17 Nisan 2014 Perşembe

Ordu/Çiseligöl Şelalesi

        Perşembe yaylasının içlerinde bulunan bu şelaleye ulaşım için çok düzgün bir yol olduğu söylenemez. Bu şelaleye bu yazıyı yazana kadar iki kez gittim ve burada en son gidişimdeki (Nisan 2014) fotoğrafları paylaşacağım.
Perşembe yaylasına sevgili Bora ile geceden gittik ve yaylaya çok yakın bir tesiste kaldık. Tesise vardığımızda akşam 8:30 civarındaydı. Bu seyahatimizde dikkatimizi çeken ilginç nokta Aybastı’ya girerken Bebek sahilindeki gibi yürüyen hatta eşorfmanları çekip spor yapan insanlardı Hem şaşırdık hem sevindik. Ayrıca, kasabada kızlı-erkekli çekirdek çıtlatan, sokakta muhabbet eden gençleri görmek de güzeldi. Zira en son belediye seçimlerinde Ordu kaybedilen iller arasında yer alıyor.
            Kalacağımız tesiste kısa bir çay molası verip konaklayacağımız dağ evimizi gördükten sonra hemen Perşembe yaylasındaki Gaga tepesine gittik. Şanslıydım. Hava açık ve yıldızlar parlıyordu. Yarım ay vardı ama o kadar da olsundu. Soğuk bir yana, öylesine şiddetli bir rüzgar vardı ki yıldızların fotoğrafını çekebilmek için tripodun ayaklarına önce kramponlarını bağladım, ayak boyunu en kısaya getirip toprağa dibine kadar sapladım ve sırtımı rüzgara vererek, fotoğraf makinama ve tripoda siper olmaya çalıştım. İhtişam anlatılmaz yaşanır diyorlar ya, oradaki manzaranın ihtişamını, hele o soğuk ve rüzgarla karışık haliyle anlatamam. Nefisti. Bir saatten biraz fazla o bölgede kaldıktan sonra tesise döndük (Resim 61,62).

Resim 61 ve 62. Perşembe yaylasında yıldız hareketleri.


Sabah erken kalktık. Tesisin bahçesine çıktığımızda tertemiz bir hava ve bir köpek havlaması bizi karşıladı. Önce bir ürktük ama sonra oradaki iki köpek yumuşacık sabah güneşi altında hep etrafımızda oynadı (Resim 63). 
 
Resim 63. Sabah güneşinde tesisin bahçesinde.
Tesisin bahçesinde Ordu bölgesinde çok sık rastlanılan Sakarca otu neredeyse her yerden çıkıyordu (Resim 64). 
Resim 64. Topraktan henüz çıkmakta olan Sakarca.
 Sahil bölgesine çoktan gelmiş olan bahar, buralara henüz yavaş yavaş geliyordu. Zaten yaylada henüz otlar bile yeşermemişti. Hava hala rüzgarlıydı ve tesisin girişindeki bayrak direkleri sallanıyordu bu rüzgardan. Tesisin altındaki yayla yolunda çobanlar koyunlarını yaylaya otlatmaya götürüyorlardı (Resim 65). Belli ki sabahın daha ilk ışıklarında yola koyulmuşlardı. Biz de bu arada tesiste kahvaltımızın hazırlanmasını bekliyorduk. Sonradan farkettik ki tüm personel hala uyuyormuş. Süper işletme! Bir kişiyi uyandırıp, konaklama ücretini verdik. Kahvaltı hayali suya yatmış olarak yola koyulduk.
Resim 65. Yaylaya koyunlarını otlatmaya götüren çobanlar. Kimbilir sabah kaçta yola çıkıp buralara gelebildiler.
            Bir önceki günkü meteoroloji haberlerinden bugün parçalı bulutlu bir havanın olacağını öğrenmiştim. Ben de hep bu yaylada böyle bir hava diledim. Bu hava Perşembe yaylasında bir fotoğrafçının hayal edebileceği en iyi hava durumu haberidir bence, çünkü yayladaki mendereslerin üzerinde harika yansımalar oluşuyor.
Akşamdan yanımıza aldığımız meyve suları ve bisküvitlerle Gaga tepesinde kahvaltı yaptıktan sonra, yayla yolundan aşağıya inip doğru ilerdeki Çiseligöl şelalesine gittik. Hava açıktı ve neredeyse hiç bulut yoktu. Daha önceden bahsetmiş olduğum gibi zaten toprak yolun bittiği ve belli belirsiz, düzensiz bir yol ile varılabilen bir yerde bulunuyor bu şelale. Bu bölgede gittiğim hiçbir şelale Muradiye şelalesi veya Niagara gibi herkesin açıkça görebileceği bir yerde değil, hep dik (40-70 derece) yamaçlardan inildikten sonra ulaşılabilen şelalelerden oldu.
Arabayı uygun bir yere koyduktan sonra şelaleye doğru inmeye başladık. Ben her nedense hep böyle durumlarda oraya götüreceğim ekipmanı iki kez saymama karşın bir şeyleri yapmayı hep unutuyorum. Sanıyorum oraya gitme heyecanı yüzünden acele edip eksik sayıyorum. Bazen suya girecek olmama rağmen çizme giymeyi unutuyorum, bazen ise çantamı. İşte yine böyle bir heyecanla hemen aşağıya doğru yola koyulduk. Şelalenin olduğu yar, tamamen sarı ve mor çiçeklerle bezenmişti (Resim 66). 
Resim 66. Şelalenin bulunduğu yarın içindeki çiçekler. Hemen arkamda şelale bulunuyor.
Bu arada doğu yönünden hafiften bulutlar gelmeye başlamıştı. Buradaki hava hareketlerinin hızlı olduğunu bildiğim için, şimdi heyecanım ve açlık ikiye katlamıştı. Buradaki çekimleri bitirip, bir an önce yaylaya yansımaları çekmeye gitmeliydim. Şelaleye öncelikle uzaktan yaklaşmaya karar verdim. Ancak şelalenin önünü birçok ağaç dalı kapatıyordu. Dahası yukarıdaki yaylada atılan çöpler mendereslerle bu şelaleye kadar taşınıyor ve şelaleden aşağıya döküldükten sonra buradaki çalı, dal ne varsa ona tutunup kalıyordu. Gerçekten içler acınası bir durumdu. Yani şehirde sokağa çöp atsanız inanın bu kadar zarar vermez. Burada bunun yok olması diye birşey yok. Sadece zamanla lif lif akan su ile parçanalıp daha aşağılara taşınacak.
Yaylada kar henüz erimiş olduğu için şelalenin debisi önceki görüşüme göre fazlaydı. Yüksek olmamasına karşın kendisine göre edası var Çiseligöl şelalesinin... (Resim 67-69).
Resim 67. Çiseligöl şelalesi (dere yönünden).

Resim 68-69. Çiseligöl şelalesi.
 Şelalede bir süre zaman geçirdikten sonra yukarıya, arabaya doğru tırmanırken şelalenin uzaktan da belirli bir açıdan çok güzel göründüğünü farkettik (Resim 70). 
Resim 70. Çiseli göl şelalesi.
Nispeten daha az rüzgar alan bu bölgeden ayrılmak istemiyordum ama bulutlar yaylaya doğru hızla hareket ediyordu. Daha fazla vakit kaybetmeden yola koyulduk. Zaten 7-8 dakika uzaktaydık ama ben olabildiğince gaza basıp bir an önce yaylaya ve mendereslere girmek istiyordum. Uygun bir yer bulup durdum, çizmeleri tekrar giyip bir elimde fotoğraf makinası, diğerinde tripod yaylada oradan oraya koşup mendereslerde bulut yansımalarını yakalamaya çalışıyordum. Eksik dilek dilemiştim. Rüzgar vardı ve yansımaları bozuyordu. Ayrıca hesaba katmadığım bir başka şey ise o sırada mendereslerde bahar temizliğinin gerçekleşmesiydi. Karların erimesiyle birlikte mendereslerin içlerinde bulunan bir önceki seneye ait otlar ve birikintiler nispeten hızla akan su ve rüzgarın etkisiyle yerlerinden kopmuş, yüzeyde bulanık bir tabaka oluşturmuş ve aşağılara, şelaleye doğru taşınmaktaydı.
            İstediğim bu değildi ama bunun da kendisine göre bir havası vardı. Öyle ya doğa canlı, kendini temizliyor. Bir saat kadar burada kaldıktan sonra kasabaya geldik. Saat 11:30 civarındaydı. Kasabada bir öğlen yemeği molası vermek için kasaba girdik. Ben kasabın oğluna oralarda hiç HES olup olmadığını sordum. Yemyeşil doğa içinde görülebilecek en çirkin şey olduğu için her seferinde birilerine soruyorum. Zaten Fatsa- Aybastı yolu üzerinde var acaba daha üst kademelerde de var mı diye merak ediyordum. HES olmadığını fakat kaçak inşaatın ziyadesiyle yapıldığını söyledi. Kasabın oğlunun ifadesiyle şimdi ben bu satırları yazdığım sırada (15.4.2014) Perşembe yaylasındaki kaçak yapılar mahkeme kararıyla yıkılmış olacak. Umarım ki öyle olur. Ancak bu genç arkadaşın söylediği bir şey beni korkuttu. Suriyeliler oralardan toprak almaya başlamış. Bilmem zaman içinde neler olacak. Öğlen yemeği molasından sonra Uzundere şelalesine gitmek üzere yayladan ayrıldık (Resim 71 ve 72). 

Resim 71 ve 72. Perşembe yaylasındaki mendereslerde baharın gelmesiyle oluşan temizlik. Doğaya hayran olmamak mümkün değil.