25 Ekim 2014 Cumartesi

Artvin/Şavşat: Yaylaların şahı Arsiyan Yaylası


Yazının hemen başında belirtmek isterim ki bu konuma kadar nasıl geldiğimizi “Şavşat:Karagöl ve Balık Gölü” başlıklı yazımızda görebilirsiniz. Arsiyan yaylasına gerçekten gitmek isteyenler için -özellikle yolu kaybetmemek açısından- faydalı olacağını düşünüyorum. Bu yazıyı aslında Karagöl ve Balık Gölü yazısıyla birlikte yazmıştım. Ancak, yazı uzun olduğu için okuyucu sıkılmasın diye ikiye bölmek durumunda kaldım. Kaldığımız yerden devam edelim...
Şekil 49. Yayla evleri.
Balık gölü çevresinde kısa bir süre geçirdikten sonra kapıdaki görevli olduğunu düşündüğümüz kişiye Arsiyan yaylasına varabilmek için yolun geri kalan kısmını sorduk. Balık gölünden itibaren üç tane peş peşe yayladan geçtikten sonra Arsiyan yaylasına varacağımızı söyledi. Arada başka yol ayırımı da olmadığından, kaybolma ihtimalimizin olmadığını söyledi. Yola koyulduk. Bu yaylalar birbirlerinden 10-15 dakika uzaklıkta bulunuyordu. Önce birinci yayladan geçtik (Şekil 49). 
        Balık gölündeki görevli bu yaylaların herbirinin ismini bize söyledi ama maalesef unuttuğum için yazamıyorum. Gördüğümüz yayla evleri çok bakımlı değillerdi. Bunun muhtemel sebebi ekonomik olarak zayıf olan halkın sadece yaz aylarında kaldıkları bu evlere ayırabilecekleri bütçenin de o oranda sınırlı olmasıydı. Kafkasörle kıyaslandığında buraları gerçekten coğrafik olarak yayla sınıfına giriyordu. Ev sayısı çok fazla değildi ama bir yerleşim olduğu da inkar edilemezdi. Bir köy kadar vardı. Biraz ilerledikten sonra ikinci yayla ile karşılaşıyoruz (Şekil 50). 
Şekil 50. Yolda karşılaştığımız ikinci yayla evleri.
 Bizim bu ilerlemelerimiz sırasında Arsiyan dağını yavaşça geçiyoruz ama hala sağ tarafımızda görünüyor (Şekil 51). Bu dağ birçok dağcının gelip tırmandığı bir dağ olarak geçiyor. Yazın ortası olmasına karşın Kaçkarlar veya Altıparmak dağları gibi üstünde kar hala mevcuttu (diğer tarafında). 
Şekil 51. Arsiyan dağı.
 Yol boyunca ilerlerken çam ağaçlarının olduğu bölgelerden geçiyorduk. Şu anda 2000 m civarında olmamız gerekiyordu. Yükselirken hala nasıl ağaç olabiliyordu bilmiyorum ama çam ağaçları hala vardı. Derken ileride üçüncü yaylayı gördük. Bu son yaylaydı ve belki de geçtiklerimiz arasında en bakımsız olanıydı desem yeridir. Geçtiğimiz yaylalardan birincisinde yolda oynayan çocuklar görmüştük, ama bundan sonra çocukla karşılaşmadık. Bu olmadığı anlamına gelmez tabi, çünkü burada yaşamakta olan insanlar yaz aylarında Artvin’in içlerinden buralara tüm aile olarak hayvanlarıyla birlikte göç ediyorlar. Son geçtiğimiz yaylada birçok evde ahır vardı ve yol kenarında büyükbaş hayvanların otlamakta olduğunu görüyorduk (Şekil 52). Bu arada hava kapamaya ve soğumaya başlamıştı. Dışarıda hırkasız hatta neredeyse montsuz dolaşılmaz bir hal almıştı. Ben bir ara acaba hava bozacak ve biz
Şekil 52. Son karşılaştığımız yaylada büyükbaş hayvanlar.
buraya kadar gelip Arsiyan yaylasına gidemeyebilirmiyiz diye endişelendim. 2000 m üzerinde hava koşullarının daha hızlı değişmesinden doğal birşey düşünemem ama artık biz vazgeçip geri dönülebilecek psikolojik mesafeyi çoktan geride bırakmıştık.
            Artık yayla evleri gibi bir kavramla karşılaşma düşüncesi de geride kalmıştı. Herhalde bundan sonra medeniyet alameti yoktur derken uzakta kırmızı montunun kapşonunu başına geçirmiş ve soğuktan üşüdüğü her halinden belli olan bir genç bayanın at sürüsünü otlatmakta olduğunu gördük. Bayan, bizim geldiğimiz farkedince hemen uzaklaştı. Tabi buralarda kiminle karşılaşabileceğini, can güvenliğinin ne kadar olabileceğini bilemezdi. Hatta dur, biz de bilemezdik... Neredeyse sınıra gelmiştik. Bu arada atları çok severim. Ama ahırda değil, doğada özgür halleriyle... Bende hep tam olarak tanımlayamadığım güzel bir duygu uyandırmışlardır. Söz konusu doğadaki at olunca durduk. Hava soğuk olduğu için öncelikle üstüme bir polar hırka aldım. Sonra da birkaç kare çektim (Şekil 53). Bu bölge o gün
Şekil 53. Karşılaştığımız atlardan bir kısmı.

gördüğümüz belki en geniş manzaraya sahip yerdi. Öyle ki yaylaya geldik zannettim. Göller neredeydi acaba? Biraz ilerleyince karşımızda uzakta evler görmeye başladık. Arsiyan yaylası buralarda bir yerde olmalıydı artık. Herhalde bu karşıki evler o yaylanın evleriydi (Şekil 54).

Şekil 54. Arsiyan yaylası evleri.
             Yol bizi doğrudan bir yamaçtan o evlere doğru yönlendiriyordu. Tam düzlüğe eriştik, elinde tüfekle asker önümüzde çıkıp bizi durdurdu. Şekil 54’de dikkatli bakmamışız ama meğerse Gürcistan sınırına gelmeden önceki son karakola gelmişiz. Arabadan indik. Biraz şaşırmıştık. Karşımızda duranlar gencecik Mehmetçikti. Kavurucu güneşin etkisiyle tenleri kopkoyu olmuş, üzerlerindeki üniformalarının rengi açılmış, neredeyse sarı-yeşil olmuştu. O zaman sanki bir anda zamanda yolculuk yaptım ve Çanakkale savaşında şehit olan gençlerden birini görmüş gibi oldum. Bir anda içim kaynadı bu gençlere. Boynumda fotoğraf makinesi vardı ve onlarla bir hatıra fotoğrafı çekebilirdik ama fotoğraf çekmek güvenlik gerekçeleriyle yasaktı. Ne için oraya geldiğimizi sordular. Anlattık. Komutanlarına haber verdiler. Komutan geldi. Sohbet etmeye başladık. Oradaki yaşamı soralım dedik. Mesela kışın oraları nasıl oluyordu? Kış aylarında buralarda kimseler kalamaz çünkü 5-10 m kar oluyor dedi. Yağan karın etkisiyle karakol tamamen karın içinde kalıyormuş. Yaylaya nasıl gidebileceğimizi soruyoruz. 4X4 var mı? diye soruyor. Bizde 4X2 var diyoruz. Bu araçla oraya gidemezsiniz. Belirli bir yere kadar gider ve orada kalır dedi. Elimizde çekici olmadığı için sizi çekemeyiz. Bir problem olursa da bugün sizi gelip almamız zor, çünkü 4x4 aracımız uzakta dedi. Tamam, önemli değil biz yürürüz dedik. Derken, yanınızda tüfek var mı? diye sordu. Bora’yla şöyle acı bir şekilde bakıştık. Bir dakika arkadaş dedim içimden... neler oluyor? Üzerimdeki hırka bir anda fazla gelmeye başladı. Yok? dedik. Neden gerekli ki? Buralarda çok kurt olur ve hayvanlara saldırır. Bazen sürü halinde dolaşırlar. Kendinizi nasıl koruyacaksınız? diye sordu Diyemedim ki biz ıslık çalabiliriz mesela?... Eyyy kurt! diye dayılansam? Bir de elimizde tripod var? O ya da diğeri olmaz mı??? Biz buraya kadar gelmişken geri dönmek istemediğimizi, çok fazla kalmayacağımızı söyledik. Bizi vazgeçirmek istiyordu belli ama biz de dönülmez akşamın ufkundaydık dostum, vakit çook geçti. Ne kadar sürede göller bölgesine yürüyerek varabileceğimizi sorduk. Komutan baktı ki karşısında vazgeçiremediği iki mecnun var, hızlı bir yürümeyle 1 saat dedi. Yayla evlerinin hep sol tarafınızda kaldığından emin olun, kaybolmazsınız dedi. Göller bölgesinden bile görünürler dedi. Bizim telefon numaralarımızı aldı. Ben de karakolun iletişim numarasını rica ettim. Bir sorunla karşılaşırsak ne yapabilirsiniz demekten kendimi alamadım. Telefon açın atlı asker gönderirim dedi. Teşekkür ettik, ayrıldık. İçimizde bu kadar düşman yatarken sınırda oldukça zor koşullarda görevlerini yapan bu vatan evlatlarına şükranlarımı sunmadan edemiyorum.
          Arabaya binip karakolun hemen karşısından dağa doğru giden ve büyük taşlarla döşenmiş kaba yoldan gidecektik. Başlamamızla bitmesi bir oldu. En fazla 100 m gidebildik. Yol tek kelimeyle berbattı. Birkaç kez denedik, baskı-balata kokusu dağ havasıyla karışınca, buraya kadarmış dedik. Bu kadar yayla gezmişken karakolda duyduklarımızdan sonra istemeden de olsa gerilmiştik. Arabadan inmek istemiyorduk aslında. Ancak bir daha değil on defa denesek de gidemezdik, çünkü bazı yerlerde ıslak, hatta çamurlu zemin vardı. Saplansak, orada öylece kalırdık. O zaman haydi abbas vakit tamam dedik. Sırt çantamın içine her ihtimale karşın yiyecek ve içecek koydum, elde tripod, boyunda kamera tabana kuvvet yürümeye başladık. Neyse ki iyi kötü bir yol kavramı göllere kadar hep vardı. O 100-150 m kadar kaba taşlık bölgeyi yürüdükten sonra yol bir anda stabilize yol havasını aldı. Keşke geçebilseydik dedik ama geçsek bile önümüzde karşılaşacağımız bazı bölgeleri geçemeyebilirdik.
            Sizi daha fazla germek istemiyorum, çünkü aslında gerilecek birşey yok. Gerçek bu. Asker görevinin gereğini yaptı. Alnından öpüyorum ama bu yayla gündüz vakti korkulacak değil, keyif çatılacak bir yaylaydı... O bakımdan -Perşembe yaylası yazımdaki gibi yazıyorum- arkana yaslan ve göreceklerinin keyfini çıkar. Şimdi yapman gereken önemli/acil bir işin varsa hemen kısa bir ara ver yap gel, ben seni burada bekliyor olacağım.Ben Karadeniz’de birçok yayla gezdim, böylesine harika bir yayla ile karşılaşmadım. Bu emin olun çok objektif bir gözlemdir. 
Biraz yürüdükten sonra medeniyetten uzaklaşıyoruz. Artık kimseyi görmeyiz herhalde diye düşünüyoruz. Öyle ya neredeyse sınıra geldik yahu. Yanımızda bir rehber yok ama bir yol kavramı var ve yol sağ tarafından dağ kalacak şekilde seni içerilere doğru bazı yerlerde kıvrılarak yönlendiriyor. Katıksız doğa ile başbaşayız. Giderek keyfimiz artmaya başlıyor. Hava aslında serin ve kapalı ama biz hızlı yürüdüğümüz için giderek ısınmaya başlıyoruz. Arada bir sol tarafımıza bakıp yayla evlerinin orada olduğundan emin olmak istiyoruz, çünkü bazen bir tepeyi aşarken 5-10 dakika görmediğimiz olabiliyor (Şekil 55).
Şekil 55. Solda giderek uzaklaştığımız Arsiyan yaylası evleri.
Bu evlerin arkasında kalan dağın hemen arkası Gürcistan. Dolayısıyla biz Türk sınır bölgesinde çaprazlamasına Gürcistan ve Posof (Ardahan) yönünde ilerliyoruz. Yürümeye devam ediyoruz, bazen Perşembe yaylasındaki gibi düz alanlar, bazen iniş çıkışlar oluyor (Şekil 56). Hava bu arada yavaş yavaş açmaya başlıyor. Hala biraz serinlik var ama biz zaten hızlı yürüdüğümüz için çok hissetmiyoruz.
Şekil 56. Bora’yla “yol’un” oldukça düzgün bir bölümünde yürürken. Hava kapalı ama yağmur yok.
Yolda genellikle çok kısa çimler ve bazen de öbekler halinde başka yerlerde de gördüğüm çiçekler var. 20 dakikadan biraz az yürüdükten sonra karşıdan gördüğümüz dağı geçtik. Bazı yerlerde dağlardan kaynaklanıp yola kadar uzanan dar ırmaklar, kimi yerde de zeminde su kaynaklarının olduğunu görüyoruz (Şekil 57). Bu yaylanın altı muhtemelen su kaynıyordu... Emin olun bu su kaynakları ceplerini paralarla şişirmek isteyen birileri tarafından çoktan biliniyordur ve bu kişiler harekete geçmek için uygun koşulları bekliyorlardır. 
Şekil 57. Yayladaki doğal su kaynaklarından bir örnek.
Biraz ileride sağ tarafta ilk gölü görüyoruz (Şekil 58). Aslında bu hop diye bir anda sağ tarafımızda karşılaştığımız bir göl. Arazi engebeli olduğundan ve göl de küçük olduğundan uzaktan kesinlikle görünmüyor. Gölün yarısı çim ile dolmuş durumda ve bu oldukça sığ bir göl olduğu hatta tabanının bataklık gibi olduğunu ifade ediyor olabilir. Yani sıcak havada serinlemek için giren çıkamayabilir. Buradaki yedigöller bölgesinde bulunan göllerin tabii ki isimleri var ve bunlara internetten ulaşılabiliyor. Bilgiler çok sınırlı ve göllerle ilgili görüntü neredeyse yok gibi. Aslında başlangıcı bile bu kadar güzel ve bakir bir yaylanın korunması anlamında tanıtılması gerektiğini düşünüyorum. İnanın internette bu yazı kadar bu yaylayı detaylı anlatan bir dokümana ulaşamayabilirsiniz. Lütfen tanıdıklarınıza bu yayladan bahsedin. Toplumsal olarak
elimizdeki doğa güzelliklerini bilmeli ve sahip çıkmalıyız. Yoksa bir gün ülkemizdeki derelerin başına gelenler (son 10 yılda 4400 derenin HESler yüüzünden kuruduğu bildiriliyor) diğer güzelliklerin başına da gelebilir.
Şekil 58. Arsiyan yaylasında ilk karşılaştığımız göl.
 
            Yaylada ilk gölümüzü gördükten sonra internette okuduğum bir yazıyı hatırlıyorum. Daha önceden bu yaylaya gelen bir kişi tarafından yazılmıştı ve göller bölgesine birkaç saatlik yürüyüşle gelmişti. Sanıyorum çok yavaş bir yürümeyle gidiyordu veya bu gördüğümüz ilk göl göller bölgesinden ayrı bir yerde bulunuyordu. Acaba kayboluyor muyduk? Hayır... Çünkü geriye doğru baktığımda biz yavaş yavaş yükselirken yayla evlerinin sol tarafımızda nispeten daha aşağıda kaldığını görüyordum. Evet ve hatta bu bakış açısından bir de göl görünmeye başlamıştı (Şekil 59). Bir ara fotoğraf çekmek için oraya mı gitsek diye düşündük ama yoldan ayrılmak istemediğimizden, gitmedik. Kaybolmak istemiyorduk. Yaylada ilerledikçe, yavaş yavaş Arsiyan dağına yaklaştığımızdan zaten yükseliyorduk ve bu daha geniş bir alanı görme imkanı sağlıyordu. Bu yükseklikte tam olarak sınırlarını göremediğimiz gölleri biraz daha yüksekten görebilecektik. Ben sürekli olarak Bora’ya bu göllerin iki tanesinin peş peşe göründüğü bir bakış açısı olduğunu ve henüz bu
Şekil 59. Sol tarafımızda geride kalan yayla evleri ve bulunduğumuz bölgeden görmeye başladığımız bir göl.
Şekil 60. Çevremizde giderek artan çiçek popülasyonu.
noktaya gelmediğimizi söyledim. Dahası yerdeki bitki örtüsü giderek değişmeye başladı. Başlangıçta daha çorak veya sadece çok kısa çimle örtülü arazide giderek artan çiçek popülasyonu dikkat çekmeye başlamıştı. Mavi, mor, sarı, ne renkten ararsan çiçek görünüyordu (Şekil 60). Bu arada sol tarafımızdaki bir tepenin en üstünde zayıf bir adamın oturmakta olduğunu gördük. Yüzü seçilemiyordu, çünkü uzaktaydı ve şapkası vardı. Tek başına burada ne işi vardı? Bir firari miydi? Bora’ya ne yapalım diye sordum. Tüfek de yok malum. Biz devam edelim dedi. Devam ettik. Yanından geçerken selam verdik. 
Şekil 61. Boğa gölü.
Yayla evlerine doğru bakıldığında hava kapalıydı ama bizim yürümekte olduğumuz tarafta hava açmaya başladı. Şanslıydık. Biraz ileride dağın hemen eteğinde büyükçe bir göl gördük (Şekil 61). Şekil 61’de görülen panoramik bir bakıştır. Bu görüntü birkaç karenin birleştirilmesiyle elde edildi. Bu göl buranın en büyük gölü olan Boğa gölüydü. Çok derin görünmüyordu ama bu sadece bir yanılmaydı. 
Geçen sene devletten birileri gelip burada derinlik ölçümü yapmışlar ve derinliğinin 80 metre olduğunu tesbit etmişler. İnanın kesinlikle öyle görünmüyor. Bu bilgileri nereden mi öğrendik? Birazdan... Arkada karlı eteği görülen ise Arsiyan dağı ve gölün yakınında tuz ocakları varmış. Gölün su kaynağı tabandan kaynaklanıyor. Bu göl, örneğin Uludağ’daki Karagöl’ün aksine sadece yukarıdan gelen kar suyuyla beslenen bir göl değil. Bu tabandan sürekli su ile beslenmenin sonucu olarak gölün hemen önünden suyun fazlası kendine bir yol yaparak aşağıda iki kademeli olarak göllerin oluşmasına yol açmış. Bulunduğumuz noktadan sadece bir tanesi görünüyor (Şekil 62).
Şekil 62. Sağ taraftan Boğa gölünün bittiğin yerden başlayan akarsu herhalde 100-150 metre 2-3 metre genişliğinde akarak sol tarafta kısmen görülen aşağıdaki bir başka gölü besliyor.
 Artık geldiğimiz yerde çevremizde binlerce çiçek zeminden fışkırırcasına çıkmış durumda. Bir yanımda göl bir yanımda dağ manzarası. Hava da açtığı için bir anda ısındık. Burada birkaç dakika kadar kalıyoruz. Sonra ekipmanı toplayıp akarsunun karşı tarafına geçiyoruz ve Boğa gölünü arkamızda bırakıyoruz (Şekil 63).
Şekil 64. Bulunduğumuz bölgedeki zemine bir örnek.
 Hemen önümüzde bir tepe görünüyor. Buralardan sonra yol kavramı yok olmaya başlıyor. Ama önemli değil, çünkü artık göller bölgesinde olduğumuzu biliyoruz. Tek problem en uygun açıları bulup, fotoğraf çekmek. Bu arada bastığımız zemindeki çiçek popülasyonu kelimenin tam anlamıyla “infilak” etmiş durumda. Ben bugüne kadar bu kadar çok ve farklı çiçeği bir arada hiç görmemiştim (Şekil 64). Bana sorsalar ki piknik yapacaksın nerede olmak istersin? Cevabım burasıdır. Bu çiçek bahçesinde tek yapmak isteyeceğiniz, kendinizi güzel bir göl manzarasını yakalayabileceğiniz
konumda çiçeklerin ortasında uzanmak. Hemen solumuzda önümüzde beliren tepenin arkasından kendini gösteren bir başka göl görünmeye başlıyor (Şekil 65). 
Şekil 65. Sol tarafımızda beliren bir göl.
Şekil 65’e göre sağ tarafta kalan tepeden tırmanıyoruz. Orada oturmakta olan bir çoban var! Hemen selam veriyoruz. Bora onunla konuşurken (Şekil 66), 
Şekil 66. Bora çobanla konuşurken.
ben de hemen çevremizden bir kaç kare çekiyorum. Manzara tek kelimeyle nefis. İşte bu manzara benim internette gördüğüm açıya çok yakındı (Şekil 67-69).

Şekil 67. Bulunduğum tepeden aşağıya doğru bakıldığındaki manzara
       Ben de yanlarına oturdum. Bulunduğumuz yerden yukarı baktığımızda daha sarp tepeler ve bu tepelerin yamaçları ve hemen önümüzdeki gölün kenarında otlayan inekler vardı. Çobanla sohbete ben de katıldım. Zaten Boğa gölüyle ilgili bilgileri de ondan yani 1. elden almıştık. Kendisi aşağıdaki yayla evlerinde yaşarmış, her gün ineklerini buralara otlatmaya çıkarmış. Hemen çantasından bir şeftali çıkarıp ikram etmek istiyor bize, bölüp yiyelim diyor. Bende de bisküvi vardı diyorum ama istemiyor. Bu arada göldeki çimli alana işaret ederek, bu bir yüzen ada diyor. Türkiye’de birkaç tane var, biri de burada. Nasıl yani? Diyoruz. Bazen diyor benim ineklerden biri onun üzerine çıkar, rüzgar eserse o ada hareket edip karşı kıyıya kadar onu 
Şekil 68. Hemen önümüzdeki göl ve içindeki yüzen ada (çimli bölge).
Şekil 69. Çevremizdeki çiçeklerden örnekler.
götürür diyor. 2800 m’de kafayı bulmak böyle birşey olsa gerek. İnanmak istemiyorsun ama sonradan bu yazıyı yazmak için bazı incelemeler yaparken söylediklerinin doğru olduğunu hatta
Arsiyan yaylasında bir değil iki gölde yüzen ada olduğunu belirten bir yazı okudum. Burası bir “wonderland” yani dostum.
Bulunduğumuz konum manzara olarak öylesine tatmin edici ki yerimizden kımıldamak istemiyoruz ama yukarıda başka göllerin olup olmadığını buraya kadar gelmişken görmek istiyorum. Birlikte kalkıyoruz. Bora oralarda dinlenirken, çoban önden ben de hemen arkasından tırmanıyoruz (Şekil 70). O buralı olduğu için hiç nefes nefese kalmıyor. Rakım 2800 m civarında diyor. Ben de acaba neden böyle oksijen az geliyor diye düşünüyorum. Motor sanki çekmiyor gibi. Çobanın dalağı o rakıma uyabilmek için kimbilir ne kadar alyuvar sentezlemiştir. Oksijeni süper kullanan bir çoban! Şekil 70’de arkada görülen ve üzerinde çok az kar kalmış dağa işaret ederek, orası Arsiyanın zirvesi... ben tırmandım diyor. Ne kadar süreni aldı? diye sordum. Birkaç saatte çıktım dedi. 
Şekil 70. Çobanla tırmanırken.
Biz böyle çıkarken bir kısmı çok yukarılarda bir kısmı ise aşağıda gölün kenarında otlayan inekler keyiflerine devam ediyorlar (Şekil 71).
Şekil 71. Milka reklamını aratmayacak bir manzara.
10 dakika kadar tırmanıyoruz. Ben tıkanıp kalıyorum. Öyle ki mecal kalmamış. Daha var mı diye soruyorum? Geldik hemen şuranın arkası diyor ve beş dakika kadar daha tırmanıyoruz. Oradaki bir başka gölü göstermek istemiş meğerse... (Şekil 72). Bu göl diğerlerinin yanında su birikintisi gibi küçüktü. Bu kadar yol çıkmaya değecek birşey de değildi sanki. Yanılmışım. Bu göl, evet, çok derin değilmiş. Çobanın beline kadar geliyormuş ama yazın çok sıcak olduğunda onun buz gibi suyuna atlıyor ve sonra orada BALIK tutuyormuş! Hem de doğal alabalık. 
Şekil 72. Çobanın en son çıkardığı göl.
            Oturuyoruz. Bir sigara sarıyor, bana da ikram ediyor. Yakıyoruz. Karşıya, altımızda kalan yaylaya bakıyoruz ve ben sonunda internette gördüğüm o manzarayı görüyorum. Fotoğraf bu manzaranın ambiyansını anlatmakta yetersiz kalıyor. Süper dingin bir atmosfer. Hiç şüphe yok ki o ana kadar Karadeniz’de gördüğüm gezdiğim yaylalar arasında dağıyla, gölleriyle, akarsularıyla, muhtemelen bir kısmı endemik olan çiçeğiyle ve eşsiz manzaralarıyla Arsiyan yaylası Perşembe yaylasını geçerek yaylaların şahı ünvanını haklı bir şekilde eline alıyor. Bu yayla hiçbir şekilde şu ana kadar bozuşmamış bir mega doğa kompleksi ve korunması gerektiği her halinden belli (Şekil 73).  

Şekil 73. Çobanın sarma sigarasını tüttürürken karşımdaki manzara. Çok ileride sağda yayla evlerini görebilirsiniz. Sağ taraftaki tepelerin arka tarafı Gürcistan.
Sigaraları içtikten sonra aşağıya inmeye başlıyoruz. Buyurun gelin evde size koyun keseyim, biz de kalın diyor. Ben de çok teşekkür ederek, Bora’nın niyetli olduğunu ve birazdan dönmemiz gerektiğini kendisine söylüyorum. Bu sırada vakit öğlenden sonra olmuş tabi. Biz fotoğrafta gördüğünüz yayla evlerinin hizasına kadar yürüyüp, sonra da arabayla Artvin’e gideceğiz. Kalkıyoruz. Burada iki tane daha göl var ama bunun gibi küçükler diyor ve onlara gitmiyoruz. Şurada bir dur da fotoğrafını çekeyim diyorum (Şekil 74). 
Şekil 74. Çobanla aşağıya inmeye başladığımız sırada çektiğim panoramik yayla fotoğrafı.
Devam ediyoruz. İnerken, Bora’yı bizi merak ettiğinden biraz yukarı tırmanmış olarak yolda görüyoruz. Çoban ilk karşılaştığımız tepenin göl tarafına hareket ederken bana birşeyler anlatmaya devam ediyor o tam o sırada yerde sere serpe yatmış ineklere dönüp, benimle konuştuğu ses tonuyla “hadi kızım eve gidiyoruz” diyor. Önce hemen seslendiği inek ayaklanıyor ve süratle oradaki ve yukarıdaki tepelerde bulunan 300-350 inek, evet yanlış okumadınız 300-350, inek hiç birbirleriyle “mooolaşmadan” ayaklanıp, aşağıya doğru hareket etmeye başlıyor. Ben donup kalıyorum tabi ki. Bir olaya şahit oluyorum. Bir dakika yahu... sen sultan Süleyman’ın lisanını mı çözdün dağ başında? Nasıl yaptın bunu? diye soruyorum. Bu arada inekler onun benimle değil de kendileriyle konuştuğunu o kısacık arada nasıl anladı kısmı ise tam bir muamma. Biz onlarla senli benli olmuşuz artık, onlar beni anlarlar ben olmasam da aksam buradan eve giderler deyip kıvırttırıyor işi. Onlar bizim için çok değerli diyor. 

Şekil 75. Aşağıda ilk gördüğümüz ve çoban olduğunu anlayamadığımız kişi. Bunlar bu manzaranın karşısında baka baka ermişlerdir.
Asla kesmezlermiş hayvanlarını. Her gün düzenli olarak sütleri sağılırmış ve anlaşmalı oldukları kişiler sütleri gelip alırlarmış.  Bize orada aynı anda üç çoban tarafından 1000-1200 civarında ineğin otlatılmakta olduğunu söyledi. Yolda gördüğümüz kişi ise bir çobanmış, dönerken Boğa gölünde karşılaşıp konuştuk (Şekil 75). Bir daha gelemeyebiliriz diye Bora’ya şurada biraz duralım da ben Boğa gölünde bir time lapse çekeyim diyorum. 15 dakika kadar kalıyoruz (Şekil 76). 

Şekil 76. Boğa gölü.
Sonra ekipmanı toplayıp yola koyuluyoruz. İlk gördüğümüz göle vardığımızda Bora’a dönüp diyorum ki yahu biz bugüne kadar neden birlikte hiç fotoğraf çekmedik. Altı üstü tripodu kurmamız gerekiyor. Hemen ekipmanı kurup bir fotoğraf çektim. Ancak ilk karede zamanlama süresi 2 sn kalmış (Şekil 77).
Şekil 77. Fotoğraf çekme süresi 2 sn olduğundan Bora’nın yanına yetişememiş ben...
Dönüşte yukarıdan aşağıya doğru yürüdüğümüz için nispeten daha az yorularak ve hızlı bir şekilde arabaya ulaştık. Gerçekten yayla lezzetini bilenler için harikalar diyarı bir yaylayı gezmiştik. Bütün yorgunluğumuz üstümüzden bir anda yok oldu. Dönerken, defalarca birbirimize Arsiyan yaylasının ne kadar güzel olduğunu söyleyip durduk. Öyle ya kişi sevdiğini dilinden düşürmezmiş...