25 Kasım 2016 Cuma

İzlanda: Reykjavik’ten Thingvellir Ulusal Parkı ve Strokkur Geyser

 
 İzlanda’ya yolculuğumuz Ankara’dan başladı. Bazı konuların detaylarına sırası geldiğinde gireceğim ki siz yapmaya kalkışırsanız, başınıza gelebilecekleri şimdiden tahmin edin. Öncelikle Ankara’dan Münih’e ortalama 3-3:15 saat süren bir uçak yolculuğu yaptık. Lufthansa havayollarıyla yaptığımız bu yolculukta açık söylemek gerekirse bilet alımından, uçağa binene kadar gereksiz birçok problem yaşadık. Bunları özellikle yazmak istiyorum dikkat edin diye. Lufthansa havayolları her ne kadar dünyanın en bilmeme sırasındaki havayolu şirketi olsa da ülkemizde tecrübe ettiğim hizmeti şöyle: bileti satın almak için eğer interneti kullanmamışsanız vay halinize... Ankara Esenboğa veya İstanbul Atatürk Havalimanlarındaki büroya “yüzlerce kez” telefon açıyorsunuz ama cevap veren yok. Tadından yenmez bir durum. Sonradan öğreniyorsunuz ki buradaki personel hakkında bilmediğiniz bir gerçek var: sadece uçaktan birkaç saat önceden gelip, sonrasında hemen ayrılıyorlar. Peki uçak ne zaman kalkıyor ki ona göre bürodakileri yakalamaya çalışayım? Böyle bir saçmalık var mı? İşte böyle olunca yakalamanız tesadüfen olabiliyor. Yani saatlerce arayıp boş çalan bir telefonla karşılaşabilirsiniz. Ben bunu bir yolcunun bileti için maalesef yaşadım. Bilet alırken bilgilendirme yetersiz oluyor. Unutmayın, onlar bagaj konusunda sizi asla uyarmayacaklardır. Örneğin, size uygun fiyatlı bir ekonomi yolcu bileti olduğunu söyleyebilirler ama bu biletin bagajsız/veya sadece kabin bagajlı yolcu için olduğunu söylemezler. İşte onları, siz potansiyel bir Lufthansa yolcusu bilinciyle uyaracak ve kontrol etmesini isteyeceksiniz. Ben bu söylediklerimi bizzat yapmama karşın (bagaj hakkını kontrol ettirmek dahil) aldığım biletlerden bir tanesinin gidişini yine de sadece kabin bagajlı kesmeyi başardılar. İnternetten konfirmasyon mesajı geldiğinde görebildim. Telefonda konuştuktan bir süre sonra geldi. Onlara sadece büyük bir yuh! diyorum. Sonradan düzelttirmek için defalarca aradım ama dediğim gibi telefonu açmıyorlar. Ayrıca, bu ikinci yolcu için bileti alırken, telefon hattındaki görevli uçakta sadece bir adet ekonomi bileti olduğunu söyleyip onu bana verdiğini söyledi. Külliyen yalanmış. Uçağa bindik ki neredeyse bomboştu. Uçakta hosteslerden bir plastik bardak istedik (viski içmek için) bardağı neden istediğimizi sordular. “Şekerim sizin ikram etmediğiniz viski için” dedik mecburen. Zaten doğru dürüst servisleri yoktu. Sanki tatile değil toplama kampına götürüyorlardı bizi yahu. Şimdi Türk havayollarıyla gitseydik bırak bu soruları sormayı, hostesler memnun etmek için viski üzerine viski koşuşturur, mezeler havalarda uçuşurdu. Bir ayak masajı yapmadıkları kalırdı. Hele yolculuğun şöyle 20. dakikası gibi o mikrofonikleştirilmiş ve hep aynı olan pilot sesinden “Sevgili yolcular kaptan pilotunuz konuşuyor...” duyulmuyor mu? Burada o bile yoktu. Maalesef Türk Havayollarının İzlanda’ya seferi yok. Hep bundan oluyor bu işler.
            Münih’e indik. Bir sonraki adım için önümüzde birkaç saat vardı. Yemek yedik biraz dolaştık. Münih-Reykjavik arasını yine Lufthansa ile gittik ama bu sefer ilk yolculuğumuz gibi değildi. Sanki bütün Almanya değil dostum, Birleşmiş Milletler toplantısı varmış gibi her memleketin temsilcisi Reykjavik’e gidiyor düşün. O köhne uçan teneke yerine, Airbus A321 vardı bu sefer. Oldukça büyük sayılabilecek bir uçak ve konforlu bir uçuştu diyebilirim. Bunlar benim için önemli, çünkü uçaktan korkan yolcular arasında olduğumu söyleyebilirim. Ortalama 4 saat kadar süren bu yolculuğun bir kısmından sonra güneş “doğmaya” başladı ve kendilerinin İzlandalı olduklarını hemen anladığım birkaç kişi hemen uçaktan sıkılıp volta atmaya başladılar. Hatta kalkış hariç çok büyük bir bölümünü ayakta gidenler bile oldu. Belki de bu yolcular havaalanı trafik polisi ceza kesmesin diye uçak kalkarken koridora çömelmiş ve aslında son anda 2. pilottan bilet almış ayakta seyahat eden yolculardı. İşte bundan airbus dedi almanlar bu uçağa (Dalga geçiyorum). Nefis bir yolculuk, şahane servis, güzel hostesler ve kızıl bir gündoğumunun bizi adeta karşıladığı bir gökyüzü ile seyahatimiz sona erdiğinde orada gece saat 01:00 civarındaydı. Yani daha güneş yeni “batmıştı”. Eveet. Biraz yorgunduk ama daha şimdi başlıyordu şölen. Reykjavik havalimanı her yıl binlerce turist gelmesine karşın İzlandalıların cimriliğinden küçük, bakımsız ve köhne bir havalimanı olarak gerçeğini koruyor. Bizim ülkemizdeki bütün havalimalarından daha kötü olduğunu net söyleyebilirim. Bir kargaşa, bir kaos. Et ete, yapış yapış her yer. Bagajları aldığınız yere geldiğinizde bagajınızın kaybolmuş olduğunu düşünebilirsiniz. Bir de bizi beğenmezler bunlar. Havalimanından çıktığınızda otobüse bitmek için temmuz soğuğunda yürümek ve beklemek zorunda kalacağınızı şimdiden bilin. Biz otobüse binmek zorundaydık, çünkü aracı havalimanının bir ucundaki araç kiralama ofisinden alacaktık.
            Ofise gittik. Aracı aldık. Aracı alırken burada mutlaka taş çarpmalarına karşı sigorta yaptırın, çünkü İzlanda’nın bazı yolları biraz hallice stabilize yol gibi. Peki yanıma GPS alsam mı veya araç için navigasyon alayım mı? diye sorabilirsiniz. Bence cevap evet. Ben giderken yanıma bir GPS cihazı alıp, ona Nordik harita yüklettim. Ayrıca araç için navigasyonu da aracı teslim aldığımız yerden aldık. Peki sonunda ne kullandık? Yola çıkmadan önce telefon hattım ve internet için operatörden bir paket almıştım. Kendi cep telefonumdaki harita ve navigasyonu kullandım. Ziyadesiyle yetti. Ancak, İzlandanın halka (ring) değil ama dağlık bölgelerinin derinlerine tek başınıza gidecekseniz ve beni yanınızda götürmüyorsanız alacağınız olsun. Hayır hayır. GPS gerekir diye düşünüyorum. Yine de çok problem değil, diyorum ya beni yanınıza alın kaybolmazsınız, söz. Havalimanı Reykjavik arası 45 dakika sürüyor. Aracı aldık. Görevliye Reykjavik’e ne kadar sürede gidebileceğimizi sorduk. Belli olmaz, bugün cumartesi gece hayatı var. Yollar çok kalabalıktır. Uzun sürebilir dedi. Arkadaş nereye geldik biz dedik. İzlandalı da İstanbulludan az değilmiş. Yola çıktık. Giderken alacakaranlığın artmadığını ve tam karanlık olmadığını bilakis gökyüzünün aydınlanmaya başladığını gördük. Bu benim için iyi haberdi. Şehire vardığımızda Kadir abiye dedim ki “farkettin mi doğru dürüst ne bir araba ne de insan gördük”. Araç kiralama ofisindeki çocuk İzlanda kriterlerine göre konuşmuştu herhalde. Toplam 300.000 nüfüslü İzlanda da -gözünü seveyim- ne kalabalığı ve trafiği olabilirdi ki?
            Otele geldik. Yorgunduk. Check-in ve doğrudan havada süzülürken pijama giyilir ve doğrudan uyku. Zaten birkaç saat uyuyup kalktık. Sanki vakumlu poşetlerde saklanmış ve ilk günkü tazeliğini koruyan fıstık gibi hissediyorduk. Kahvaltıya indik. Nordik kahvaltı bizim alıştığımızdan oldukça farklı. Bu yazı dizisinin sonunda size klasik İzlanda kahvaltı tabağının fotoğrafını göstereceğimden şimdi geçiyorum. Sebze ve meyve seçenekleri burada oldukça zayıf. Çoğu plastik görünümünde ve tatsız. Gerçi bizde de tarım reformuyla artık eski yediğimiz kokulu domatesler bulunamıyor ama buradaki bir başka level dostum. Açık büfede genelde “kuru” denilebilecek bir kahvaltı görüntüsü var. Tost malzemeleri (peynir jambon vs), biraz marmelat, tereyağı (Smjör-bunu unutmayın), yulaf çeşitleri, süt ve buraya özgün yoğurt olan Skyr. (Şekil 3). Aşağı yukarı bu kadar. Skyr ilk gördüğümde tam anlayamadığım bir üründü. Burada çok popüler. Süzme yoğurt kıvamına yakın ve bizim yoğurttan daha lezzetli. Proteinden zengin, yağ oranı az ve besin özelliği bizim yoğurt ve kefirden daha yüksek. Gerçekten öyle. Dilerseniz internetten araştırabilir, hatta Skyr starter sipariş edebilirsiniz. Ben yaptım ve şimdi kendim için İzlanda yoğurdu yapmaya başladım.
            Elimde kameramla biraz çekinerek de olsa çevremde fotoğraf çekmeye başladım. Zaten bu iş için gelmiştik. Hava kapalı ve Ankara’dan soğuktu (Ankara 36, Reykjavik 13 derece). Çok dert değildi, çünkü hazırlıklı gelmiştik. Zaten birkaç gün içinde alışacağımızı düşünüyorduk. Çevremizde çok fazla Amerika’lı turist vardı ve her zamanki gibi genel kibirli hallerini koruyorlardı. Hele dönüşümüzde uçağa herkesten önce binmeye çalışan bir grup Amerikalı’yı görmenizi isterdim. İbretlikti. Artık Trump etkisiyle cahil ve ekonomik olarak zayıf olan orta direk Amerika’lıların neler yapacağını hep birlikte göreceğiz. Dışarı çıktık. Turist oldukları her hallerinden belli olan insanlar ortalıkta dolaşıyorlardı (Şekil 4).
Şekil 3. İlk gece konakladığımız otel. Birçok konuğun yabancı turist olduğunu söyleyebilirim.
Şekil 4. Sanıyorum bu fotoğrafta hem öndeki hem de arkadaki birbirinden bağımsız olan iki grubun tamamı yabancı turist.
Süpermarketten su alıp yola koyulduk. Bunu özellikle yazdım. Burada pet su almanıza gerek yok, tüm sular içilebiliyor deniyor. Ama bu suların büyük kısmı (musluk ve duş dahil) kaplıca suyu gibi kokuyor biliyor musunuz?. Kokmayan da var ama bunun garantisi yok. Ben yola çıkmadan önce yanıma “life straw” almıştım (bkz. http://lifestraw.com/). Bu tip yerler için tavsiye ederim. Gerekirse dereden bile rahatlıkla içersiniz.
     Yolumuz uzundu. Başlangıçta hemen kaybolacakmışsın hissi gelse de dolaşmak için koca bir ülke bizi bekliyordu ve zaman aleyhimize işliyordu. İlk önce genellikle turistlerin gözlerini boyamak için yutturulan “golden circle” ‘ın bir bölümünü görecek (Şekil 5) ve oradan güneye doğru hareket edecektik. Şimdi bakalım bu yazıya ne kadarını yazacağım..
Şekil 5. İlk etapta Reykjavikten (C noktası) Thingvellir (D) ve oradan da Geser Strokkur (E).
    Reykjavikten Geyser Strokkur’a doğru yola çıktık. Buradaki geyser ülkedeki belki yüzlerce geyserden biri sadece. Kuzeyde de ayrıca gideceğiz ve bundan daha geniş ve büyük bir alana yayılmış, daha güzel olanına. Ancak, dedim ya burası 1-2 saat uzaklıkta olduğundan, birçok turist kafilesinin gözlerini boyamak için harika bir yer. Thingvellir için ayrıca bir yoldan gidilmiyor. Haritadan da görülebileceği gibi yarı yolda sağ tarafınızda bir hafif yol ayırımıyla hemen ulaşabileceğiniz bir yer. Zaten İzlanda da birçok yere ulaşım ve düzgün tesis bu anlamda var, çünkü onların bir numaralı geçim kaynakları doğal güzellikleri “görsel olarak” pazarlamak. Kendisini satmak değil. Büyük şelalelerin tepesine kadar uzanan düzgün merdivenler sadece bizim ülkemizde hayal. Burada gerçek ve detaylarıyla göstereceğim. Benim aslında Reykjavik’ten 40 km kadar kuzeydoğuda bulunan Thingvellir ulusal parkına gitme planım yoktu. (Şekil 6) Arabayla giderken Kadir abi gördü tesadüfen. Benim neden yoktu? Çünkü yaş ortalaması yüksek turistler için cazip olan bu park hep insan dolu oluyordu ve o kadar insan da doğa fotoğrafı çekmek istediğiniz zaman kompozisyonu ne kadar güzelleştiriyor bilmem. Birazdan siz karar verin. Yol tek şerit asfalt yol olup, İzlanda’yı çevreleyen halkanın doğu-kuzey bağlantısının bir bölümü hariç böyle. Duble yol yok kardeşim burada. Paralı yol yok. Şehirlerarası yolda yola pusu kurmuş radar hiç yok. Ama saygı var. Böyle olunca yol boş diye basmıyorsun. Zaten gaza basıp çok hızlı gidebileceğin yollar kesinlikle değil. Bence İzlanda geneli için şöyle bir ortalama oldukça gerçekçi: saatte maksimum 80-90 km. Bazen bu 40-50 km'ye düşmek zorunda kalır. Hele manzara güzelse bizim gibi 50 km’de git dur. Dolayısıyla, yola çıkarken bunu bilmek lazım. Bir de benzin istasyonları olayı var burada. Yeri gelince onu da anlatayım. Eksik birşey kalmayacak, merak etme. Burada gerekli tüm bilgileri (dilersen beni de) alıp, doğrudan İzlanda atlarının yelelerini okşamaya gideceksin. Evet, dediğim gibi Kadir abi gördü burayı. Hadi bir girelim dedi. Ben etimoloji konusundaki merakımdan dolayı hemen oracıkta aksansız İzlandacayı sökmeye başladım. Thing (şing) diye okunuyor, Thing, King yani Kral, vellir ise valley yani vadi. Voila! Kral vadisi... işte bu kadar! Ama bu değilmiş dostum. Thing “buluşma, bir araya gelmek” vellr ise “mera, otlak” anlamı varmış. Yani toplantı alanı. Çünkü burada ilk İzlanda parlamentosu kurulmuş (930 İ.S.). Görsel olarak çok etkileyici olduğu söylenemez. Az derinlikte bir vadi ve çevresi bir hayli sulak. Girişte geniş sayılabilecek bir otopark, orta büyüklükte modern ve güzel bir tesis ve vadiyi yukarıdan izleyebileceğiniz ahşap bir yürüyüş yolu sizi karşılıyor (Şekil 7). Burayı ünlü yapan konulardan biri ülkenin ataları denen ve tüm ülkede neredeyse hiçbir izini bulamayacağınız Vikinglerin ilk gelip yerleştikleri yer olması (bize söylenilen bu. Yalansa da İzlanda yalanı). Burada temmuz ayında bile kıçlarının donduğu kesin ve buralarda ne buldular da yediler bilinmez. Yani biz “bu kuzu tandır az pişmiş kemikten dökümüyor” falan diye şikayet ederken bunlar rotten shark’ı boşuna keşfetmediler. Rotten shark ne midir? İlginizi çekerse https://www.youtube.com/watch?v=-xhfJRdwHnU videosunun ortalama yarısından sonra Gordon Ramsay’ın Brennivin- Rotten Shark tecrübesini izleyebilir, yetmez ve ben de evde bundan yapmak istiyorum derseniz https://www.youtube.com/watch?v=mbYqznD0R5M linkinden tarifini alabilirsiniz. Biz İzlanda’da sudan çok Brennivin içtik ama Rotten Shark’ı yemeye nail olamadık. Evet, neyse dönelim konumuza. Ancak burası için bence yukarıdaki hikayeden daha ilginç olanı burada orta atlantik sırtın krestinin geçtiği bir vadi ve kuzey Amerikan-Avrasya tektonik plakalarının birleşim yerinin bulunması. Yani iki kıta İzlanda’nın tam ortasından geçen bir hatta birbirlerinden ayrılıyorlar. Asıl doğa olayı budur. Bazı turistler buradaki Thingvallavatn gölinde dalmak ve Silfra yarığındaki tektonik plakaların birbirinden ayrıldığı bölgeleri görmek gibi aktiviteler yapıyorlar. Ama dediğim gibi programda olmayan bir aktiviteydi bu bizim için.
       Platforma doğru yürüyüp şu Amerikalı turistlerden boş bir yer bulursanız, bir önceki fotoğrafa göre sağ öne doğru baktığınızda göreceğiniz manzara Şekil 8’de. Sola doğru ilerlediğinizde, platform sonlanıyor ve aşağıya doğru vadinin uzanan bir bölümü var. Burada düzgün bir yürüyüş yolu yapılmış (Şekil 9). Ayrıca platformun alt kısmına denk gelen alanda daha doğal bir yürüyüş yolu ile vadiyi gezebilmek mümkün. Daha detaylı bilgi arayanlar http://www.thingvellir.is/english.aspx sitesinden bulabilir. Belki birçok turist için çok ilginç gelebilir bu vadi. Ama biz bir arkadaşa bakıp çıkacağız diyecek kadar kaldık. Yolumuz uzundu.

Şekil 6. Reykjavik-Thingvellir ulusal parkı arasındaki yol.

 
Şekil 7. Otoparktan 200 m kadar yürüyünce bu ahşap yürüyüş platformuna ulaşıyorsunuz. Böylelikle kısmen vadiyi, biraz da o sulak bölgeyi görebilmek mümkün.




 



Şekil 8. Platform’da görünüm.





 
 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


 
 

Yolda ileride Selfoss-Geysir kavşağında Geysire’e doğru sola döndük. İleride çiftliklerde İzlandik atları görmeye başladık (Şekil 10). Durup inmedik, çünkü bunlardan daha çok göreceğimizi biliyorduk. Bir süre daha ilerledikten sonra Geysir’e geldik. Şimdi burayı biraz detaylıca anlatacağım ki böyle bir tesiste neler var bilelim. Öncelikle tesis... Tesis demek nimet demek, çünkü çok sık tesis yok. Bu hem benzin, hem de birşeyler yemek-içmek, alış-veriş veya tuvalet anlamında önemli. Alışveriş dediğim hediyelik eşya. Çoğu normalin çok üstünde pahalı ürünler. İzlanda, hediyelik eşya anlamında Avrupa’nın genelinden saçmalık derecesinde çok daha pahalı. İzlanda’nın tüm güney bölgesinde Vik’e kadar tesis ve benzinlik sıkıntısı yok, rahat olun. 100-200 km aralığında mutlaka bunlardan görürsünüz. Kaçırmazsınız, çünkü hepsi anayol üzerinde. Ama gördüğünüzde nasılsa bundan hemen sonra bir tane daha vardır demeyin, çünkü yakında hiç yoktur (Şekil 11-12). Tesisler modern yapılar olup aşağı yukarı aynı büyüklükte ve donanıma sahipler. Yemek çeşitleri çoktur ve genellikle kötü değildir. Ortalama bir İzlandalı’nın beyninin işleme şeklinin bizdeki “çarıklı erkan-ı harp” karşılığı kurnaz ve ahlak yoksunu zihniyet olduğunu bilin. O hep sizden olabildiğince almaya ve gizlice kandırmaya çalışacak,

Şekil 9. Thingvellir ulusal parkı.
kendinin zeki, sizin aptal olduğunuzu düşünecektir. Bunun çok tipik “cahiliye devri” insanının beyin çalışma şeklinin olduğunu ve ırklar arasında farklılık göstermediğini burada demonstratif olarak görebilirsiniz (Şekil 13). Gelelim benzin almaya. Burası başlangçta garip gelecek ama korkma. İzlanda’da benzin istasyonları acaba nerelerde var diye merak ediyorsan
http://www.skeljungur.is/english/consumer/gas-stations/?name=West
http://www.olis.is/english/stations/ob-kirkjubaejarklaustur/137

sitelerine bakmanı öneririm. En çok bulunanı N1. İstersen, bu tesisin kasasından (burayı yavaş oku), kasa dediğim hediyelik eşya veya yiyecek için ödeme yaptığın tesisin kasası, ben benzin kartı almak istiyorum deyip 10.000 izlanda kronuna kadar dolan bir kart alabilirsin. Bence en iyi seçenek bu. Bunun şu faydası olacaktır: benzin ödediğinde, bu kartı kullanırsan sen ne kadar benzin aldıysan sadece onun karşılığı tutar o karttan çekilecektir. Zaten öyle olması gerekmiyor mu deme. Burası İzlanda diyorum anlamadın henüz. Ben bu işlere girmem dersen ve kendi kredi kartını kullanırsan şöyle bir hadise oluyor: 1. Zaten benzini kendin alıyorsun, biliyorsun değil mi? Yani sana birisinin, yardım etmesini bekleme. 2. Benzinlikte, kartını yerleştirdiğin ve sana aşama aşama ne yapman gerektiğini bildiren bir ödeme bölümü var (Şekil 14). Eğer kendi kredi kartını kullanırsan ve örneğin 1000 kronluk bile benzin alsan, ödemeden hemen sonra bankandan cep telefonuna “kredi kartınızdan 25000 kron çekilmiştir. Kartınız kullanıma kapatılmıştır” diye mesaj geliyor. Ne güzel değil mi? İşte soğuk havada ısınmanın en kolay yolu. Korkma. İzlanda’dasın diyorum. İzlanda’da işler böyle yürüyor. Önce alınabilecek en büyük tutarı hörk diye söküyorlar. Sonra bunun içinden gerçek kullanım dışındaki kısmı hesaba geri düşüyorlar. Dolayısıyla kredi kartıyla ödeme yaptıysan, bankanın işlemi onaylamasına izin ver. Dedim ya çarıklı erkan-ı harp zihniyeti. Önce ne kadar söksem, yolsam. Daha neler göreceksin medeniyet adına bir bilsen şu canım İzlanda’da. Benzini aldın. “Oh” dedin nasılsa Murat bana bunları söylemişti önceden. Artık bir kahve içeyim. Ne kadar ödeyeceksin biliyor musun? Ortalama bir Americano 600-800 Kron, bir shot Brennivin (İzlanda votkası diyelim) 900 Kron (Şekil 15). Bunun ne demek olduğunu şöyle anlatmaya çalışayım… Bir ŞİŞE Brennivin havalimanında (ki burasının da marketten pahalı olduğunu unutma) 900 Kron. İstersen Reykjavik’e ilk geldiğinde oradaki bir marketten sen en iyisi mi bir şişe Brennivin al. Benim içi de bir shot dik (veya benimle). Yoksa artık biliyorsun: Bir şişe fiyatına bir shot. İzlanda’ya hoşgeldin.
Şekil 10. Bir çiftlikte İzlanda atları. Bu atlar zannedildiği gibi vahşi doğada tek başlarına dolaşmıyorlar. İzlandalı bunları öyle başıboş bırakmaz emin olun. Biz bütün ülkede hep aynen bu şekilde dikenli çitlerin içinde İzlanda atlarını gördük.
 

Şekil 11. Geysir’deki tesisin içi.
 









Şekil 12. Tesis’in dıştan görüntüsü.

Şekil 13. Tanıdık geldi mi? Hani bizde “dışarıdan içeçek yiyecek getirmek yasaktır” ifadesine benzemiyor mu?

Şekil 14. Bizim Kadir hoca ödeme bölümünde işlem yaparken.

Şekil 15. İzlanda kronu.
Giderken yanıma İzlanda kronu alayım demene gerek yok. Zaten bulamazsın. Dolar veya Euro götür sana İzlanda kronu olarak geri ödeyeceklerdir. Euro veya dolar geri ödemesi yapmazlar bilesin. Şimdi benzinimizi almış, kahvemizi de içmiş olarak yolun hemen karşı tarafındaki geysire geçelim. İzlanda, sıcak yeraltı su kaynakları konusunda çok zengin ve ülkede ısınma ve sıcak su bu şekilde sağlanıyor.
Ortamda yoğun ve hoş olmayan bir gaz kokusu olduğunu, küçük su akıntılarının aslında oldukça asitli bir kaynaktan geldiğini ve ilerlemekte olduğun patikanın ilerisinde ortalama 10 dakikada bir bir geysirin havaya püskürdüğünü düşün. Böyle bir yer. Çok turist var çok (Şekil 16-18). Ve hepsi aslında burada içerideki en büyük Geysir’in patlamasını izlemeye gelmiş insanlar. Gerçekten ilginç bir görüntü, görmeye değer bir doğa olayı. Tavsiye ederim. Her ne kadar patlama olayı ilginç olsa da çok geniş olmayan ve çevresi görsel olarak çok değişik olmayan bir yer burası. İlerideki yazılardan birinde kuzeyde Myvatn bölgesindeki bir geyser alanına gireceğiz. O bundan çok daha güzel ve geniş bir alanda bulunan bir doğa harikası (her ne kadar öyle kokmasa da). Şimdi buradan çıkıp biraz daha kuzeye doğru gideceğiz. Çok ileride değil, orada bizi bekleyen ve İzlanda yaylalarına gelmeden hemen önce bulunan Gullfoss var. Onu bir sonraki yazıya bırakıyorum…

Şekil 16. Strokkur Geysir’e ilk girildiğinde soldaki küçük ama fokurdayan kaynaklar.


Şekil 17. Evet biraz daha yaklaşıyoruz.

Şekil 18. Tam patlama anında Strokkur Geysir- sizler için.
 

1 yorum:

baldasarejackson dedi ki...

Model 1 Model 1 - ZV-1609: ZV-1609: ZV-1609 ZV-1609: ZV-1609
Model 1 Model 1 - ZV-1609 - titanium dog teeth implants ZV-1609 polished titanium - ZV-1609 - ZV-1609 ZV-1609 - ZV-1609 : ZV-1609. Model 2 - titanium damascus knives ZV-1609. Model 3 - ZV-1609. Model 4 - titanium guitar chords ZV-1609. Model 5 - ZV-1609. Model 6 - ZV-1609. Model 7 - ZV-1609. titanium belly ring