12 Mart 2015 Perşembe

Hüseyin TAŞKIN ile söyleşi


https://instagram.com/huseyintaskin/p/0CsmHvRK_r/
Hani bazı fotoğraflar vardır dostum, kimi zaman kalbinde bir çizik atar, kimi zaman da bir dünya güzeline bakan behlül gibi seni büyüler…. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneğinde (AFSAD) 1. kur eğitimine başladığımda eğitmenimiz Sevgili Mebrur Hatunoğlu hocam bir dersimizde “cümlesi olan fotoğraf” üzerine vurgulama yaparak, konuşan, dolu dolu mesajı olan fotoğrafın katkı değerinin üstünlüğünü katılımcılara anlatmaya çalışıyordu… Robert Doisneau’nun “At the Cafe”si gibi, aslında ortada hiçbir konuşma olmamasına karşın çok şey anlatan fotoğraflar...
Katıksız doğa ile buluşmayı karşı konulmaz bir tutku halinde yaşayan gezginlerin “anı” bir fotoğraf karesiyle kaydetmeleri günümüz gezginliğinin tabiatında var. Peki, bizim için özel olan o anı bir fotoğraf ile daha iyi nasıl kaydedebiliriz? Buna bir cevap bulmak ümidiyle uzun zamandır büyük beğeniyle takip ettiğim Sayın Hüseyin TAŞKIN’ı bugün siz değerli okuyucularımla buluşturmak istedim. Peki neden Hüseyin TAŞKIN? Kendisi bir çoğumuz için instagramda paylaştığı ve özellikle içinde atların olduğu büyüleyici fotoğrafların arkasındaki hakikat avcısı. Sadece o kadar mı? Her fotoğrafında cümle değil, sanki kitap var. Benim için en özel yanı ise kadrajında gün ışığını tanrısal bir ışıma boyutuna taşıması! Sanki ışığın şovalyesi... Bu yazıda Hüseyin TAŞKIN’la özellikle doğa/manzara/gezi fotoğrafçılığında tecrübelerinden faydalanacağız.
-Hüseyin Bey hoşgeldiniz. Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız? Bu fotoğrafçılık sevdasının kaynağı nedir? 
Merhaba hoş buldum.. Güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim. Kısaca kendimi tanıtayım. 1979 Kayseri - Sarız doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Sarız’da, lisans eğitimimi ise İstanbul’da yaptım. Marmara Üniversitesi İletişim Fak. mezunuyum. Şu an ise Kayseri’de yaşıyorum ve reklam fotoğrafçılığı yapıyorum. Çocukluğum sakin denilecek bir ilçede geçtiğinden hayallerim hep tersi yönde oldu. Yani daha maceracı hayaller kuruyordum. Bu yüzden Gazeteci olmak istiyordum. Yeleğimi giyip, makinamı boynuma asıp oradan oraya koşarım diyordum. Bu hayal beni heyecanlandırıyordu. Nitekim üniversite tercihimi de gazetecilikten yana kullandım. Fakat gerçekler, hayallerimde durduğu gibi durmuyordu. Staj yaptığım yerlerde çok fazla gözlem yapma şansım oldu.. Yelek yerine kravat, fotoğraf makinası yerine de iş yeri kimlik kartlarını takıyordum. Macera hayallerim plazalardaki yemek kuyruğunda buharlaştı gitti :) Önce gazeteciliği yapamayacağımı, sonra da İstanbul’da yaşayamayacağımı kabullendim. Bu kabullenme kolay olmadı elbette. Bir hayalin peşinden koşup gerçekleştiremeyince sonrasında büyük ve tatsız bir boşluk oluşuyor. Hiçbir şey yapamıyorsunuz… Ne yapılır onu da bilmiyorsunuz… 20’li yaşlarımda gerçeklerle yaşadığım ilk temas beni ürkütmüştü. Uzunca bir dönem ne yapacağımı düşündüm. Sığınacağım bağımsız bir liman aradım durdum. O zamanlar bu imdadıma fotoğraf yetişti diyebilirim. Fotoğraf’ı seviyordum. Çünkü büyük ağabeyim ilçede stüdyo fotoğrafçılığı yapardı... Ben de dükkanda bir nevi çıraklık yapardım. Fotoğraf makinalarının ayarlarını ezberleyip, müşterilere çay söylemenin ötesinde bir tecrübem yoktu aslında. Sevdiğim şeyin ayakları tam olarak yere sağlam basmıyordu. Gel zaman, git zaman bir şekilde fotoğrafçılığa başladım. Yine İstanbul’da Kuyumcular Çarşısı ve Şişhane’de ürün fotoğrafları çekmeye ve bu işten para kazanmaya başladığımda nihayet kendime yeni bir başlangıç yolu bulduğumu düşündüm. Yeniden heyecanlanmaya başladım. Kendimi bu yönde geliştirmenin gayretiyle İstanbul’da da kayıplarla dolu tecrübeler yaşadım. Kısacası fotoğraf yolculuğu bende bir keyif ya da hobi olarak değil hayat kavgasının bir sonucu olarak başladı. Evrilerek bugünlere kadar geldi…
A photo posted by @huseyintaskin on
-Sizce en dokunaklı fotoğrafınız hangisidir? Bize hikayesiyle anlatır mısınız? 
Maalesef bu soruya cevap vermek benim için çok zor. Hepsiyle yaşadığım duygusal bir süreç var. Ve aslında fotoğraflarımın birbirine ulanmış olduğunu düşünürüm. Bir romanın bir cümlesini öne çıkarmak bu yüzden biraz zor. Öte yandan “fotoğrafın dokunması” çok öznel ve değişken bir durum. Genelde bir fotoğrafla, çok iyi kompozisyona, ışığa ve an’a sahip olduğu için değil, kendimizle ilgili bir şey gördüğümüzde temasa geçeriz. Fakat bu temas sabit ve değişemez bir duygu hali yaratmaz. Yaşadığımız olaylar, fotoğrafın duygusunu sürekli değiştirir. Evimize astığımız ya da elimizde tuttuğumuz bir yaşam aynası gibidirler. Bazen keder, bazen coşku yükleyebilir aynı fotoğraf. Aile albümlerimize gördüğümüz hep aynı fotoğraflar olmasına rağmen, hep aynı duygularla bakmayız. Topluca çekilmiş bir fotoğrafta aramızdan ayrılan insanlar olur. Her bir ölüm başka bir daha dokunaklı hale getiriyor sanki fotoğrafı. Bir genelleme olamasa da, fotoğrafın anlamı kaybedilenlerle doğru orantılı gibi sanki… Fotoğrafladığımız bir ağaç kesilmişse ve yerine bina yapılmışsa daha dokunaklı hale geliyor. Bizi acıtan ve bize dokunan fotoğrafın kendisi değil, kaybettiklerimiz ve özlem duyduklarımızdır. 
-Bir manzara fotoğrafı çekerken hangi unsurlara dikkat edilmelidir? Nasıl bir kompozisyon oluşturulmasını tavsiye edersiniz?
Ben doğa fotoğrafçısı değilim fakat doğayı kullanan biriyim. Bazen de insanı, bazen de ışığı kullanırım. Yani hepsi bir araç benim için. Aslında herkes için de öyle olmalı sanki. Başka bir ifadeyle doğa; varılacak bir hedef değil kullanılacak bir sahnedir benim için. Bu yüzden tripod kullanın, filtre takın, sabah çekin -akşam çekin diye bir öneri sunmak havada kalır. Fotoğrafın temel teknik doğruları kulanım kılavuzundan çok rahatlıkla öğrenilebilir. Sonrasında fotoğrafı çeken kişinin kendisine müsaade etmesi gerekir. Yani içinden geldiği gibi davranması lazım. Fotoğraf bu yönüyle “çekilen” bir şeyden ziyade “oluşan” bir şeydir. Yine de bir tavsiye vermem gerekecekse fotoğrafı bir sosyal etkinlik aracı ya da bir spor olarak görmek yerine bir ifade yöntemi olarak benimsemek yerinde olur. Kendi fotoğraflarımla ilgili ise ben fotoğraflarımın zamansız ve mekansız olmasını isterim. Gayretim de bu yöndedir. Çektiğim bir yerin neresi olduğunun ya da ne zaman çekildiğinin bir önemi yok. Benim amacım turistik bir katalog hazırlamak değil çünkü. Var olan unsurları kendi gerçekliğinden koparıp onu düşsel bir serüvene uyarlama çabasındayım. Belki bu benim gerçeklerle ilgili sorunlarımdan ya da gerçeklere yüklediğim negatif anlamlardan kaynaklanıyor olabilir. Bu düşüncelerime uyum sağlayacak kompozisyon tercihlerinde bulunurum. Bu tercihlerim ise fotoğraflarıma bakan biri tarafından rahatlıkla anlaşılabilir. 
 - Fotoğrafla ilgilenenler nasıl bir ekipmana sahip olmalılar, hangi fotoğraf tekniklerini tavsiye edersiniz?
 Ekipman konusunda tavsiyem, kervanı yolda dizmektir. “Fotoğrafın oluşma süreci” en basit tanımlamayla “yetenek ve bilincin” bir araya gelip ekipman yardımıyla yüzeye aktarılmasıdır. Çoğu amatör, fotoğrafa başladığında -yanlış yönlendirmelerin de etkisiyle- farklı denklemler kurar. Örneğin “yetenek ve ekipman” diye bir denklem kurar. Bu sayede güzel fakat anlamsız görüntüler oluşturur. Ya da “bilinç ve ekipman” düzleminde bir denklemin yeterli olacağını düşünebilir. Bu yüzden de fotoğrafın tadını veremeyebilir. Yine bunlar bir nebze de olsa telafi edilebilir denklemlerdir. Günümüzde ise “farklı yerler ve ekipman”, “popüler olmak ve ekipman” , “popüler olmak -para kazanmak” “ekipman da ekipman” gibi manasız kombinasyonlar oluşturulur. Kişinin neyi hedeflediği ile ilgili bir durum yani. Bir fotoğrafı sadece ekipman yetersizliği nedeniyle çekemiyorsak ekipman almalıyız. Günün yanlış bir zamanında fotoğraf çekiyorsak bunun suçlusu ekipman değildir. Fotoğraflarımızda gözle görülür bir tesir ve mana yoksa yine bunun suçlusu ekipman olmayabilir. Biraz pişmek gerekiyor. Sonra ekipmanımızın nerelerde eksik kaldığını zaten anlarız.
A photo posted by @huseyintaskin on
- Fotoğrafta ideal ışık unsuru için nelere dikkat etmek gereklidir? 
Fotoğrafın ideal ışığı yoktur aslında… Bizim için ideal ışık vardır. Fotoğraflarımda sert bir mesaj varsa bunu sert bir ışıkla çekebilirim, naif bir fotoğraf oluşturmak istiyorsam onu da güneş ışınlarının eğik geldiği zamanlarda çekebilirim. Kim neyi tercih ediyorsa o ışığı beklemelidir... Bu gün ortası olacağı gibi, gece ışığı da olabilir. Bu yaz güneşi olacağı gibi bahar güneşi de olabilir. Fotoğrafı sadece belirli bir zaman dilimine sıkıştırıp sadece o ışıkta çekilenlerin iyi olacağına dair tavsiyeleri çok tuhaf bulmuşumdur. Bu yüzden fotoğrafçının çıplak gözle doğayı ve ışığı iyi gözlemlemesi gerektiğine inanırım. Atmosfer nüansları ancak o zaman görülebilir. 
 -Gezi fotoğrafçılığının bir komponenti olarak kent ve insan fotoğrafçılığı için önerileriniz nelerdir?
Kızacaksınız belki ama ben gezi fotoğrafçısı da değilim. Kamp yapmayı ve gezmeyi çok severim o ayrı :) Aslında hiçbir kategoride yer almak istemiyorum. Çünkü bu kategorilendirmelerin neye göre ve nasıl yapıldığı hiç sorgulanmamış. Aslında niye yapıldığı da sorgulanmamış… Hani bazen torpille işe adam alınmak istenir fakat ona uygun bir makam ismi yoktur da uydurulur ya öyle bir şey :) Sen sokak fotoğrafçısı, sen manzara fotoğrafçısı ol denilmiş gibi sanki... Yani biri çok geziyorsa ona gezi fotoğrafçısı, sadece insan yüzü çekiyorsa da ona portre fotoğrafçısı denilmez diye düşünüyorum. Bu konuda kategorize ve sınıflandırma yapmak fabrikasyon üretime neden olur. Bu da birilerinin işine çıkar sağlar sadece… Eğer bir kent çekeceksek neden çekiyoruz sorusunun cevabını vermeliyiz. Bu kenti seviyor muyuz? Şehir yaşamını mı eleştiriyoruz? Şehir de yolunda gitmeyen bir şeyler mi var? Şehir de sizin anılarınız mı var? Nedir? Eğer bir sebebimiz varsa ikincil sorular peşinden gelir... Hangi açıdan, ne zaman ve hangi ekipmanla…? Kısacası bir planımız ve hikayemiz olmalı. Bizim duygu ve düşünce dünyamızla örtüşmemesine rağmen sırf görsel bir etki yaratıyor diye bir yapı (kule, kilise, köprü) ya da şehri (Paris, Moskova, Budapeşte) çekmek fotoğrafa yeni başlayan biri için egzersiz değerinde olabilir ancak.
A photo posted by @huseyintaskin on
-Dijital fotoğrafçılıkta postprocessing nasıl yapılmalıdır? 
Bununla ilgili kendi bloğumda uzun yazılarım var. Burada da çok kısa bahsedeyim... Fotoğrafta 3 yerde yorum payımız vardır. İlki çekim öncesi plan ve düşüncemiz... İkincisi çekim esnasındaki tercihlerimiz ve sonuncusu ise karanlık ya da aydınlık odadaki bitirici dokunuşlarımız... Eskiden bu bitirici dokunuşlar sadece karanlık oda da yapılırdı ve onu yapanlara saygıyla usta denilirdi. Şimdilerde ise bu işlemi Photoshop ile yapanlara saygı duymak bir yana sahtekar deniliyor :) Bir fotoğrafın son işleminin nasıl yapılacağını ise çekim öncesindeki senaryomuz belirler... Gerilim yaratmayı planladığımız bir fotoğrafa soğuk renkler, coşku yaratmak istediğimiz bir fotoğrafa ise sıcak renkler verebiliriz.. gibi.. Bununla ilgili teknik önerilerim; Fotoğrafı RAW formatında çekmeliyiz ki bazı ayarları sonradan yapabilelim. RAW edit programlarından birine iyi derecede hakim olmalıyız. Mümkünse mobil APP’ler yerine masaüstü programları tercih etmeliyiz. Çünkü küçük ekranda görme, seçme işlemleri tam olarak gerçekleşmiyor. Photoshop bildiğimizi insanların gözüne sokmamalıyız... (Bakın gökyüzünü pembe yapabiliyorum, bakın yaprakları kırmızı boyadım... gibi..) Fotoğraf düzenleme işine de diğer süreçler kadar önem vermeliyiz. Bana göre son dokunuşu yapılmamış fotoğraf eksik ve tamamlanmamıştır deyip teşekkürlerimi sunuyorum… 
Hüseyin Taşkın 
-Hüseyin Bey bu keyifli söyleşi ve sizi ağırlama ayrıcalığını bize sunduğunuz için çok teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dileriz. 
Değerli dostlar, Hüseyin Taşkın'a aşağıdaki internet adreslerinden ulaşabilirsiniz: 
www.huseyintaskin.com 
www.instagram.com/huseyintaskin

Hiç yorum yok: