Tarihi
Roma dönemine dayanan ve Bursa İzmir karayolunda Uluabat gölü (Apollont gölü)
içinde bulunan bir yarım ada olup, Apollon krallığının merkezi olarak geçiyor.
Yol ayırımında hemen Gölyazı (Appolonia 5 km) ve Ağlayan çınar tabelalarını
görüyorsunuz.
Göl bölgesine zeytin ağaçlarının arasından bir yoldan geçerek ulaşıyorsunuz. Buradaki halkın zaten geçim kaynağı zeytincilik ve balıkçılık. Yaklaştıkça bir yol ayırımına geliyorsunuz ve burada yukarıdaki tabelalara ek olarak Aziz Panteleimon kilisesi, sur duvarları ve giriş kapısı, tiyatro, tarihi hamam tabelaları ekleniyor. Geçtiğim yerde sanki çok sakin bir kasaba havası hakim. Sokak dar olmakla birlikte bir bisiklet yolu yapılmış (Şekil 74). İnsan imreniyor.
Göl bölgesine zeytin ağaçlarının arasından bir yoldan geçerek ulaşıyorsunuz. Buradaki halkın zaten geçim kaynağı zeytincilik ve balıkçılık. Yaklaştıkça bir yol ayırımına geliyorsunuz ve burada yukarıdaki tabelalara ek olarak Aziz Panteleimon kilisesi, sur duvarları ve giriş kapısı, tiyatro, tarihi hamam tabelaları ekleniyor. Geçtiğim yerde sanki çok sakin bir kasaba havası hakim. Sokak dar olmakla birlikte bir bisiklet yolu yapılmış (Şekil 74). İnsan imreniyor.
Şekil 74. Cumalıkızık’ın girişinde bisiklet yolu. |
Hemen ileride 19 yy.’a ait Aziz
Panteleimon kilisesini (bazı kaynaklarda Aziz Constantinus manastırı) görüyorsunuz
(Şekil 75). Kilise’nin yanısıra yanındaki ev de yazar
ve çevirmenleri ağırlayabilmek için Nilüfer belediyesi tarafından
restore edilerek kültürevi olarak hizmete açılmış.
Şekil 75. Aziz Panteleimon kilisesi. |
Turist taşıyan otobüslerin park
ettiği ve adaya bağlanan köprüye yakın bir alana varıyorum. Burada iki taraflı
olarak gölü izleyebilmek mümkün. Ortalık bir anda kalabalıklaşmaya başlıyor.
Burası yerli-yabancı turist kaynıyor. Tabi ziyaretçilerin geliş sebepleri çok
farklı. Mesela ben o sırada bir boş gezen olarak “temiz” fotografik unsurlar
arıyordum. Köprünün kenarından
gölün kıyısına doğru ilerledim. Su ürünleri arasında kerevit, sazan, yayın
bolca olunca göl kenarında dolaşmakta olan birçok balıkçıl kuş türü görmek
mümkün. Bu arada eklemek isterim ki Gölyazında her sene mayıs ayının son
haftasında leylek şenlikleri yapılırmış. Bana kısmet olmadı. Dönelim göl
kıyısına… Ben o sırada öğlenden sonra orada bulunuyordum ve göl kıyısına
indiğimde gölün su seviyesi biraz daha yüksek olsaydı ve parçalı bulutlu bir
günde gün batımında buraya gelmiş olsaydım, göl yüzeyinde çok güzel
yansımaların olabileceğini anladım (Şekil 76). Köprünün altında birçok yerde
balıkçı tekneleri görebilmek mümkün. Ancak şu ana kadar gölde bir kayık görebilmiş
değilim. Zaten baktığım batı yönünde (tabi o sırada temmuz ayı olmasının da
etkisi vardır ama) su bir kayığın yüzebileceğinden çok sığ görünüyordu (Şekil
77). Köprünün altından doğu yönüne baktığımda ise birkaç tane balıkçı
görebildim (Şekil 78). Zaten en derin yeri 4 m olan bu gölde ortalama derinliğin
2.5 mm olduğu söyleniyor.
Şekil 76. Uluabat gölü batı yönü. |
Şekil 79. Ağlayan çınar. |
Köprünün üzerine çıkıp
ilerliyorum. Sol tarafta kocaman bir çınar ağacı dikkatimi çekiyor. Bu çınar
bir çay bahçesinin tam ortasında. Giriyorum içeriye, yakından bakıyorum evet o. Ağlayan çınar. Üstünden para kazanmak için hapsetmişler çaybahçesine, anasını
ağlatmışlar (Şekil 80).
Şekil 80. Ağlayan çınar. |
Biraz ileride bir
meydan gibi yere ulaşıyorum ve arabamı buraya park ediyorum. Yakında bir cami ve
hemen yakınında yıkık bir sur (Şekil 81). Bunun gibi adanın çevresinde sur
kalıntıları mevcut. Belki zaman içinde biraz önce karşılaştığım kilise gibi
restore edilir. Gölyazı hakkında bilgi edinmeye çalışırken Aziz
Panteleimon kilisesinin önceki haline ait fotoğraflarla karşılaştım. Açıkçası
bu yıkık duvardan çok da farklı değildi.
Şekil 81. Adadaki meydan gibi açık alan. |
Gölün
kıyısından ilerlerken, fotoğraf çekmekle ilgilendiğimi gören bir balıkçı yanıma
yaklaşarak “seni nilüferlerin yanına götüreyim mi” diye soruyor. Herhalde bu
şekilde doğu yönüne doğru kısa turlar yapıyorlar. Her nedense istemiyorum.
Önümde bir grup yabancı turist var ve bunların çevredeki bakımsızlık ve
pislikten rahatsız olduğunu farkediyorum. Utanıyorum ama yapacak birşey yok.
Çevrede öylesine çarpık bir yapılaşma var ki dudak uçuklatacak
Şekil 82. Adanın doğu yönünde kıyıda ilerlerken… |
düzeyde (Şekil 82). Rezil olduk
diyorum. Turistlerin bu manzarayı gördüklerini daha fazla görmek istemiyorum ve
hemen oradan uzaklaşıyorum. Ara sokaklara daldığımda ise karşılaştığım manzara
tam bir “kenar mahalle” görüntüsü. Elimde kameramın olduğunu gören birileri
nedense rahatsız oluyor ve oradaki daha çarpık olan yapılaşmayı
görüntüleyemiyorum. Sokakların pisliğini ise hiç anlatmayayım.
Yok
mu buranın düzgün bir yeri diye dolaşırken Atatürk caddesine yöneliyorum (Şekil
83). Adı cadde olmakla birlikte adanın küçük yüzölçümünden etkilenmiş ve sokak
genişliğine düşmüş. Caddenin girişindeki binalar daha önce gördüklerimden
nispeten daha bakımlı ve nostaljik (Şekil 84). Acaba tesadüfen mi önceden öyle kötü
yapılar gördüm diye kendime soruyorum. Biraz ilerideki sübyan mektebine
gidiyorum. Kapalı olduğundan gezebilmek mümkün değilmiş (Şekil 85). Hemen
önünde iki kocaman çöp konteynırı var. Çevre düzenlemesini ve özellikle
tabelanın arkasında dalgalanan pantolonu bir yabancı turist gördüğünde içinden
geçirebileceklerini lütfen düşünün. Bu nasıl turizm?
Buradan
uzaklaşıp meydana doğru geliyorum. Tarihi hamam’a (Şekil 86) yaklaşıp şöyle bir
bakıyorum ve başımı çevirdiğimde sağ çaprazda kalan caminin önüne dizilmiş ağzı
açık koku salan 5-6 çöp konteynırı daha görüyorum. Son yarım saat içinde
gördüklerimle burada bana hitap edecek birşey olmadığına kanaat getirip, hemen
oradan uzaklaşıyorum.
Şekil 83. Atatürk caddesi girişi. |
Şekil 85. Sübyan mektebi. |
Şekil 86. Tarihi hamam ve çevresindeki düzenleme. |