tarafında).
Şekil 51. Arsiyan dağı. |
Yol boyunca ilerlerken çam ağaçlarının olduğu bölgelerden geçiyorduk.
Şu anda 2000 m civarında olmamız gerekiyordu. Yükselirken hala nasıl ağaç
olabiliyordu bilmiyorum ama çam ağaçları hala vardı. Derken ileride üçüncü
yaylayı gördük. Bu son yaylaydı ve belki de geçtiklerimiz arasında en bakımsız
olanıydı desem yeridir. Geçtiğimiz yaylalardan birincisinde yolda oynayan
çocuklar görmüştük, ama bundan sonra çocukla karşılaşmadık. Bu olmadığı
anlamına gelmez tabi, çünkü burada yaşamakta olan insanlar yaz aylarında
Artvin’in içlerinden buralara tüm aile olarak hayvanlarıyla birlikte göç
ediyorlar. Son geçtiğimiz yaylada birçok evde ahır vardı ve yol kenarında
büyükbaş hayvanların otlamakta olduğunu görüyorduk (Şekil 52). Bu arada hava
kapamaya ve soğumaya başlamıştı. Dışarıda hırkasız hatta neredeyse montsuz
dolaşılmaz bir hal almıştı. Ben bir ara acaba hava bozacak ve biz
Şekil 52. Son karşılaştığımız yaylada büyükbaş hayvanlar. |
buraya kadar gelip
Arsiyan yaylasına gidemeyebilirmiyiz diye endişelendim. 2000 m üzerinde hava
koşullarının daha hızlı değişmesinden doğal birşey düşünemem ama artık biz vazgeçip
geri dönülebilecek psikolojik mesafeyi çoktan geride bırakmıştık.
Artık yayla evleri gibi bir kavramla
karşılaşma düşüncesi de geride kalmıştı. Herhalde bundan sonra medeniyet
alameti yoktur derken uzakta kırmızı montunun kapşonunu başına geçirmiş ve
soğuktan üşüdüğü her halinden belli olan bir genç bayanın at sürüsünü
otlatmakta olduğunu gördük. Bayan, bizim geldiğimiz farkedince hemen uzaklaştı.
Tabi buralarda kiminle karşılaşabileceğini, can güvenliğinin ne kadar
olabileceğini bilemezdi. Hatta dur, biz de bilemezdik... Neredeyse sınıra
gelmiştik. Bu arada atları çok severim. Ama ahırda değil, doğada özgür
halleriyle... Bende hep tam olarak tanımlayamadığım güzel bir duygu
uyandırmışlardır. Söz konusu doğadaki at olunca durduk. Hava soğuk olduğu için
öncelikle üstüme bir polar hırka aldım. Sonra da birkaç kare çektim (Şekil 53).
Bu bölge o gün
Şekil 53. Karşılaştığımız atlardan bir kısmı. |
gördüğümüz belki en
geniş manzaraya sahip yerdi. Öyle ki yaylaya geldik zannettim. Göller neredeydi
acaba? Biraz ilerleyince karşımızda uzakta evler görmeye başladık. Arsiyan
yaylası buralarda bir yerde olmalıydı artık. Herhalde bu karşıki evler o
yaylanın evleriydi (Şekil 54).
Şekil 54. Arsiyan yaylası evleri. |
Yol bizi doğrudan bir yamaçtan o
evlere doğru yönlendiriyordu. Tam düzlüğe eriştik, elinde tüfekle asker
önümüzde çıkıp bizi durdurdu. Şekil 54’de dikkatli bakmamışız ama meğerse
Gürcistan sınırına gelmeden önceki son karakola gelmişiz. Arabadan indik. Biraz
şaşırmıştık. Karşımızda duranlar gencecik Mehmetçikti. Kavurucu güneşin
etkisiyle tenleri kopkoyu olmuş, üzerlerindeki üniformalarının rengi açılmış,
neredeyse sarı-yeşil olmuştu. O zaman sanki bir anda zamanda yolculuk yaptım ve
Çanakkale savaşında şehit olan gençlerden birini görmüş gibi oldum. Bir anda
içim kaynadı bu gençlere. Boynumda fotoğraf makinesi vardı ve onlarla bir
hatıra fotoğrafı çekebilirdik ama fotoğraf çekmek güvenlik gerekçeleriyle
yasaktı. Ne için oraya geldiğimizi sordular. Anlattık. Komutanlarına haber verdiler.
Komutan geldi. Sohbet etmeye başladık. Oradaki yaşamı soralım dedik. Mesela
kışın oraları nasıl oluyordu? Kış aylarında buralarda kimseler kalamaz çünkü
5-10 m kar oluyor dedi. Yağan karın etkisiyle karakol tamamen karın içinde kalıyormuş.
Yaylaya nasıl gidebileceğimizi soruyoruz. 4X4 var mı? diye soruyor. Bizde 4X2
var diyoruz. Bu araçla oraya gidemezsiniz. Belirli bir yere kadar gider ve
orada kalır dedi. Elimizde çekici olmadığı için sizi çekemeyiz. Bir problem
olursa da bugün sizi gelip almamız zor, çünkü 4x4 aracımız uzakta dedi. Tamam,
önemli değil biz yürürüz dedik. Derken, yanınızda tüfek var mı? diye sordu. Bora’yla
şöyle acı bir şekilde bakıştık. Bir dakika arkadaş dedim içimden... neler
oluyor? Üzerimdeki hırka bir anda fazla gelmeye başladı. Yok? dedik. Neden
gerekli ki? Buralarda çok kurt olur ve hayvanlara saldırır. Bazen sürü halinde
dolaşırlar. Kendinizi nasıl koruyacaksınız? diye sordu Diyemedim ki biz ıslık
çalabiliriz mesela?... Eyyy kurt! diye
dayılansam? Bir de elimizde tripod var? O ya da diğeri olmaz mı??? Biz buraya
kadar gelmişken geri dönmek istemediğimizi, çok fazla kalmayacağımızı söyledik.
Bizi vazgeçirmek istiyordu belli ama biz de dönülmez akşamın ufkundaydık dostum,
vakit çook geçti. Ne kadar sürede göller bölgesine yürüyerek varabileceğimizi
sorduk. Komutan baktı ki karşısında vazgeçiremediği iki mecnun var, hızlı bir
yürümeyle 1 saat dedi. Yayla evlerinin hep sol tarafınızda kaldığından emin
olun, kaybolmazsınız dedi. Göller bölgesinden bile görünürler dedi. Bizim
telefon numaralarımızı aldı. Ben de karakolun iletişim numarasını rica ettim.
Bir sorunla karşılaşırsak ne yapabilirsiniz demekten kendimi alamadım. Telefon
açın atlı asker gönderirim dedi. Teşekkür ettik, ayrıldık. İçimizde bu kadar
düşman yatarken sınırda oldukça zor koşullarda görevlerini yapan bu vatan
evlatlarına şükranlarımı sunmadan edemiyorum.
Arabaya binip karakolun hemen
karşısından dağa doğru giden ve büyük taşlarla döşenmiş kaba yoldan gidecektik.
Başlamamızla bitmesi bir oldu. En fazla 100 m gidebildik. Yol tek kelimeyle
berbattı. Birkaç kez denedik, baskı-balata kokusu dağ havasıyla karışınca,
buraya kadarmış dedik. Bu kadar yayla gezmişken karakolda duyduklarımızdan
sonra istemeden de olsa gerilmiştik. Arabadan inmek istemiyorduk aslında. Ancak
bir daha değil on defa denesek de gidemezdik, çünkü bazı yerlerde ıslak, hatta
çamurlu zemin vardı. Saplansak, orada öylece kalırdık. O zaman haydi abbas vakit
tamam dedik. Sırt çantamın içine her ihtimale karşın yiyecek ve içecek koydum,
elde tripod, boyunda kamera tabana kuvvet yürümeye başladık. Neyse ki iyi kötü bir
yol kavramı göllere kadar hep vardı. O 100-150 m kadar kaba taşlık bölgeyi yürüdükten
sonra yol bir anda stabilize yol havasını aldı. Keşke geçebilseydik dedik ama
geçsek bile önümüzde karşılaşacağımız bazı bölgeleri geçemeyebilirdik.
Sizi daha fazla germek istemiyorum,
çünkü aslında gerilecek birşey yok. Gerçek bu. Asker görevinin gereğini yaptı.
Alnından öpüyorum ama bu yayla gündüz vakti korkulacak değil, keyif çatılacak
bir yaylaydı... O bakımdan -Perşembe yaylası yazımdaki gibi yazıyorum-
arkana yaslan ve göreceklerinin keyfini çıkar. Şimdi yapman gereken önemli/acil
bir işin varsa hemen kısa bir ara ver yap gel, ben seni burada bekliyor
olacağım.Ben Karadeniz’de birçok yayla gezdim, böylesine harika bir yayla ile
karşılaşmadım. Bu emin olun çok objektif bir gözlemdir.
Biraz yürüdükten sonra medeniyetten uzaklaşıyoruz. Artık kimseyi görmeyiz
herhalde diye düşünüyoruz. Öyle ya neredeyse sınıra geldik yahu. Yanımızda bir
rehber yok ama bir yol kavramı var ve yol sağ tarafından dağ kalacak şekilde
seni içerilere doğru bazı yerlerde kıvrılarak yönlendiriyor. Katıksız doğa ile
başbaşayız. Giderek keyfimiz artmaya başlıyor. Hava aslında serin ve kapalı ama
biz hızlı yürüdüğümüz için giderek ısınmaya başlıyoruz. Arada bir sol
tarafımıza bakıp yayla evlerinin orada olduğundan emin olmak istiyoruz, çünkü
bazen bir tepeyi aşarken 5-10 dakika görmediğimiz olabiliyor (Şekil 55).
Şekil 55. Solda giderek uzaklaştığımız Arsiyan yaylası evleri. |
Bu evlerin arkasında kalan dağın hemen arkası Gürcistan. Dolayısıyla biz
Türk sınır bölgesinde çaprazlamasına Gürcistan ve Posof (Ardahan) yönünde
ilerliyoruz. Yürümeye devam ediyoruz, bazen Perşembe yaylasındaki gibi düz
alanlar, bazen iniş çıkışlar oluyor (Şekil 56). Hava bu arada yavaş yavaş
açmaya başlıyor. Hala biraz serinlik var ama biz zaten hızlı yürüdüğümüz için
çok hissetmiyoruz.
Şekil 56. Bora’yla “yol’un” oldukça düzgün bir bölümünde yürürken. Hava kapalı ama yağmur yok. |
Yolda genellikle çok kısa çimler ve bazen de öbekler halinde başka yerlerde
de gördüğüm çiçekler var. 20 dakikadan biraz az yürüdükten sonra karşıdan
gördüğümüz dağı geçtik. Bazı yerlerde dağlardan kaynaklanıp yola kadar uzanan
dar ırmaklar, kimi yerde de zeminde su kaynaklarının olduğunu görüyoruz (Şekil
57). Bu yaylanın altı muhtemelen su kaynıyordu... Emin olun bu su kaynakları
ceplerini paralarla şişirmek isteyen birileri tarafından çoktan biliniyordur ve
bu kişiler harekete geçmek için uygun koşulları bekliyorlardır.
Şekil 57. Yayladaki doğal su kaynaklarından bir örnek. |
Şekil 58. Arsiyan yaylasında ilk karşılaştığımız göl. |
Yaylada ilk gölümüzü gördükten sonra
internette okuduğum bir yazıyı hatırlıyorum. Daha önceden bu yaylaya gelen bir
kişi tarafından yazılmıştı ve göller bölgesine birkaç saatlik yürüyüşle
gelmişti. Sanıyorum çok yavaş bir yürümeyle gidiyordu veya bu gördüğümüz ilk
göl göller bölgesinden ayrı bir yerde bulunuyordu. Acaba kayboluyor muyduk?
Hayır... Çünkü geriye doğru baktığımda biz yavaş yavaş yükselirken yayla
evlerinin sol tarafımızda nispeten daha aşağıda kaldığını görüyordum. Evet ve hatta
bu bakış açısından bir de göl görünmeye başlamıştı (Şekil 59). Bir ara fotoğraf
çekmek için oraya mı gitsek diye düşündük ama yoldan ayrılmak istemediğimizden,
gitmedik. Kaybolmak istemiyorduk. Yaylada ilerledikçe, yavaş yavaş Arsiyan
dağına yaklaştığımızdan zaten yükseliyorduk ve bu daha geniş bir alanı görme
imkanı sağlıyordu. Bu yükseklikte tam olarak sınırlarını göremediğimiz gölleri
biraz daha yüksekten görebilecektik. Ben sürekli olarak Bora’ya bu göllerin iki
tanesinin peş peşe göründüğü bir bakış açısı olduğunu ve henüz bu
Şekil 59. Sol tarafımızda geride kalan yayla evleri ve bulunduğumuz bölgeden görmeye başladığımız bir göl. |
Şekil 60. Çevremizde giderek artan çiçek popülasyonu. |
noktaya
gelmediğimizi söyledim. Dahası yerdeki bitki örtüsü giderek değişmeye başladı.
Başlangıçta daha çorak veya sadece çok kısa çimle örtülü arazide giderek artan
çiçek popülasyonu dikkat çekmeye başlamıştı. Mavi, mor, sarı, ne renkten
ararsan çiçek görünüyordu (Şekil 60). Bu arada sol tarafımızdaki bir tepenin en
üstünde zayıf bir adamın oturmakta olduğunu gördük. Yüzü seçilemiyordu, çünkü uzaktaydı
ve şapkası vardı. Tek başına burada ne işi vardı? Bir firari miydi? Bora’ya ne
yapalım diye sordum. Tüfek de yok malum. Biz devam edelim dedi. Devam ettik.
Yanından geçerken selam verdik.
Şekil 61. Boğa gölü. |
Yayla evlerine doğru bakıldığında hava kapalıydı ama bizim yürümekte
olduğumuz tarafta hava açmaya başladı. Şanslıydık. Biraz ileride dağın hemen
eteğinde büyükçe bir göl gördük (Şekil 61). Şekil 61’de görülen panoramik bir
bakıştır. Bu görüntü birkaç karenin birleştirilmesiyle elde edildi. Bu göl
buranın en büyük gölü olan Boğa gölüydü. Çok derin görünmüyordu ama bu sadece bir
yanılmaydı.
Geçen sene devletten birileri gelip burada derinlik ölçümü
yapmışlar ve derinliğinin 80 metre olduğunu tesbit etmişler. İnanın kesinlikle
öyle görünmüyor. Bu bilgileri nereden mi öğrendik? Birazdan... Arkada karlı
eteği görülen ise Arsiyan dağı ve gölün yakınında tuz ocakları varmış. Gölün su
kaynağı tabandan kaynaklanıyor. Bu göl, örneğin Uludağ’daki Karagöl’ün aksine
sadece yukarıdan gelen kar suyuyla beslenen bir göl değil. Bu tabandan sürekli
su ile beslenmenin sonucu olarak gölün hemen önünden suyun fazlası kendine bir
yol yaparak aşağıda iki kademeli olarak göllerin oluşmasına yol açmış.
Bulunduğumuz noktadan sadece bir tanesi görünüyor (Şekil 62).
Şekil 62. Sağ taraftan Boğa gölünün bittiğin yerden başlayan akarsu herhalde 100-150 metre 2-3 metre genişliğinde akarak sol tarafta kısmen görülen aşağıdaki bir başka gölü besliyor. |
Artık geldiğimiz yerde çevremizde binlerce çiçek zeminden fışkırırcasına
çıkmış durumda. Bir yanımda göl bir yanımda dağ manzarası. Hava da açtığı için
bir anda ısındık. Burada birkaç dakika kadar kalıyoruz. Sonra ekipmanı toplayıp
akarsunun karşı tarafına geçiyoruz ve Boğa gölünü arkamızda bırakıyoruz (Şekil
63).
Şekil 64. Bulunduğumuz bölgedeki zemine bir örnek. |
Hemen önümüzde bir tepe görünüyor. Buralardan sonra yol kavramı yok olmaya
başlıyor. Ama önemli değil, çünkü artık göller bölgesinde olduğumuzu biliyoruz.
Tek problem en uygun açıları bulup, fotoğraf çekmek. Bu arada bastığımız
zemindeki çiçek popülasyonu kelimenin tam anlamıyla “infilak” etmiş durumda.
Ben bugüne kadar bu kadar çok ve farklı çiçeği bir arada hiç görmemiştim (Şekil
64). Bana sorsalar ki
piknik yapacaksın nerede olmak istersin? Cevabım burasıdır. Bu çiçek bahçesinde
tek yapmak isteyeceğiniz, kendinizi güzel bir göl manzarasını
yakalayabileceğiniz
konumda çiçeklerin
ortasında uzanmak. Hemen solumuzda önümüzde beliren tepenin arkasından kendini
gösteren bir başka göl görünmeye başlıyor (Şekil 65).
Şekil 65. Sol tarafımızda beliren bir göl. |
Şekil 65’e göre sağ
tarafta kalan tepeden tırmanıyoruz. Orada oturmakta olan bir çoban var! Hemen
selam veriyoruz. Bora onunla konuşurken (Şekil 66),
Şekil 66. Bora çobanla konuşurken. |
ben de hemen çevremizden
bir kaç kare çekiyorum. Manzara tek kelimeyle nefis. İşte bu manzara benim
internette gördüğüm açıya çok yakındı (Şekil 67-69).
Şekil 67. Bulunduğum tepeden aşağıya doğru bakıldığındaki manzara |
Ben de yanlarına oturdum.
Bulunduğumuz yerden yukarı baktığımızda daha sarp tepeler ve bu tepelerin
yamaçları ve hemen önümüzdeki gölün kenarında otlayan inekler vardı. Çobanla
sohbete ben de katıldım. Zaten Boğa gölüyle ilgili bilgileri de ondan yani 1. elden
almıştık. Kendisi aşağıdaki yayla evlerinde yaşarmış, her gün ineklerini
buralara otlatmaya çıkarmış. Hemen çantasından bir şeftali çıkarıp ikram etmek
istiyor bize, bölüp yiyelim diyor. Bende de bisküvi vardı diyorum ama
istemiyor. Bu arada göldeki çimli alana işaret ederek, bu bir yüzen ada diyor.
Türkiye’de birkaç tane var, biri de burada. Nasıl yani? Diyoruz. Bazen diyor
benim ineklerden biri onun üzerine çıkar, rüzgar eserse o ada hareket edip
karşı kıyıya kadar onu
Şekil 68. Hemen önümüzdeki göl ve içindeki yüzen ada (çimli bölge). |
Şekil 69. Çevremizdeki çiçeklerden örnekler. |
götürür diyor. 2800
m’de kafayı bulmak böyle birşey olsa gerek. İnanmak istemiyorsun ama sonradan
bu yazıyı yazmak için bazı incelemeler yaparken söylediklerinin doğru olduğunu
hatta
Arsiyan yaylasında
bir değil iki gölde yüzen ada olduğunu belirten bir yazı okudum. Burası bir
“wonderland” yani dostum.
Bulunduğumuz konum manzara olarak öylesine tatmin edici ki yerimizden
kımıldamak istemiyoruz ama yukarıda başka göllerin olup olmadığını buraya
kadar gelmişken görmek istiyorum. Birlikte kalkıyoruz. Bora oralarda dinlenirken,
çoban önden ben de hemen arkasından tırmanıyoruz (Şekil 70). O buralı olduğu
için hiç nefes nefese kalmıyor. Rakım 2800 m civarında diyor. Ben de acaba
neden böyle oksijen az geliyor diye düşünüyorum. Motor sanki çekmiyor gibi. Çobanın
dalağı o rakıma uyabilmek için kimbilir ne kadar alyuvar sentezlemiştir.
Oksijeni süper kullanan bir çoban! Şekil 70’de arkada görülen ve üzerinde çok
az kar kalmış dağa işaret ederek, orası Arsiyanın zirvesi... ben tırmandım
diyor. Ne kadar süreni aldı? diye sordum. Birkaç saatte çıktım dedi.
Şekil 70. Çobanla tırmanırken. |
Biz böyle çıkarken bir kısmı çok yukarılarda bir kısmı ise aşağıda gölün
kenarında otlayan inekler keyiflerine devam ediyorlar (Şekil 71).
Şekil 71. Milka reklamını aratmayacak bir manzara. |
10 dakika kadar tırmanıyoruz. Ben tıkanıp kalıyorum. Öyle ki mecal
kalmamış. Daha var mı diye soruyorum? Geldik hemen şuranın arkası diyor ve beş
dakika kadar daha tırmanıyoruz. Oradaki bir başka gölü göstermek istemiş meğerse...
(Şekil 72). Bu göl diğerlerinin yanında su birikintisi gibi küçüktü. Bu kadar
yol çıkmaya değecek birşey de değildi sanki. Yanılmışım. Bu göl, evet, çok
derin değilmiş. Çobanın beline kadar geliyormuş ama yazın çok sıcak olduğunda
onun buz gibi suyuna atlıyor ve sonra orada BALIK tutuyormuş! Hem de doğal
alabalık.
Şekil 72. Çobanın en son çıkardığı göl. |
Oturuyoruz. Bir sigara sarıyor, bana
da ikram ediyor. Yakıyoruz. Karşıya, altımızda kalan yaylaya bakıyoruz ve ben sonunda
internette gördüğüm o manzarayı görüyorum. Fotoğraf bu manzaranın ambiyansını anlatmakta
yetersiz kalıyor. Süper dingin bir atmosfer. Hiç şüphe yok ki o ana kadar
Karadeniz’de gördüğüm gezdiğim yaylalar arasında dağıyla, gölleriyle, akarsularıyla,
muhtemelen bir kısmı endemik olan çiçeğiyle ve eşsiz manzaralarıyla Arsiyan
yaylası Perşembe yaylasını geçerek yaylaların şahı ünvanını haklı bir şekilde eline
alıyor. Bu yayla hiçbir şekilde şu ana kadar bozuşmamış bir mega doğa kompleksi
ve korunması gerektiği her halinden belli (Şekil 73).
Şekil 73. Çobanın sarma sigarasını tüttürürken karşımdaki manzara. Çok ileride sağda yayla evlerini görebilirsiniz. Sağ taraftaki tepelerin arka tarafı Gürcistan. |
Sigaraları içtikten sonra aşağıya inmeye başlıyoruz. Buyurun gelin evde
size koyun keseyim, biz de kalın diyor. Ben de çok teşekkür ederek, Bora’nın
niyetli olduğunu ve birazdan dönmemiz gerektiğini kendisine söylüyorum. Bu sırada
vakit öğlenden sonra olmuş tabi. Biz fotoğrafta gördüğünüz yayla evlerinin
hizasına kadar yürüyüp, sonra da arabayla Artvin’e gideceğiz. Kalkıyoruz. Burada
iki tane daha göl var ama bunun gibi küçükler diyor ve onlara gitmiyoruz. Şurada
bir dur da fotoğrafını çekeyim diyorum (Şekil 74).
Şekil 74. Çobanla aşağıya inmeye başladığımız sırada çektiğim panoramik yayla fotoğrafı. |
Devam ediyoruz. İnerken, Bora’yı
bizi merak ettiğinden biraz yukarı tırmanmış olarak yolda görüyoruz. Çoban ilk
karşılaştığımız tepenin göl tarafına hareket ederken bana birşeyler anlatmaya
devam ediyor o tam o sırada yerde sere serpe yatmış ineklere dönüp, benimle konuştuğu
ses tonuyla “hadi kızım eve gidiyoruz” diyor. Önce hemen seslendiği inek
ayaklanıyor ve süratle oradaki ve yukarıdaki tepelerde bulunan 300-350 inek,
evet yanlış okumadınız 300-350, inek hiç birbirleriyle “mooolaşmadan” ayaklanıp,
aşağıya doğru hareket etmeye başlıyor. Ben donup kalıyorum tabi ki. Bir olaya
şahit oluyorum. Bir dakika yahu... sen sultan Süleyman’ın lisanını mı çözdün
dağ başında? Nasıl yaptın bunu? diye soruyorum. Bu arada inekler onun benimle
değil de kendileriyle konuştuğunu o kısacık arada nasıl anladı kısmı ise tam
bir muamma. Biz onlarla senli benli olmuşuz artık, onlar beni anlarlar ben
olmasam da aksam buradan eve giderler deyip kıvırttırıyor işi. Onlar bizim için
çok değerli diyor.
Şekil 75. Aşağıda ilk gördüğümüz ve çoban olduğunu anlayamadığımız kişi. Bunlar bu manzaranın karşısında baka baka ermişlerdir. |
Asla kesmezlermiş hayvanlarını. Her gün düzenli olarak
sütleri sağılırmış ve anlaşmalı oldukları kişiler sütleri gelip alırlarmış. Bize orada aynı anda üç çoban tarafından 1000-1200 civarında ineğin otlatılmakta
olduğunu söyledi. Yolda gördüğümüz kişi ise bir çobanmış, dönerken Boğa gölünde
karşılaşıp konuştuk (Şekil 75). Bir daha gelemeyebiliriz diye Bora’ya şurada biraz duralım da ben Boğa gölünde
bir time lapse çekeyim diyorum. 15 dakika kadar kalıyoruz (Şekil 76).
Şekil 76. Boğa gölü.
|
Sonra
ekipmanı toplayıp yola koyuluyoruz. İlk gördüğümüz göle vardığımızda Bora’a
dönüp diyorum ki yahu biz bugüne kadar neden birlikte hiç fotoğraf çekmedik.
Altı üstü tripodu kurmamız gerekiyor. Hemen ekipmanı kurup bir fotoğraf çektim.
Ancak ilk karede zamanlama süresi 2 sn kalmış (Şekil 77).
Şekil 77. Fotoğraf çekme süresi 2 sn olduğundan Bora’nın yanına yetişememiş ben... |
Dönüşte yukarıdan
aşağıya doğru yürüdüğümüz için nispeten daha az yorularak ve hızlı bir şekilde
arabaya ulaştık. Gerçekten yayla lezzetini bilenler için harikalar diyarı bir
yaylayı gezmiştik. Bütün yorgunluğumuz üstümüzden bir anda yok oldu. Dönerken,
defalarca birbirimize Arsiyan yaylasının ne kadar güzel olduğunu söyleyip
durduk. Öyle ya kişi sevdiğini dilinden düşürmezmiş...