Perşembe yaylasının içlerinde
bulunan bu şelaleye ulaşım için çok düzgün bir yol olduğu söylenemez. Bu
şelaleye bu yazıyı yazana kadar iki kez gittim ve burada en son gidişimdeki
(Nisan 2014) fotoğrafları paylaşacağım.
Perşembe yaylasına sevgili Bora ile geceden gittik ve yaylaya çok yakın bir
tesiste kaldık. Tesise vardığımızda akşam 8:30 civarındaydı. Bu seyahatimizde
dikkatimizi çeken ilginç nokta Aybastı’ya girerken Bebek sahilindeki gibi
yürüyen hatta eşorfmanları çekip spor yapan insanlardı Hem şaşırdık hem
sevindik. Ayrıca, kasabada kızlı-erkekli çekirdek çıtlatan, sokakta muhabbet
eden gençleri görmek de güzeldi. Zira en son belediye seçimlerinde Ordu
kaybedilen iller arasında yer alıyor.
Kalacağımız tesiste kısa bir çay
molası verip konaklayacağımız dağ evimizi gördükten sonra hemen Perşembe
yaylasındaki Gaga tepesine gittik. Şanslıydım. Hava açık ve yıldızlar
parlıyordu. Yarım ay vardı ama o kadar da olsundu. Soğuk bir yana, öylesine
şiddetli bir rüzgar vardı ki yıldızların fotoğrafını çekebilmek için tripodun
ayaklarına önce kramponlarını bağladım, ayak boyunu en kısaya getirip toprağa dibine
kadar sapladım ve sırtımı rüzgara vererek, fotoğraf makinama ve tripoda siper olmaya
çalıştım. İhtişam anlatılmaz yaşanır diyorlar ya, oradaki manzaranın
ihtişamını, hele o soğuk ve rüzgarla karışık haliyle anlatamam. Nefisti. Bir
saatten biraz fazla o bölgede kaldıktan sonra tesise döndük (Resim 61,62).
Resim 61 ve 62. Perşembe yaylasında yıldız hareketleri. |
Sabah erken kalktık. Tesisin bahçesine çıktığımızda tertemiz bir hava ve bir köpek havlaması bizi karşıladı. Önce bir ürktük ama sonra oradaki iki köpek yumuşacık sabah güneşi altında hep etrafımızda oynadı (Resim 63).
Tesisin
bahçesinde Ordu bölgesinde çok sık rastlanılan Sakarca otu neredeyse her yerden
çıkıyordu (Resim 64).
Resim 64. Topraktan henüz çıkmakta olan Sakarca. |
Sahil bölgesine çoktan gelmiş olan bahar, buralara henüz
yavaş yavaş geliyordu. Zaten yaylada henüz otlar bile yeşermemişti. Hava hala
rüzgarlıydı ve tesisin girişindeki bayrak direkleri sallanıyordu bu rüzgardan.
Tesisin altındaki yayla yolunda çobanlar koyunlarını yaylaya otlatmaya
götürüyorlardı (Resim 65). Belli ki sabahın daha ilk ışıklarında yola
koyulmuşlardı. Biz de bu arada tesiste kahvaltımızın hazırlanmasını
bekliyorduk. Sonradan farkettik ki tüm personel hala uyuyormuş. Süper işletme! Bir
kişiyi uyandırıp, konaklama ücretini verdik. Kahvaltı hayali suya yatmış olarak
yola koyulduk.
Resim 65. Yaylaya koyunlarını otlatmaya götüren çobanlar.
Kimbilir sabah kaçta yola çıkıp buralara gelebildiler.
|
Bir önceki günkü meteoroloji haberlerinden
bugün parçalı bulutlu bir havanın olacağını öğrenmiştim. Ben de hep bu yaylada
böyle bir hava diledim. Bu hava Perşembe yaylasında bir fotoğrafçının hayal edebileceği
en iyi hava durumu haberidir bence, çünkü yayladaki mendereslerin üzerinde
harika yansımalar oluşuyor.
Akşamdan yanımıza aldığımız meyve suları ve bisküvitlerle Gaga tepesinde
kahvaltı yaptıktan sonra, yayla yolundan aşağıya inip doğru ilerdeki Çiseligöl
şelalesine gittik. Hava açıktı ve neredeyse hiç bulut yoktu. Daha önceden bahsetmiş
olduğum gibi zaten toprak yolun bittiği ve belli belirsiz, düzensiz bir yol ile
varılabilen bir yerde bulunuyor bu şelale. Bu bölgede gittiğim hiçbir şelale Muradiye
şelalesi veya Niagara gibi herkesin açıkça görebileceği bir yerde değil, hep
dik (40-70 derece) yamaçlardan inildikten sonra ulaşılabilen şelalelerden oldu.
Arabayı uygun bir yere koyduktan sonra şelaleye doğru inmeye başladık. Ben
her nedense hep böyle durumlarda oraya götüreceğim ekipmanı iki kez saymama
karşın bir şeyleri yapmayı hep unutuyorum. Sanıyorum oraya gitme heyecanı
yüzünden acele edip eksik sayıyorum. Bazen suya girecek olmama rağmen çizme
giymeyi unutuyorum, bazen ise çantamı. İşte yine böyle bir heyecanla hemen
aşağıya doğru yola koyulduk. Şelalenin olduğu yar, tamamen sarı ve mor
çiçeklerle bezenmişti (Resim 66).
Resim 66. Şelalenin bulunduğu yarın içindeki çiçekler. Hemen arkamda şelale bulunuyor. |
Bu arada doğu yönünden hafiften bulutlar gelmeye başlamıştı. Buradaki hava hareketlerinin hızlı olduğunu bildiğim için,
şimdi heyecanım ve açlık ikiye katlamıştı. Buradaki çekimleri bitirip, bir an
önce yaylaya yansımaları çekmeye gitmeliydim. Şelaleye öncelikle uzaktan
yaklaşmaya karar verdim. Ancak şelalenin önünü birçok ağaç dalı kapatıyordu.
Dahası yukarıdaki yaylada atılan çöpler mendereslerle bu şelaleye kadar
taşınıyor ve şelaleden aşağıya döküldükten sonra buradaki çalı, dal ne varsa
ona tutunup kalıyordu. Gerçekten içler acınası bir durumdu. Yani şehirde sokağa
çöp atsanız inanın bu kadar zarar vermez. Burada bunun yok olması diye birşey
yok. Sadece zamanla lif lif akan su ile parçanalıp daha aşağılara taşınacak.
Yaylada kar henüz erimiş olduğu için şelalenin debisi önceki görüşüme göre
fazlaydı. Yüksek olmamasına karşın kendisine göre edası var Çiseligöl şelalesinin...
(Resim 67-69).
Resim 67. Çiseligöl şelalesi (dere yönünden). |
Resim 68-69. Çiseligöl şelalesi.
|
Şelalede bir süre zaman geçirdikten sonra yukarıya, arabaya doğru tırmanırken
şelalenin uzaktan da belirli bir açıdan çok güzel göründüğünü farkettik (Resim
70).
Resim 70. Çiseli göl şelalesi.
|
Nispeten daha az rüzgar alan bu bölgeden ayrılmak istemiyordum ama
bulutlar yaylaya doğru hızla hareket ediyordu. Daha fazla vakit kaybetmeden
yola koyulduk. Zaten 7-8 dakika uzaktaydık ama ben olabildiğince gaza basıp bir
an önce yaylaya ve mendereslere girmek istiyordum. Uygun bir yer bulup durdum,
çizmeleri tekrar giyip bir elimde fotoğraf makinası, diğerinde tripod yaylada
oradan oraya koşup mendereslerde bulut yansımalarını yakalamaya çalışıyordum.
Eksik dilek dilemiştim. Rüzgar vardı ve yansımaları bozuyordu. Ayrıca hesaba
katmadığım bir başka şey ise o sırada mendereslerde bahar temizliğinin
gerçekleşmesiydi. Karların erimesiyle birlikte mendereslerin içlerinde bulunan
bir önceki seneye ait otlar ve birikintiler nispeten hızla akan su ve rüzgarın
etkisiyle yerlerinden kopmuş, yüzeyde bulanık bir tabaka oluşturmuş ve
aşağılara, şelaleye doğru taşınmaktaydı.
İstediğim bu değildi ama bunun da
kendisine göre bir havası vardı. Öyle ya doğa canlı, kendini temizliyor. Bir
saat kadar burada kaldıktan sonra kasabaya geldik. Saat 11:30 civarındaydı.
Kasabada bir öğlen yemeği molası vermek için kasaba girdik. Ben kasabın oğluna
oralarda hiç HES olup olmadığını sordum. Yemyeşil doğa içinde görülebilecek en
çirkin şey olduğu için her seferinde birilerine soruyorum. Zaten Fatsa- Aybastı
yolu üzerinde var acaba daha üst kademelerde de var mı diye merak ediyordum.
HES olmadığını fakat kaçak inşaatın ziyadesiyle yapıldığını söyledi. Kasabın
oğlunun ifadesiyle şimdi ben bu satırları yazdığım sırada (15.4.2014) Perşembe
yaylasındaki kaçak yapılar mahkeme kararıyla yıkılmış olacak. Umarım ki öyle
olur. Ancak bu genç arkadaşın söylediği bir şey beni korkuttu. Suriyeliler
oralardan toprak almaya başlamış. Bilmem zaman içinde neler olacak. Öğlen
yemeği molasından sonra Uzundere şelalesine gitmek üzere yayladan ayrıldık
(Resim 71 ve 72).
Resim 71 ve 72. Perşembe yaylasındaki mendereslerde baharın gelmesiyle oluşan temizlik. Doğaya hayran olmamak mümkün değil. |