İzlanda’ya yolculuğumuz Ankara’dan
başladı. Bazı konuların detaylarına sırası geldiğinde gireceğim ki siz yapmaya
kalkışırsanız, başınıza gelebilecekleri şimdiden tahmin edin. Öncelikle
Ankara’dan Münih’e ortalama 3-3:15 saat süren bir uçak yolculuğu yaptık.
Lufthansa havayollarıyla yaptığımız bu yolculukta açık söylemek gerekirse bilet
alımından, uçağa binene kadar gereksiz birçok problem yaşadık. Bunları
özellikle yazmak istiyorum dikkat edin diye. Lufthansa havayolları her ne kadar
dünyanın en bilmeme sırasındaki havayolu şirketi olsa da ülkemizde tecrübe
ettiğim hizmeti şöyle: bileti satın almak için eğer interneti kullanmamışsanız
vay halinize... Ankara Esenboğa veya İstanbul Atatürk Havalimanlarındaki büroya “yüzlerce
kez” telefon açıyorsunuz ama cevap veren yok. Tadından yenmez bir durum. Sonradan
öğreniyorsunuz ki buradaki personel hakkında bilmediğiniz bir gerçek var:
sadece uçaktan birkaç saat önceden gelip, sonrasında hemen ayrılıyorlar. Peki
uçak ne zaman kalkıyor ki ona göre bürodakileri yakalamaya çalışayım? Böyle bir
saçmalık var mı? İşte böyle olunca yakalamanız tesadüfen olabiliyor. Yani
saatlerce arayıp boş çalan bir telefonla karşılaşabilirsiniz. Ben bunu bir
yolcunun bileti için maalesef yaşadım. Bilet alırken bilgilendirme yetersiz
oluyor. Unutmayın, onlar bagaj konusunda sizi asla uyarmayacaklardır. Örneğin,
size uygun fiyatlı bir ekonomi yolcu bileti olduğunu söyleyebilirler ama bu
biletin bagajsız/veya sadece kabin bagajlı yolcu için olduğunu söylemezler. İşte
onları, siz potansiyel bir Lufthansa yolcusu bilinciyle uyaracak ve kontrol
etmesini isteyeceksiniz. Ben bu söylediklerimi bizzat yapmama karşın (bagaj
hakkını kontrol ettirmek dahil) aldığım biletlerden bir tanesinin gidişini yine
de sadece kabin bagajlı kesmeyi başardılar. İnternetten konfirmasyon mesajı
geldiğinde görebildim. Telefonda konuştuktan bir süre sonra geldi. Onlara
sadece büyük bir yuh! diyorum. Sonradan düzelttirmek için defalarca aradım ama
dediğim gibi telefonu açmıyorlar. Ayrıca, bu ikinci yolcu için bileti alırken,
telefon hattındaki görevli uçakta sadece bir adet ekonomi bileti olduğunu
söyleyip onu bana verdiğini söyledi. Külliyen yalanmış. Uçağa bindik ki neredeyse
bomboştu. Uçakta hosteslerden bir plastik bardak istedik (viski içmek için) bardağı
neden istediğimizi sordular. “Şekerim sizin ikram etmediğiniz viski için” dedik
mecburen. Zaten doğru dürüst servisleri yoktu. Sanki tatile değil toplama
kampına götürüyorlardı bizi yahu. Şimdi Türk havayollarıyla gitseydik bırak bu
soruları sormayı, hostesler memnun etmek için viski üzerine viski koşuşturur,
mezeler havalarda uçuşurdu. Bir ayak masajı yapmadıkları kalırdı. Hele
yolculuğun şöyle 20. dakikası gibi o mikrofonikleştirilmiş ve hep aynı olan pilot
sesinden “Sevgili yolcular kaptan pilotunuz konuşuyor...” duyulmuyor mu? Burada
o bile yoktu. Maalesef Türk Havayollarının İzlanda’ya seferi yok. Hep
bundan oluyor bu işler.
Münih’e indik. Bir sonraki adım için
önümüzde birkaç saat vardı. Yemek yedik biraz dolaştık. Münih-Reykjavik arasını
yine Lufthansa ile gittik ama bu sefer ilk yolculuğumuz gibi değildi. Sanki
bütün Almanya değil dostum, Birleşmiş Milletler toplantısı varmış gibi her
memleketin temsilcisi Reykjavik’e gidiyor düşün. O köhne uçan teneke yerine, Airbus
A321 vardı bu sefer. Oldukça büyük sayılabilecek bir uçak ve konforlu bir
uçuştu diyebilirim. Bunlar benim için önemli, çünkü uçaktan korkan yolcular
arasında olduğumu söyleyebilirim. Ortalama 4 saat kadar süren bu yolculuğun bir
kısmından sonra güneş “doğmaya” başladı ve kendilerinin İzlandalı olduklarını
hemen anladığım birkaç kişi hemen uçaktan sıkılıp volta atmaya başladılar.
Hatta kalkış hariç çok büyük bir bölümünü ayakta gidenler bile oldu. Belki de
bu yolcular havaalanı trafik polisi ceza kesmesin diye uçak kalkarken koridora
çömelmiş ve aslında son anda 2. pilottan bilet almış ayakta seyahat eden
yolculardı. İşte bundan airbus dedi almanlar bu uçağa (Dalga geçiyorum). Nefis
bir yolculuk, şahane servis, güzel hostesler ve kızıl bir gündoğumunun bizi
adeta karşıladığı bir gökyüzü ile seyahatimiz sona erdiğinde orada gece saat 01:00
civarındaydı. Yani daha güneş yeni “batmıştı”. Eveet. Biraz yorgunduk ama daha
şimdi başlıyordu şölen. Reykjavik havalimanı her yıl binlerce turist gelmesine
karşın İzlandalıların cimriliğinden küçük, bakımsız ve köhne bir havalimanı
olarak gerçeğini koruyor. Bizim ülkemizdeki bütün havalimalarından daha kötü
olduğunu net söyleyebilirim. Bir kargaşa, bir kaos. Et ete, yapış yapış her yer.
Bagajları aldığınız yere geldiğinizde bagajınızın kaybolmuş olduğunu
düşünebilirsiniz. Bir de bizi beğenmezler bunlar. Havalimanından çıktığınızda otobüse
bitmek için temmuz soğuğunda yürümek ve beklemek zorunda kalacağınızı şimdiden
bilin. Biz otobüse binmek zorundaydık, çünkü aracı havalimanının bir ucundaki
araç kiralama ofisinden alacaktık.
Ofise gittik. Aracı aldık. Aracı
alırken burada mutlaka taş çarpmalarına karşı sigorta yaptırın, çünkü İzlanda’nın
bazı yolları biraz hallice stabilize yol gibi. Peki yanıma GPS alsam mı veya araç
için navigasyon alayım mı? diye sorabilirsiniz. Bence cevap evet. Ben giderken
yanıma bir GPS cihazı alıp, ona Nordik harita yüklettim. Ayrıca araç için
navigasyonu da aracı teslim aldığımız yerden aldık. Peki sonunda ne kullandık?
Yola çıkmadan önce telefon hattım ve internet için operatörden bir paket
almıştım. Kendi cep telefonumdaki harita ve navigasyonu kullandım. Ziyadesiyle
yetti. Ancak, İzlandanın halka (ring) değil ama dağlık bölgelerinin derinlerine
tek başınıza gidecekseniz ve beni yanınızda götürmüyorsanız alacağınız olsun.
Hayır hayır. GPS gerekir diye düşünüyorum. Yine de çok problem değil, diyorum ya
beni yanınıza alın kaybolmazsınız, söz. Havalimanı Reykjavik arası 45 dakika
sürüyor. Aracı aldık. Görevliye Reykjavik’e ne kadar sürede gidebileceğimizi
sorduk. Belli olmaz, bugün cumartesi gece hayatı var. Yollar çok kalabalıktır.
Uzun sürebilir dedi. Arkadaş nereye geldik biz dedik. İzlandalı da
İstanbulludan az değilmiş. Yola çıktık. Giderken alacakaranlığın artmadığını ve
tam karanlık olmadığını bilakis gökyüzünün aydınlanmaya başladığını gördük. Bu
benim için iyi haberdi. Şehire vardığımızda Kadir abiye dedim ki “farkettin mi
doğru dürüst ne bir araba ne de insan gördük”. Araç kiralama ofisindeki çocuk
İzlanda kriterlerine göre konuşmuştu herhalde. Toplam 300.000 nüfüslü İzlanda
da -gözünü seveyim- ne kalabalığı ve trafiği olabilirdi ki?
Otele geldik. Yorgunduk. Check-in ve
doğrudan havada süzülürken pijama giyilir ve doğrudan uyku. Zaten birkaç saat
uyuyup kalktık. Sanki vakumlu poşetlerde saklanmış ve ilk günkü tazeliğini
koruyan fıstık gibi hissediyorduk. Kahvaltıya indik. Nordik kahvaltı bizim
alıştığımızdan oldukça farklı. Bu yazı dizisinin sonunda size klasik İzlanda
kahvaltı tabağının fotoğrafını göstereceğimden şimdi geçiyorum. Sebze ve meyve seçenekleri
burada oldukça zayıf. Çoğu plastik görünümünde ve tatsız. Gerçi bizde de tarım
reformuyla artık eski yediğimiz kokulu domatesler bulunamıyor ama buradaki bir
başka level dostum. Açık büfede genelde “kuru” denilebilecek bir kahvaltı görüntüsü
var. Tost malzemeleri (peynir jambon vs), biraz marmelat, tereyağı (Smjör-bunu
unutmayın), yulaf çeşitleri, süt ve buraya özgün yoğurt olan Skyr. (Şekil 3). Aşağı
yukarı bu kadar. Skyr ilk gördüğümde tam anlayamadığım bir üründü. Burada çok
popüler. Süzme yoğurt kıvamına yakın ve bizim yoğurttan daha lezzetli. Proteinden
zengin, yağ oranı az ve besin özelliği bizim yoğurt ve kefirden daha yüksek.
Gerçekten öyle. Dilerseniz internetten araştırabilir, hatta Skyr starter sipariş
edebilirsiniz. Ben yaptım ve şimdi kendim için İzlanda yoğurdu yapmaya
başladım.
Elimde kameramla biraz çekinerek de
olsa çevremde fotoğraf çekmeye başladım. Zaten bu iş için gelmiştik. Hava
kapalı ve Ankara’dan soğuktu (Ankara 36, Reykjavik 13 derece). Çok dert
değildi, çünkü hazırlıklı gelmiştik. Zaten birkaç gün içinde alışacağımızı
düşünüyorduk. Çevremizde çok fazla Amerika’lı turist vardı ve her zamanki gibi
genel kibirli hallerini koruyorlardı. Hele dönüşümüzde uçağa herkesten önce
binmeye çalışan bir grup Amerikalı’yı görmenizi isterdim. İbretlikti. Artık
Trump etkisiyle cahil ve ekonomik olarak zayıf olan orta direk Amerika’lıların
neler yapacağını hep birlikte göreceğiz. Dışarı çıktık. Turist oldukları her
hallerinden belli olan insanlar ortalıkta dolaşıyorlardı (Şekil 4).
|
Şekil 3. İlk gece konakladığımız otel. Birçok konuğun yabancı turist olduğunu söyleyebilirim. |
|
Şekil 4. Sanıyorum bu fotoğrafta hem öndeki hem de arkadaki birbirinden bağımsız olan iki grubun tamamı yabancı turist.
|
Süpermarketten
su alıp yola koyulduk. Bunu özellikle yazdım. Burada pet su almanıza gerek yok,
tüm sular içilebiliyor deniyor. Ama bu suların büyük kısmı (musluk ve duş
dahil) kaplıca suyu gibi kokuyor biliyor musunuz?. Kokmayan da var ama bunun
garantisi yok. Ben yola çıkmadan önce yanıma “life straw” almıştım (bkz. http://lifestraw.com/). Bu tip yerler için
tavsiye ederim. Gerekirse dereden bile rahatlıkla içersiniz.
Yolumuz uzundu. Başlangıçta hemen
kaybolacakmışsın hissi gelse de dolaşmak için koca bir ülke bizi bekliyordu ve
zaman aleyhimize işliyordu. İlk önce genellikle turistlerin gözlerini boyamak
için yutturulan “golden circle” ‘ın bir bölümünü görecek (Şekil 5) ve oradan
güneye doğru hareket edecektik. Şimdi bakalım bu yazıya ne kadarını yazacağım..
|
Şekil 5. İlk etapta Reykjavikten (C noktası) Thingvellir (D) ve oradan da Geser Strokkur (E). |
Reykjavikten Geyser Strokkur’a doğru
yola çıktık. Buradaki geyser ülkedeki belki yüzlerce geyserden biri sadece.
Kuzeyde de ayrıca gideceğiz ve bundan daha geniş ve büyük bir alana yayılmış, daha
güzel olanına. Ancak, dedim ya burası 1-2 saat uzaklıkta olduğundan, birçok
turist kafilesinin gözlerini boyamak için harika bir yer. Thingvellir için
ayrıca bir yoldan gidilmiyor. Haritadan da görülebileceği gibi yarı yolda sağ
tarafınızda bir hafif yol ayırımıyla hemen ulaşabileceğiniz bir yer. Zaten
İzlanda da birçok yere ulaşım ve düzgün tesis bu anlamda var, çünkü onların bir
numaralı geçim kaynakları doğal güzellikleri “görsel olarak” pazarlamak. Kendisini
satmak değil. Büyük şelalelerin tepesine kadar uzanan düzgün merdivenler sadece
bizim ülkemizde hayal. Burada gerçek ve detaylarıyla göstereceğim. Benim
aslında Reykjavik’ten 40 km kadar kuzeydoğuda bulunan Thingvellir ulusal
parkına gitme planım yoktu. (Şekil 6) Arabayla giderken Kadir abi gördü
tesadüfen. Benim neden yoktu? Çünkü yaş ortalaması yüksek turistler için cazip
olan bu park hep insan dolu oluyordu ve o kadar insan da doğa fotoğrafı çekmek
istediğiniz zaman kompozisyonu ne kadar güzelleştiriyor bilmem. Birazdan siz
karar verin. Yol tek şerit asfalt yol olup, İzlanda’yı çevreleyen halkanın
doğu-kuzey bağlantısının bir bölümü hariç böyle. Duble yol yok kardeşim burada.
Paralı yol yok. Şehirlerarası yolda yola pusu kurmuş radar hiç yok. Ama saygı
var. Böyle olunca yol boş diye basmıyorsun. Zaten gaza basıp çok hızlı
gidebileceğin yollar kesinlikle değil. Bence İzlanda geneli için şöyle bir
ortalama oldukça gerçekçi: saatte maksimum 80-90 km. Bazen bu 40-50 km'ye düşmek
zorunda kalır. Hele manzara güzelse bizim gibi 50 km’de git dur. Dolayısıyla,
yola çıkarken bunu bilmek lazım. Bir de benzin istasyonları olayı var burada.
Yeri gelince onu da anlatayım.
Eksik birşey kalmayacak, merak etme. Burada gerekli tüm bilgileri (dilersen
beni de) alıp, doğrudan İzlanda atlarının yelelerini okşamaya gideceksin. Evet,
dediğim gibi Kadir abi gördü burayı. Hadi bir girelim dedi. Ben etimoloji
konusundaki merakımdan dolayı hemen oracıkta aksansız İzlandacayı sökmeye
başladım. Thing (şing) diye okunuyor, Thing, King yani Kral, vellir ise valley
yani vadi. Voila! Kral vadisi... işte bu kadar! Ama bu değilmiş dostum. Thing
“buluşma, bir araya gelmek” vellr ise “mera, otlak” anlamı varmış. Yani
toplantı alanı. Çünkü burada ilk İzlanda parlamentosu kurulmuş (930 İ.S.). Görsel
olarak çok etkileyici olduğu söylenemez. Az derinlikte bir vadi ve çevresi bir
hayli sulak. Girişte geniş sayılabilecek bir otopark, orta büyüklükte modern ve
güzel bir tesis ve vadiyi yukarıdan izleyebileceğiniz ahşap bir yürüyüş yolu
sizi karşılıyor (Şekil 7). Burayı ünlü yapan konulardan biri ülkenin ataları
denen ve tüm ülkede neredeyse hiçbir izini bulamayacağınız Vikinglerin ilk
gelip yerleştikleri yer olması (bize söylenilen bu. Yalansa da İzlanda yalanı).
Burada temmuz ayında bile kıçlarının donduğu kesin ve buralarda ne buldular da
yediler bilinmez. Yani biz “bu kuzu tandır az pişmiş kemikten dökümüyor” falan
diye şikayet ederken bunlar rotten shark’ı boşuna keşfetmediler. Rotten
shark ne midir? İlginizi çekerse https://www.youtube.com/watch?v=-xhfJRdwHnU
videosunun ortalama yarısından sonra Gordon Ramsay’ın Brennivin- Rotten Shark
tecrübesini izleyebilir, yetmez ve ben de evde bundan yapmak istiyorum derseniz
https://www.youtube.com/watch?v=mbYqznD0R5M
linkinden tarifini alabilirsiniz. Biz İzlanda’da sudan çok Brennivin içtik ama
Rotten Shark’ı yemeye nail olamadık. Evet, neyse dönelim konumuza. Ancak burası
için bence yukarıdaki hikayeden daha ilginç olanı burada orta atlantik sırtın
krestinin geçtiği bir vadi ve kuzey Amerikan-Avrasya tektonik plakalarının
birleşim yerinin bulunması. Yani iki kıta İzlanda’nın tam ortasından geçen bir
hatta birbirlerinden ayrılıyorlar. Asıl doğa olayı budur. Bazı turistler
buradaki Thingvallavatn gölinde dalmak ve Silfra yarığındaki tektonik
plakaların birbirinden ayrıldığı bölgeleri görmek gibi aktiviteler yapıyorlar.
Ama dediğim gibi programda olmayan bir aktiviteydi bu bizim için.
Platforma doğru yürüyüp şu Amerikalı
turistlerden boş bir yer bulursanız, bir önceki fotoğrafa göre sağ öne doğru
baktığınızda göreceğiniz manzara Şekil 8’de. Sola doğru ilerlediğinizde,
platform sonlanıyor ve aşağıya doğru vadinin uzanan bir bölümü var. Burada
düzgün bir yürüyüş yolu yapılmış (Şekil 9). Ayrıca platformun alt kısmına denk gelen alanda daha doğal bir yürüyüş yolu ile vadiyi gezebilmek mümkün. Daha detaylı bilgi arayanlar http://www.thingvellir.is/english.aspx sitesinden bulabilir. Belki birçok turist için çok ilginç gelebilir bu vadi. Ama biz bir arkadaşa bakıp çıkacağız diyecek kadar kaldık. Yolumuz uzundu.
|
Şekil 6.
Reykjavik-Thingvellir ulusal parkı arasındaki yol.
|
|
Şekil 7. Otoparktan 200 m kadar yürüyünce bu ahşap yürüyüş platformuna ulaşıyorsunuz. Böylelikle kısmen vadiyi, biraz da o sulak bölgeyi görebilmek mümkün. |
|
Şekil 8. Platform’da görünüm. |
Yolda ileride Selfoss-Geysir kavşağında
Geysire’e doğru sola döndük. İleride çiftliklerde İzlandik atları görmeye
başladık (Şekil 10). Durup inmedik, çünkü bunlardan daha çok göreceğimizi
biliyorduk. Bir süre daha ilerledikten sonra Geysir’e geldik. Şimdi burayı
biraz detaylıca anlatacağım ki böyle bir tesiste neler var bilelim. Öncelikle
tesis... Tesis demek nimet demek, çünkü çok sık tesis yok. Bu hem benzin, hem
de birşeyler yemek-içmek, alış-veriş veya tuvalet anlamında önemli. Alışveriş
dediğim hediyelik eşya. Çoğu normalin çok üstünde pahalı ürünler. İzlanda,
hediyelik eşya anlamında Avrupa’nın genelinden saçmalık derecesinde çok daha
pahalı. İzlanda’nın tüm güney bölgesinde Vik’e kadar tesis ve benzinlik
sıkıntısı yok, rahat olun. 100-200 km aralığında mutlaka bunlardan görürsünüz.
Kaçırmazsınız, çünkü hepsi anayol üzerinde. Ama gördüğünüzde nasılsa bundan
hemen sonra bir tane daha vardır demeyin, çünkü yakında hiç yoktur (Şekil
11-12). Tesisler modern yapılar olup aşağı yukarı aynı büyüklükte ve donanıma
sahipler. Yemek çeşitleri çoktur ve genellikle kötü değildir. Ortalama bir İzlandalı’nın beyninin işleme şeklinin bizdeki “çarıklı erkan-ı harp” karşılığı kurnaz ve ahlak yoksunu zihniyet olduğunu bilin. O hep sizden olabildiğince almaya ve gizlice kandırmaya çalışacak,
|
Şekil 9. Thingvellir
ulusal parkı.
|
kendinin zeki, sizin aptal olduğunuzu düşünecektir. Bunun çok tipik “cahiliye devri” insanının beyin çalışma şeklinin olduğunu ve ırklar arasında farklılık göstermediğini burada demonstratif olarak görebilirsiniz (Şekil 13). Gelelim
benzin almaya. Burası başlangçta garip gelecek ama korkma. İzlanda’da benzin
istasyonları acaba nerelerde var diye merak ediyorsan
http://www.skeljungur.is/english/consumer/gas-stations/?name=West
http://www.olis.is/english/stations/ob-kirkjubaejarklaustur/137
sitelerine bakmanı öneririm. En çok bulunanı N1. İstersen, bu tesisin kasasından (burayı yavaş oku), kasa dediğim hediyelik eşya veya yiyecek için ödeme yaptığın tesisin kasası, ben benzin kartı almak istiyorum deyip 10.000 izlanda kronuna kadar dolan bir kart alabilirsin. Bence en iyi seçenek bu. Bunun şu faydası olacaktır: benzin ödediğinde, bu kartı kullanırsan sen ne kadar benzin aldıysan sadece onun karşılığı tutar o karttan çekilecektir. Zaten öyle olması gerekmiyor mu deme. Burası İzlanda diyorum anlamadın henüz. Ben bu işlere girmem dersen ve kendi kredi kartını kullanırsan şöyle bir hadise oluyor: 1. Zaten benzini kendin alıyorsun, biliyorsun değil mi? Yani sana birisinin, yardım etmesini bekleme. 2. Benzinlikte, kartını yerleştirdiğin ve sana aşama aşama ne yapman gerektiğini bildiren bir ödeme bölümü var (Şekil 14). Eğer kendi kredi kartını kullanırsan ve örneğin 1000 kronluk bile benzin alsan, ödemeden hemen sonra bankandan cep telefonuna “kredi kartınızdan 25000 kron çekilmiştir. Kartınız kullanıma kapatılmıştır” diye mesaj geliyor. Ne güzel değil mi? İşte soğuk havada ısınmanın en kolay yolu. Korkma. İzlanda’dasın diyorum. İzlanda’da işler böyle yürüyor. Önce alınabilecek en büyük tutarı hörk diye söküyorlar. Sonra bunun içinden gerçek kullanım dışındaki kısmı hesaba geri düşüyorlar. Dolayısıyla kredi kartıyla ödeme yaptıysan, bankanın işlemi onaylamasına izin ver. Dedim ya çarıklı erkan-ı harp zihniyeti. Önce ne kadar söksem, yolsam. Daha neler göreceksin medeniyet adına bir bilsen şu canım İzlanda’da. Benzini aldın. “Oh” dedin nasılsa Murat bana bunları söylemişti önceden. Artık bir kahve içeyim. Ne kadar ödeyeceksin biliyor musun? Ortalama bir Americano 600-800 Kron, bir shot Brennivin (İzlanda votkası diyelim) 900 Kron (Şekil 15). Bunun ne demek olduğunu şöyle anlatmaya çalışayım… Bir ŞİŞE Brennivin havalimanında (ki burasının da marketten pahalı olduğunu unutma) 900 Kron. İstersen Reykjavik’e ilk geldiğinde oradaki bir marketten sen en iyisi mi bir şişe Brennivin al. Benim içi de bir shot dik (veya benimle). Yoksa artık biliyorsun: Bir şişe fiyatına bir shot. İzlanda’ya hoşgeldin.
|
Şekil 10. Bir çiftlikte
İzlanda atları. Bu atlar zannedildiği gibi vahşi doğada tek başlarına
dolaşmıyorlar. İzlandalı bunları öyle başıboş bırakmaz emin olun. Biz bütün
ülkede hep aynen bu şekilde dikenli çitlerin içinde İzlanda atlarını gördük. |
|
Şekil 11. Geysir’deki
tesisin içi.
|
|
Şekil 12. Tesis’in
dıştan görüntüsü.
|
|
Şekil 13. Tanıdık geldi
mi? Hani bizde “dışarıdan içeçek yiyecek getirmek yasaktır” ifadesine
benzemiyor mu?
|
|
Şekil 14. Bizim Kadir
hoca ödeme bölümünde işlem yaparken.
|
|
Şekil
15. İzlanda kronu.
|
Giderken yanıma İzlanda
kronu alayım demene gerek yok. Zaten bulamazsın. Dolar veya Euro götür sana İzlanda kronu
olarak geri ödeyeceklerdir. Euro veya dolar geri ödemesi yapmazlar bilesin.
Şimdi benzinimizi almış, kahvemizi de içmiş olarak yolun hemen karşı
tarafındaki geysire geçelim. İzlanda, sıcak yeraltı su kaynakları konusunda çok
zengin ve ülkede ısınma ve sıcak su bu şekilde sağlanıyor.
Ortamda yoğun ve hoş olmayan bir gaz kokusu olduğunu,
küçük su akıntılarının aslında oldukça asitli bir kaynaktan geldiğini ve
ilerlemekte olduğun patikanın ilerisinde ortalama 10 dakikada bir bir geysirin
havaya püskürdüğünü düşün. Böyle bir yer. Çok turist var çok (Şekil 16-18). Ve
hepsi aslında burada içerideki en büyük Geysir’in patlamasını izlemeye gelmiş
insanlar. Gerçekten ilginç bir görüntü, görmeye değer bir doğa olayı. Tavsiye
ederim. Her ne kadar patlama olayı ilginç olsa da çok geniş olmayan ve çevresi
görsel olarak çok değişik olmayan bir yer burası. İlerideki yazılardan birinde
kuzeyde Myvatn bölgesindeki bir geyser alanına gireceğiz. O bundan çok daha
güzel ve geniş bir alanda bulunan bir doğa harikası (her ne kadar öyle kokmasa
da). Şimdi buradan çıkıp biraz daha kuzeye doğru gideceğiz. Çok ileride değil,
orada bizi bekleyen ve İzlanda yaylalarına gelmeden hemen önce bulunan Gullfoss
var. Onu bir sonraki yazıya bırakıyorum…
|
Şekil 16. Strokkur Geysir’e ilk girildiğinde soldaki
küçük ama fokurdayan kaynaklar.
|
|
Şekil 17. Evet biraz daha yaklaşıyoruz.
|
|
Şekil 18. Tam patlama anında Strokkur Geysir- sizler için.
|