24 Şubat 2015 Salı

Bursa/Gölyazı



       Tarihi Roma dönemine dayanan ve Bursa İzmir karayolunda Uluabat gölü (Apollont gölü) içinde bulunan bir yarım ada olup, Apollon krallığının merkezi olarak geçiyor. Yol ayırımında hemen Gölyazı (Appolonia 5 km) ve Ağlayan çınar tabelalarını görüyorsunuz.
Göl bölgesine zeytin ağaçlarının arasından bir yoldan geçerek ulaşıyorsunuz. Buradaki halkın zaten geçim kaynağı zeytincilik ve balıkçılık. Yaklaştıkça bir yol ayırımına geliyorsunuz ve burada yukarıdaki tabelalara ek olarak Aziz Panteleimon kilisesi, sur duvarları ve giriş kapısı, tiyatro, tarihi hamam tabelaları ekleniyor. Geçtiğim yerde sanki çok sakin bir kasaba havası hakim. Sokak dar olmakla birlikte bir bisiklet yolu yapılmış (Şekil 74). İnsan imreniyor.
Şekil 74. Cumalıkızık’ın girişinde bisiklet yolu.
 Hemen ileride 19 yy.’a ait Aziz Panteleimon kilisesini (bazı kaynaklarda Aziz Constantinus manastırı) görüyorsunuz (Şekil 75). Kilise’nin yanısıra yanındaki ev de yazar ve çevirmenleri ağırlayabilmek için Nilüfer belediyesi tarafından restore edilerek kültürevi olarak hizmete açılmış.
Şekil 75. Aziz Panteleimon kilisesi.
Turist taşıyan otobüslerin park ettiği ve adaya bağlanan köprüye yakın bir alana varıyorum. Burada iki taraflı olarak gölü izleyebilmek mümkün. Ortalık bir anda kalabalıklaşmaya başlıyor. Burası yerli-yabancı turist kaynıyor. Tabi ziyaretçilerin geliş sebepleri çok farklı. Mesela ben o sırada bir boş gezen olarak “temiz” fotografik unsurlar arıyordum. Köprünün kenarından gölün kıyısına doğru ilerledim. Su ürünleri arasında kerevit, sazan, yayın bolca olunca göl kenarında dolaşmakta olan birçok balıkçıl kuş türü görmek mümkün. Bu arada eklemek isterim ki Gölyazında her sene mayıs ayının son haftasında leylek şenlikleri yapılırmış. Bana kısmet olmadı. Dönelim göl kıyısına… Ben o sırada öğlenden sonra orada bulunuyordum ve göl kıyısına indiğimde gölün su seviyesi biraz daha yüksek olsaydı ve parçalı bulutlu bir günde gün batımında buraya gelmiş olsaydım, göl yüzeyinde çok güzel yansımaların olabileceğini anladım (Şekil 76). Köprünün altında birçok yerde balıkçı tekneleri görebilmek mümkün. Ancak şu ana kadar gölde bir kayık görebilmiş değilim. Zaten baktığım batı yönünde (tabi o sırada temmuz ayı olmasının da etkisi vardır ama) su bir kayığın yüzebileceğinden çok sığ görünüyordu (Şekil 77). Köprünün altından doğu yönüne baktığımda ise birkaç tane balıkçı görebildim (Şekil 78). Zaten en derin yeri 4 m olan bu gölde ortalama derinliğin 2.5 mm olduğu söyleniyor.
Şekil 76. Uluabat gölü batı yönü.
 
Şekil 77. Uluabat gölü batı yönünde kıyıda bir kayık.



 
Şekil 78. Uluabat gölü doğu yönünde balıkçılar.

Şekil 79. Ağlayan çınar.
 Köprünün üzerine çıkıp ilerliyorum. Sol tarafta kocaman bir çınar ağacı dikkatimi çekiyor. Bu çınar bir çay bahçesinin tam ortasında. Giriyorum içeriye, yakından bakıyorum evet o. Ağlayan çınar. Üstünden para kazanmak için hapsetmişler çaybahçesine, anasını ağlatmışlar (Şekil 80).
Şekil 80. Ağlayan çınar.
 Biraz ileride bir meydan gibi yere ulaşıyorum ve arabamı buraya park ediyorum. Yakında bir cami ve hemen yakınında yıkık bir sur (Şekil 81). Bunun gibi adanın çevresinde sur kalıntıları mevcut. Belki zaman içinde biraz önce karşılaştığım kilise gibi restore edilir. Gölyazı hakkında bilgi edinmeye çalışırken Aziz Panteleimon kilisesinin önceki haline ait fotoğraflarla karşılaştım. Açıkçası bu yıkık duvardan çok da farklı değildi.  
Şekil 81. Adadaki meydan gibi açık alan.
  Gölün kıyısından ilerlerken, fotoğraf çekmekle ilgilendiğimi gören bir balıkçı yanıma yaklaşarak “seni nilüferlerin yanına götüreyim mi” diye soruyor. Herhalde bu şekilde doğu yönüne doğru kısa turlar yapıyorlar. Her nedense istemiyorum. Önümde bir grup yabancı turist var ve bunların çevredeki bakımsızlık ve pislikten rahatsız olduğunu farkediyorum. Utanıyorum ama yapacak birşey yok. Çevrede öylesine çarpık bir yapılaşma var ki dudak uçuklatacak


Şekil 82. Adanın doğu yönünde kıyıda ilerlerken…



düzeyde (Şekil 82). Rezil olduk diyorum. Turistlerin bu manzarayı gördüklerini daha fazla görmek istemiyorum ve hemen oradan uzaklaşıyorum. Ara sokaklara daldığımda ise karşılaştığım manzara tam bir “kenar mahalle” görüntüsü. Elimde kameramın olduğunu gören birileri nedense rahatsız oluyor ve oradaki daha çarpık olan yapılaşmayı görüntüleyemiyorum. Sokakların pisliğini ise hiç anlatmayayım.

   Yok mu buranın düzgün bir yeri diye dolaşırken Atatürk caddesine yöneliyorum (Şekil 83). Adı cadde olmakla birlikte adanın küçük yüzölçümünden etkilenmiş ve sokak genişliğine düşmüş. Caddenin girişindeki binalar daha önce gördüklerimden nispeten daha bakımlı ve nostaljik (Şekil 84). Acaba tesadüfen mi önceden öyle kötü yapılar gördüm diye kendime soruyorum. Biraz ilerideki sübyan mektebine gidiyorum. Kapalı olduğundan gezebilmek mümkün değilmiş (Şekil 85). Hemen önünde iki kocaman çöp konteynırı var. Çevre düzenlemesini ve özellikle tabelanın arkasında dalgalanan pantolonu bir yabancı turist gördüğünde içinden geçirebileceklerini lütfen düşünün. Bu nasıl turizm?

  Buradan uzaklaşıp meydana doğru geliyorum. Tarihi hamam’a (Şekil 86) yaklaşıp şöyle bir bakıyorum ve başımı çevirdiğimde sağ çaprazda kalan caminin önüne dizilmiş ağzı açık koku salan 5-6 çöp konteynırı daha görüyorum. Son yarım saat içinde gördüklerimle burada bana hitap edecek birşey olmadığına kanaat getirip, hemen oradan uzaklaşıyorum.

Şekil 83. Atatürk caddesi girişi.
 
Şekil 84. Atatürk caddesinde ilerlerken.




Şekil 85. Sübyan mektebi.
Şekil 86. Tarihi hamam ve çevresindeki düzenleme.